Çarşamba

 

Akıllı Müslümanla akılsız Müslümanı ayıran hususlardan biri de dinî konuları mıncıklamak, dinî meseleleri tartışmaktır. Akıllı Müslüman dinî konuları tartışmaz, kendi hevası ve kafası ile ictihad yapmaz, reformculuğa ve yenilikçiliğe heves etmez; din ve şeriat hükümlerinde müctehid fakihlere, ulemaya tâbi olur. Akılsızlar ise ehliyet ve liyakatları olmadığı halde dinî konuları mıncıklayıp durur.

İslâm dininde ve şeriatında en ufak bir değişiklik yapılamaz. Çünkü:

1. İslâm dini Allah tarafından gönderilmiş hak dindir. Allah yanlış yapmaz, gönderdiği dinde de yanlışlık, eksiklik, hatâ yoktur. Olduğu gibi ve bütünüyle kabul edilmelidir.

2. İslâm dini, daha önceki dinler gibi tahrife uğramamış, safiyetini kaybetmemiştir. Her ne kadar bir kısım halk arasında bazı bâtıl fikirler ve hurafeler bulunsa da, dinin esasları ve sahih hükümleri akaid, fıkıh, ahlâk kitaplarında yazılıdır. Bunlara tâbi olan doğru yolda yürümüş olur.

3. Peygamberimiz, mucizevî bir şekilde, kendisinden sonra Ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan birinin kurtuluş fırkası olduğunu, diğerlerinin, hatâ ve bid’atleri dolayısıyla ateşe gireceklerini beyan buyurmuş: “Kurtulacak fırka hangisidir?” sorusuna da “Benim ve Ashabımın yolundan gidenler” cevabını vermişlerdir. İşte bu kurtuluş fırkası Kur’ân, Sünnet ve Cemaat topluluğu olup, İslâm dinini bu ana cadde üzerinde takip edenler selâmet ve saadete erişeceklerdir.

4. Tabiplik (doktorluk) yapmak için öncelikle tıp fakültesini bitirmiş olmak gerekir. Mesleği icra etmek için sadece bu da yetişmez. Tabipler Odası’ndan, ilgili resmî mercilerden izin ve ruhsat almış olmak da gerekir. Ruhsatı olmayan kişinin bir üniversiteden değil, iki veya üç üniversiteden diploması olsa yine de doktorluk yapması meşru olmaz. Din sahasında konuşmak, fetva vermek, ictihad yapmak için de birtakım temel şartlar vardır: (a) Ehl-i Sünnet yoluna göre muntazam bir tahsil yapmış, ehil hocalardan ve üstadlardan okumuş, imtihan verdikten sonra diploma ve icazet almış olmalıdır. (b) Dinî işleri, hizmetleri tanzim ve idare eden meşru makamlardan ruhsat almış bulunmalıdır.

Osmanlı devleti zamanında dinî merâtibin, din işlerinin nizamı, intizamı, merkezî ve üniter bir hiyerarşisi vardı. Padişahın dünya işlerinde mutlak vekili sadrazam, din işlerinde ise şeyhülislâmdı. Din ilimlerini okutan medreseler, zikrullah yapılan tekkeler Meşihat’a (Şeyhülislâmlık) dairesine bağlıydı. Hocalar, müderrisler, vaizler, şeyhler denetim ve kontrol altındaydı. Doktrinden; Kitabullah’a, Sünnet-i Resûlullaha, icma-i ümmete, mevrid-i nassa aykırı en ufak bir sapmaya bile izin verilmezdi.

Zamanımızda din işleri herkes tarafından konuşulur, tartışılır, mıncıklanır hale gelmiş ve büyük tahribat yapılmıştır.

Dikkat buyurulsun; yakın tarihin büyük uleması Elmalılı Hamdi Efendiler, Ömer Nasuhi Bilmen’ler, Bulgaritanlı (Şumnu ve Ezher’de okumuş)Ahmed Davudoğlular, Hüsrev Efendiler, Ermenekli Safvet Efendiler, dersiam ve şeyh Silistreli Süleyman Hilmi Efendiler ve diğer bütün icazetli, ehliyetli, liyakatli büyük ulema kesinlikle kendi re’y ve hevalarıyla konuşmamış, dinî yorum yapmamışlar; sadece ve sadece Sünnet ve Cemaat yolunu ve mezhebini takip ve taklid etmişlerdir.

1950’li yılların başlarında Ankara’nın yüksek tepelerinden birinde içkili bir ziyafet sofrasında bir gece önemli bir zatın şöylemiş olduğu rivayet olunuyor:

“Biz doğrudan hücum edip saldırarak bu irticayı yıkamadık. Bundan sonra sessiz sedasız hareket edeceğiz, onu mihraptan yıkacağız…”

İslâm’ı ve Müslümanları dolaylı şekilde, farkettirmeden yıkmak isteyenler uzun yıllardan beri şunları yaptırlar ve yaptırttılar:

1. Din âlimi olmayan, din ilimlerini okumamış ve geçerli bir icazet almamış olanlar dinî, şer’î, Kur’ânî meseleleri sere serpe, alabildiğine cür’etkâr bir şekilde tartışmalı, mıncıklamalıdır. Böylece din işleri ayağa düşürülmüş olacak, Müslümanlar din konusunda bin parçaya bölünecek ve Ümmet içinde anarşi ve kaos çıkacaktır.

2. Müslümanlara, dışarıdan ithal edilmiş yeni İslâm’lar sunulmalıdır.

3. Osmanlı zamanındaki sünnî ve disiplinli İslâm anlayışı terk ettirilmelidir.

4. Birtakım ilâhiyatçılar, Müslüman yazarlar, islâm araştırıcıları dinde reform, yenilikçilik çığırını açmalıdır.

Bu yıkıcı planlar ve faaliyetler sonunda, elifi görse mertek sanan birtakım cahiller ve gafiller, dini kumaş, kendilerini makas sanarak din konusunda işkembe-i kübralarından konuşmaya, atıp tutmaya başlamışlardır.

Bütün reformcuların ve yenilikçilerin bir tarağın dişleri gibi benzer olduklarını söylemek elbette mümkün değildir. Az reform isteyen vardır, çok reform… Az buçuk yenilik isteyen vardır, çok yenilik isteyen… Ancak bunların hepsi de -istisnâsız- dini tâmir, dine hizmet perdesi altında tahribat yapmakta, zarar vermektedir.

Korkunç bir fırtına var, rüzgâr şiddetle esiyor, yağmur seller gibi yağıyor… Böyle bir zamanda pencereleri, kapıyı sımsıkı kapatmak gerekir. Onları azıcık aralarsanız bir daha kapatamazsınız. Dinde reform ve yenilik Pandora’nın kutusu gibidir; bir açıldı mı bir daha kapanmaz.

Reformcuları, yenilikçileri, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılanları kullanan İslâm karşıtları ve düşmanları, bir ümmet ve topluluk için en kötü hal olan nifak, şikak, fitne, fesat, tefrika, münakaşa, itizal yolunu açtırmış bulunuyor.

Bir takım Müslümanlar o hale düştüler ki, “Allah gerçek bir Janus’tur” (Janus, iki çehreli bir Roma putunun adıdır) diyen İranlı sapık bir yazarı büyük Müslüman, büyük mücahid, büyük şehid olarak kabul ediyor ve kitaplarını heyecanla okuyorlar. Peki, İslâm dini Yüce Allah’ın her hangi bir şeye, hele bir Roma putuna benzetilmesine izin veriyor mu?Asla vermiyor. Lâkin akıllarını yitirmiş bazı kardeşlerimiz “Modern İslâm, yeni İslâm, çağdaş İslâm…” diye sayıklaya sayıklaya küfür sözlerine bile itibar ediyor.

Reform konusunda kapıyı bir santim aralamakla, sonuna kadar açmak arasında fark yoktur.

Reformcular, yenilikçiler, bid’atçiler cirit atarken, korkunç tahribat yaparken Ehl-i Sünnet ve Cemaat geçinenler ne yapıyor acaba?

Dinsizler, şeytanî plan, hile ve desiselerle dinin safiyetini, Ümmetin nizam ve intizamını birtakım bozuk dindarlara, İslâmcılara yıktırıyor. Âlim geçinenler de bunca tahribat karşısında hiç tınmıyor, yan gelip yatıyor. Olur mu böyle şey?

Ehl-i Sünnet dışı bir mezhebin bağlıları tarafından yayınlanan üç aylık bir dergide “Buharî’de bir tek sahih hadîs yoktur” cümlesini ihtiva eden bir makale okudum. Ehl-i Sünnet hocaları buna niçin cevap vermediler?

(Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığını müdafaa, ehl-i bid’ati, reformcuları, yenilikçileri, ReşadHalife’nin ve Dr. Moon’un yolundan gidenleri ve diğerlerini tenkid etmek maksadıyla “MÜDAFAA ve TENKİD” adıyla ilmî, ciddî bir dergi yayınlama hazırlıkları içindeyim. Şahıslara saldırılmayacak, polemik yapılmayacaktır.İlmî ehliyeti olup da katkıda bulunmak isteyenlerin Bedir Yayınevi’nde Mürsel beye (Tel. 0212/519 36 18)müracaat etmelerini istirham ederim.) 16 Ocak 2003