Bir kimsenin din adına ortaya çıkarak, Müslümanların kendisine itaat etmelerini istemesi, onlardan İslâm adına para toplaması için birtakım şartların mevcut olması gerekir.

Birincisi: Bu zatın başkanlığa ehil ve layık olması gerekir. Dinimiz istisnâî haller dışında başkanlığa tâlip olmayı haram kılmıştır. Kişi tâlip olmasa, matlup (istenen) olsa, eğer ehil ve layık değilse başkanlığı kabul etmesi yine de haram olur.

İkincisi: Bu zatın Kur’an-ı Kerim’in kesin hükümlerine uyması, emir ve yasakları yerine getirmesi gerekir. Şeriat’ın muhkem hükümleri vardır, bunları çiğneyen, bunlara aldırış etmeyen adamdan din başkanı olmaz.

Üçüncüsü: Müslümanlara başkan olacak zatın Resûlullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sünnetine uyması, onun yolundan gitmesi, onun metodlarını uygulaması gerekir.

Dördüncüsü: Müslümanlara başkan olacak zatın âbid (ibadet eden), zâhid, ahlâklı, faziletli, nefsanî ihtiras ve şehvetlerden arınmış, olgun, müdebbir, akıllı, ferasetli bir kişi olması gerekir.

Beşincisi: Bu zatın başkanlığını, dinî hizmet ve faaliyetleri ne kendisinin, ne çoluk çocuğunun, ne de yakınlarının maddî menfaatlerine âlet etmemesi, din bezirgânlığı yapmaması gerekir.

Altıncısı: Böyle bir zatın yalan söylememesi, emanete hiyanet etmemesi, vaadinden dönmemesi icab eder. İşleri, emanetleri, makamları, mevkileri ehil ve layık olanlara değil de akrabalarına, etrafına, dalkavuklarına, bendelerine dağıtan başkan ne kötü başkandır.

Yedincisi: Böyle bir zatın faziletlerini, iyi taraflarını, üstünlüklerini sadece Müslümanlar değil, insaf sahibi gayr-i müslimler bile itiraf ve kabul etmeli, ona güvenmelidir.

Zamanımızda birtakım zatlar ortaya çıkmışlar ve kendilerinin başkan, rehber, kılavuz, kutub, gavs, mehdi olduklarını taraftarları vasıtasıyla ilan ettirmekte, Müslümanlardan büyük paralar toplamakta, gönüllerde tahtlar kurmaktadırlar.

Ancak bu gibi zatların sözlerine, hallerine, yaptıklarına baktığımızda onlarda Kur’ana, Sünnete, Şeriat ahkamına (hükümlerine), İslâm ahlâk ve faziletine, bilgeliğe aykırı vahim eksiklikler görülmektedir.

Bu cümleden olarak:

– Bazı din baronları büyük bir israf, lüks, debdebe, tantana, gösteriş, aşırı tüketim içinde yaşamaktadır. İkâmet ettikleri meskenler saray gibidir. Çok pahalı, çok lüks binitlerle gezmektedirler. Giyime, kuşama, yemeye içmeye büyük servetler harcamaktadırlar. Kur’an

Allah müsrifleri (savurganları) sevmez

diyor. Dinimize göre israf edenler şeytanın çocuklarıdır. İslâmiyet kanaati emreder.

– Birtakım din baronları, din konusunda kendilerini aşan birtakım fetvalar ve ruhsatlar vermeye cür’et ediyor. Dinimiz

Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur

diyor ama onlar kendi heva ve heveslerine uyarak Şeriat’ın kesin emir ve yasaklarına aykırı ictihadlar yapmaya yelteniyor. Öyle din baronları var ki, ehl-i sünnet mensuplarının yüzüne bakmazken, dinimizi yıkmak isteyen zındıklara aferinler, ödüller dağıtıyor.

– Kur’anımız, Peygamberimizin sünneti, Şeriat, ahlâk; kibri, gururu, benliği, enâniyeti, gösterişi yasak ediyor ama birtakım din baronlarında bunlar var. Böyle kişilerden Müslümanlara başkan olursa, Ehl-i imanın hali dumandır