Pazar

 

Eminönü’nde Mısır Çarşısı’nın yanındaki Tahmis sokağındaki Merkez Ciğercisi dükkânının sahibi Fuat Akkaya bey dostlarımdandır. Kendisi dinî hayır işlerini sever, Yeni Camii mütevelli heyeti başkanıdır. Bu zatın dükkanında şöyle bir levha asılıdır:

“İnsanların en aşağısı, din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır.” (Abdullah bin Mübarek -R.A.-)

O dükkâna uğrayan herkes bu levhaya dikkat edip okur mu bilmem ama ben her gittiğimde okurum, ibret alırım; böyle bir yazıyı duvarına astığı için ticaret sahibi zatı tebrik ve takdir ederim.

Okuyucularım, bu konu üzerinde ne kadar hassasiyetle durduğumu bilirler. İslâm dini biz Müslümanlar için en kutsal kurum ve değerdir. Ona ihlâsla, samimiyetle, usûlüne uygun olarak, istiqametle hizmet edenler, bu hizmetleri dolayısıyla büyük şeref kazanmış olurlar. Onu kendi süflî menfaatleri ve nefsanî ihtirasları uğrunda istismar edenler ve sömürenler ise dünyanın en alçak, en rezil, en şerefsiz ve namussuz kişileridir.

Din sömürücüleri hiç halka, çevrelerine “Biz din ticareti yapıyoruz” derler mi? Kendilerini samimî gösterirler, dine imana hizmet ettiklerini iddia ederler. Böylece gafilleri, cahilleri, safları aldatırlar.

Bu habîsler paravanaların, perdelerin ardında ne gibi dolaplar çevirirler?

-Din din din diyerek muazzam miktarda haram servetler, milyonlarca dolarlar, hattâ bazıları milyarlarca dolar kara, haram, necis, pis, cehennem koru servetler elde ederler. Herhangi bir sorgulamaya karşı da, “Biz bu paraları ileride İslâm’a hizmet etmek için kullanacağız” derler.

-Topladıkları haram paralarla şahane köşkler, villalar, yazlıklar, otomobiller alırlar; kadim devirlerdeki Nemrud’ların ve Firavun’ların bile görmediği, yaşamadığı son derece lüks, son derece debdebeli ve tantanalı bir hayat sürerler.

-Elde ettikleri bu efsanevî servetler sadece kendileri için değildir. Onlar öldükten sonra sülalelerinden gelecek yedi nesli; oğullarını, torunlarını, damatlarını, gelinlerini, bilcümle akraba ve taallukatlarını Neron’lar gibi lüks içinde yaşatmaya yetecek miktardadır. Lakin yine de doymazlar. Geberinceye kadar toplarlar.

Bu adamlar dindar geçinir ama para ve servet toplama işleri yüce ve kutsal İslâm dininin şer’î ve ahlâkî prensip ve hükümlerine tamamen zıttır.

Bu adamlar ülkemizdeki islâmî hareketi kirletmişler, dejenere etmişlerdir. Bunlar islâmî hizmet ve faaliyetleri futbol kulübü hooliganlığı zihniyetiyle yürütmektedirler.

İslâm dini normal, meşru, ahlâkî, helâl yollardan zengin olmayı yasaklamamıştır. Zenginliğin büyük sorumluluğu ve vebali vardır ama dinî hukuk ve ahlâk, kuralına uygun olarak zenginleşmeye bir şey demez. Yeter ki, zenginler zekâtlarını versinler, çalıştırdıklarının haklarını ödesinler, hayır hasenat yapsınlar, servetleriyle malî ibadette bulunsunlar; azmasınlar, israf yapmasınlar, servetleriyle gururlanmasınlar.

Bazıları diyebilir ki, din sömürüsü yapılıyor bahanesiyle iftira atıyorsun… İftira çok çirkin, çok vahim bir ahlâksızlıktır. Böyle bir vartaya düşmek istemem. Ben kırk küsur seneden beri islâmî kesim içinde islâmî faaliyet ve hizmetlerle haşir neşir olmuş bir kimseyim. Bazı özelliklerimi sayayım:

-İki sene Diyanet İşleri Başkanlığı’nda mütercim olarak çalıştım.

-Biri Bugün olmak üzere iki günlük gazete çıkarttım, mücadele ettim, hizmet verdim.

Yeni İstiklâl ve Büyük Gazete adlarında iki haftalık gazete çıkarttım.

-Kırk senedir yayıncılık yapıyorum; klâsik dinî eserleri neşr ediyorum.

-Hayli muhterem hocaefendi, şeyh, salih kişi, münevver Müslüman, mücahid tanıdım. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Mahir İz, Eşref Edib… Şeyh Muhammed Zahid efendi, Şeyh Adanalı Sami efendi, Şeyh Muzaffer efendi… Hasan Basri Çantay, Celal Hoca, Ahmed Davudoğlu Hoca…

-Risale-i Nûr camiasından, Süleyman efendi camiasından, turuk-i aliyye mensuplarından hayli dostlarım vardır.

Şunu demek istiyorum: Kırk yılı aşan bir zamandan beri islâmî hareket ve hizmetleri biliyorum. Bir takım din sömürcülerinin, bazı mukaddesat bezirganlarının bu hizmet ve faaliyetleri nasıl istismar ettikleri, din kisvesi altında nasıl korkunç ateşli servetler edindikleri hakkında sağlam bilgilere sahibim.

Yüce İslâm dinine ihlâsla, garazsız ivazsız hizmet eden, kalplerinde Allah korkusu, Peygamber sevgisi bulunan hakikî hizmetkârların ellerinden, eteklerinden öperim. Bazılarının meşreplerini paylaşmasam bile onlara hayır dualar ederim. Onlar başımızın taçlarıdır.

Benim lânetlediğim, beddua ettiğim kişiler din sömürücüleridir. Dine hizmet perdesi altında dini istihdam ve istismar edenlerdir. Hizmet ediyoruz diye hezimet üretenler, Müslümanların başlarını belâya sokanlardır.

Yaşım ilerledi, ben son islâmî uyanış hareketinin başlangıcında nasıl ihlâsla, istikametle, doğruluk ve dürüstlükle hizmet edildiğini bilen, görmüş olan bir kimseyim.

Din hizmetleri manevî bir askerliğe benzer. Nasıl neferler vatan hizmeti için yüksek paralar almaz, servet edinmezlerse din hizmeti yapanlar da bu işi ticarete dökemezler.

Din kisvesi altında bazı uğursuz adamlar zengin olursa, din rantı yemek genelleşirse İslâmî hareket dejenere olur, yozlaşır. Bu yozlaşma neticesinde Müslümanlar, kurtulacaklarına, selâmet bulacaklarına, büsbütün zillete ve rezilliğe mâruz kalır, duçar olur.

Din hizmetleri Allah için yapılır. Fetvası ve ruhsatı varsa, verilmişse bunları yapanlar geçimleri için az bir maaş alırlar. Lâkin kesinlikle zengin olamazlar. Bu hizmetlerin ücreti âhirette Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri tarafından verilir. 22 Temmuz 2002