Dinde Reform Teşebbüsü
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Salı
Bütün semavî dinlerin kendi şeriatları vardır. Şeriat demek, dinin amelî (uygulamaya ait) hükümlerinin tamamına verilen addır. Katolik, Ortodoks, Musevî her dinde Şeriat bulunur. Bu dinlere mensup olan kimselerin bazısı bunları hayatlarına tatbik eder, bazıları etmez. Lâkin bir dinin şeriatını inkâr eden o dini inkâr etmiş gibi olur.
Namaz kılmayan, oruç tutmayan bazı kimseler var ki, biz Müslümanız, diyorlar. Bunlar, namazı ve orucu inkâr etmedikçe, “Bu hükümler eskiden geçerliydi, şimdi geçersizdirler” demedikçe dinden çıkmış olmazlar, sadece günahkâr olurlar.
İslâm’ın ibadet dışında da, dünya işlerine, muamelâta, ukubata dair hükümleri bulunmaktadır. Bunlar da şeriatın birer parçasıdır. Bunlar da inkâr edilemez, çünkü her biri Kur’ân’ın bir âyeti ile sâbit olmuş ve Resûlullah’tan bize ulaşan sahih ve kuvvetli hadîslerle teyid edilmiştir. İslâm adam öldürmeyi, hırsızlığı, gasbı, zinayı, ribayı yasak etmektedir. Bu yasaklar akla, sağduyuya, vicdana, hikmete (bilgeliğe) uygun yasaklardır. Aynı emirler ve yasaklar Musevilikte de vardır, Hıristiyanlıkta da. Meselâ riba bütün dinlerde haramdır, suçtur, günahtır, ayıptır. Hıristiyanlar, sonradan Eski Ahid’deki bazı yasakları kaldırmışlardır ki, bu kaldırmanın meşruiyeti yoktur. Meselâ domuz eti yasağını kaldırmış olmaları gibi.
Bugün dünyada üç hukuk sistemi caridir:
1. Kara Avrupasında, Lâtin Amerika’da, eski Sovyet cumhuriyetlerinde uygulanan pozitif hukuk. Bunda da dinin, geleneklerin büyük tesiri vardır.
2. Anglosakson İngiliz hukuku. Bu hukuk İslâm hukukuna benzer. Zaten kral Sekizinci Henry zamanında İngiltere’den bir heyetin İstanbul’a gelip Osmanlı müesseselerini ve adaletini incelediği ve şimdi oradaki hukukun Osmanlı-İslâm sisteminden mülhem olduğu iddia edilmektedir.
3. İslâm hukukudur. Birçok Müslüman ülkede bu hukuk tatbik edilmektedir.
Bilindiği gibi hukukun iki gayesi vardır. Birincisi: Adalet dağıtmak, suçluları cezalandırmak. İkincisi: Caydırıcı kanunlarla ve adalet sistemiyle suç işlenmesini mümkün olduğu kadar önlemek, toplumu huzur içinde yaşatmak.
Gerçek hukukun, adaletin olduğu bir ülkede mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız olur.
Asr-ı Saâdet’te ve onu takibeden yirmi yıl içinde İslâm devleti hudutları içinde sadece altı kişinin hırsızlıktan dolayı cezalandırıldığı rivayet edilmektedir ki, bu ceza ve infaz azlığı İslâm’ın hırsızların ellerini değil, hırsızlığı kestiğini göstermektedir.
İngiltere’nin yazılı bir anayasası yoktur. Yoktur ama, orada gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü üzerine kurulu bir sistem, temel ve evrensel insan haklarına tam bir riayet ve hürmet bulunmaktadır.
1400 küsur yıllık İslâm tarihinde çok çeşitli din yorumları zuhur etmiş, çok çeşitlilik olmuş, bir sürü mezheb, meşreb, tarik, fırka, hizip görülmüştür ama bunların içinde hiçbiri Şeriat’ı inkâr etmemiştir. Çünkü ibâdat, muamelât, ukubat hükümlerini de içine alan Şeriat İslâm dininin temelidir. Büyük tarikat kurucularının hepsi de “Şeriatsız tarikat olmaz” demişlerdir. Meşreb itibarıyla birbirinin zıddı olan, ters kutublarda bulunan İbn Arabî ile İbn Teymiyye de Şeriat’ı kabul etmişler ve ona bağlı bulunmuşlardır.
Dindar olmayan bazıları Şeriatsız bir İslâm türetmek sevdasına kapılmış bulunuyor. Kur’ân âyetlerinin, Şeriat hükümlerinin hiçbiri inkâr edilemez, dışlanamaz. İslâm’da böyle bir reform yapılması mümkün değildir.
Birkaç asırdan beri Müslümanların geri kaldığı doğrudur. Ancak bunun sebebi onların dinlerine bağlılıkları, dindarlıkları değildir. Onları geri bırakan iki sebepten birisi, İslâm’ı hakkıyla anlayamamış bulunmaları, ikincisi de yaşadıkları çağın gerisinde kalmış olmalarıdır.
Din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti en temel insanlık hakkıdır. Bu hak hiçbir bahane ve kuruntu ile kısıtlanamaz, tâtil edilemez.
Demokrasi bu hakka karşı değildir ve karşı gelemez. Halkın kimliğine, inançlarına, iradesine aykırı demokrasi olmaz.
Bir milletin dinî haklarına ve hürriyetlerine karşı olan bir lâiklik de hakikî lâiklik değildir. Asıl değer, “din hürriyetidir”, lâiklik bir değer değildir. Çünkü insan haklarıyla ilgili hiçbir metinde, ne bir hak, ne de bir vazife olarak lâiklik geçmektedir.
Dinî konulardaki yorumları, açıklamaları ancak ve ancak, konunun uzmanı olan din âlimleri, dindar aydınlar ve düşünürler yapabilir. Masonların, zayıf inançlıların, dinî tatbikatı olmayanların dinde reform yapmaya kalkışmaları gülünç kaçar. Hangi devirdeyiz? İngiliz kralı Sekizinci Henry din reformu yaptı, millî Anglikan Kilisesi’ni kurdurttu, bu yeni dine girmeyenleri idam ettirdi, Katoliklerin haklarını ellerinden aldı ama bütün bunlar dörtyüz küsur yıl önce oldu. Bu devirde böyle şeyler yapılabilir mi?
Mesleği mühendislik olan bir devlet adamı kalkacak ve dinde reform yapacak, Kur’ân’ın bazı hükümlerinin geçerliliğini kaldıracak ve Müslümanlar da bu oldu bittiyi kabul edecekler. Hiç mümkün müdür böyle bir şey.
Beyler ciddî olalım.
Ülkemizde, rejimin sıkı kontrolü altında bulunan bir Diyanet İşleri Başkanlığı vardır. Devlet adamları din ile ilgili konuları niçin Diyanet’e sormuyor? Hangi Diyanet hocası, “Kur’ân’ın birkaç yüz ayetinin artık hükmü kalmamıştır” şeklinde bir rapor verebilir. Hangi hoca Kur’ân’ın bütünlüğünü, içindeki hükümlerin evrenselliğini kabul etmeyebilir?
Türkiye’de bir sürü uğursuzluk, şeâmet, yolunda gitmeyen iş var. Dinde reform teşebbüsünün yeni felâketlere ve âfetlere yol açacağından korkarım. Kur’ân’ın koruyucusu Allah’tır. Bir âyette, “O’nu Biz indirdik, koruyacak olan da Biziz” buyurulmaktadır. 03 Kasım 1999