Dini, Hayatına Uygulamak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cuma
Bize İslâm’ı Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm tebliğ edip öğretmiştir. Gerçi bu zamanın Müslümanları ile Peygamber arasında 1400 küsur yıllık bir mesafe vardır ama o Peygamber’in vekilleri, vârisleri, halifeleri olan âmil âlimler, kâmil mürşidler telif ettikleri eserlerle, sohbet ve irşadlarıyla bize bu dini eksiksiz ve sahih olarak bildirmişlerdir.
İslâm sadece abdest alıp namaz kılmak, Ramazan’da oruç tutmak, kandil gecelerini ihya etmek değildir. Bir Müslüman için İslâm ile hayat, varolmak özdeştir. Çağdaşlaşma, din ile hayatı birbirinden ayırma bir Müslümanın kabul edebileceği bir şey değildir.
Kur’ân’da, Peygamberimizin biz Müslümanlar için “En güzel bir örnek ve model olduğu” bildirilmektedir. Hayatımızı Peygamber’in sünnetine göre tanzim etmemiz gerekir. Maalesef bu devirde, uygulamada Sünnet’ten büyük uzaklaşmalar görülmektedir.
Hepimiz biliyoruz, İslâm’dan önceki câhiliye devrinde bazı vicdansız Araplar kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürüyorlardı. Bugün çok şükür böyle vahşetler görülmüyor. Lâkin bazı ana babalar kız çocuklarını mânen öldürüyor. Kızının ahlâkını ve iffetini gereği gibi korumamak, onu bir nevi öldürmek değil midir? Kızlarımızı iyi yetiştirelim, Şeriat’ın ve Sünnet’in yüceltici, haysiyet ve değer kazandırıcı ölçü ve ilkeleri içinde onları bilgi, aksiyon (ahlâk) ve estetik bakımından vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlar olmasını sağlayalım.
Erkek çocuklarımıza gelince: Onlar da bize Allah’ın emanetleridir. Çocuğunu çok para kazansın, iyi yesin, lüks yaşasın, makam ve mevki sahibi olsun gibi gayelere yönelik olarak yetiştiren kimse Allah’ın emanetine hıyanet etmiş olur. Bu saydığım şeyler Müslümanlığın gayeleri değildir. Gaye iyi insan, iyi Müslüman, kâmil adam olmaktır. Allah herkesin rızkını vermektedir. Rızkını aramak, geçinecek kadar helâl kisb (kazanç) elde etmek için çalışmak elbette lazımdır. Ancak sonsuz bir ihtirasla, kuduz bir hırsla paraya, maddeye, zenginliğe, lükse, konfora talip olmak bir Müslümana yakışmaz. Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere 1400 yıldan beri gelip geçmiş bütün büyüklerimiz dünyaya ve dünya zenginliklerine dönük olmuşlardır. Gayr-i müslimler için bir şey demem ama Müslümanlar dünyaya, paraya, zenginliğe, maddeye, lükse, konfora yöneldikleri zaman zillete ve esarete düşerler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Bugün İslâm’ın bazı hükümlerini hayata tatbik etmek yasaktır. Ancak bu hükümlerin sayısı o kadar fazla değildir. Uygulamalarında zorluk ve engel olmayan binlerce islâmî, şer’î, nebevî hüküm vardır ki, maalesef milyonlarca Müslüman bunları hayata uygulamamaktadır. Meselâ beş vakit namaz kılmak. Musalliler (namaz kılanlar) azınlığa düşmüştür. Erkeklerin farz vakit namazlarını camilerde cemaat halinde kılmaları, onların keyfine ve ihtiyarına bırakılmış bir şey değildir. Hanefî mezhebinde, vacibe yakın ve şer’î özürsüz terki caiz olmayan çok kuvvetli bir sünnet-i müekkededir. Diğer üç mezhepte farzdır. Bizde namaz kılan erkeklerin çoğu camiyi ve cemaati terk etmiştir. Hadîs-i şerifte “Cemaat rahmet, tefrika azaptır” buyuruluyor. Müslümanlar, vakit namazlarındaki cemaat başta olmak üzere her konuda cemaat olmayı terk ettikleri, tefrika ve tezebzübe düştükleri için zillete ve esarete düçar olmuş bulunuyorlar.
Kur’ân bize israf konusunda nasihat ediyor, Peygamber kanaati emrediyor. Biz ise elimize fırsat geçince israfa, aşırı tüketime batıyoruz. Varlıklı Müslümanların büyük çoğunluğunun evleri, dekorasyonları, sofraları, otomobilleri, giyim kuşamları çok lüks ve israflıdır. Müsrifler (saçıp savuranlar, israf edenler) şeytanın çocuklarıdır. Allah müsrifleri sevmez. Peygamber israftan hoşlanmaz. Akıl ve hikmet (bilgelik) israfa cevaz vermez. Peki bize ne oluyor ki bu kadar lükse ve israfa batmışız?
İslâm Şeriatı bize helâl ve haramı öğretiyor. Dinimiz faizi, ribayı, bâtıl ve geçersiz alış verişleri şiddetle yasaklamıştır. Peki birtakım Müslümanlara ne oldu da, “Bu devirde her halt yenir, faize bulaşmak caizdir, Müslümanın güçlü olması gerekir, haram para ve kazanç ile din hizmeti yapılır” gibi şeytanî vesveselerle bir sürü uygunsuz iş yapmaktadır.
Peygamberimiz ve velinimetimiz Muhammed aleyhissalatü vesselam bize ihlası emrediyor. Peygamberimiz istikamet (doğruluk) timsali idi. Hûd sûresindeki “Festakım kemâ umirt= Sana emrolunduğu gibi dosdoğru ol!” âyeti nâzil olduğu vakit, “Hûd sûresi beni kocalttı” (Belimi büktü, ihtiyarlattı) buyurmuşlardır. Peygamberimizin lakablarından biri “el-Emîn” idi. Yani “güvenilir kimse”. Biz şimdi ihlâs, istikamet, emniyet konularında Peygamberimizin izinden gidiyor muyuz?
Peygamberimiz münafığı târif ederken “Söylerse yalan söyler, kendisine bir şey emanet edilirse ona hıyanet eder, vaad ederse vaadinden döner” buyurmuştur. Birtakım yüksek tabaka Müslümanlarında bu nifak alametleri var mı yok mu?
Peygamber bize, “Birbirinizi sevmedikçe (hakkıyla) mü’min olmazsınız” buyuruyor. Biz mü’minler birbirimizi seviyor muyuz? Yazık ki, teferruata ait bazı meseleler, meşreb ayrılıkları yüzünden birbirimizle çekişip duruyoruz.
Peygamber İslâm’ı bize bir ücret ve maddî karşılık mukabilinde öğretmemiştir. Onun Ashabı, her asırdaki vâris ve vekilleri de ücretsiz, karşılıksız hizmet etmişlerdir. Bu devirde ise, İslâm dinini para kazanmak, zengin olmak, servet edinmek, makam ve mevki kapmak, ün sahibi olmak, halkın alkış ve pohpohlarını elde etmek, nefs-i emmaresini tatmin etmek için âlet ve vasıta kılan uğursuz ve şerir bir güruh türemiştir. Bunlar din sömürücüleridir ve haram ticaretlerin en kötüsü bunların yaptığıdır. Kadın satmaktan da beter.
Peygamber bize ilmi, irfanı, edebi, güzel ahlakı, faziletleri tavsiye etmiş. Onun getirdiği İslâm dini baştan başa edebtir. Edeb, bir Müslümanın en değerli zihniyetidir. Edeb bir taçtır. Biz onun bu konudaki tavsiyelerine uyuyor muyuz?
Peygamber bize nefislerimizle cihad etmeyi emretmiş, bu cihada “Büyük cihad” demiştir. Biz bu cihadı yapıyor muyuz?
Bizim dinimiz tahrife uğramamıştır. Kitabullah elimizdedir. Peygamberimizin sünneti de tesbit edilmiştir, o da elimizdedir. Salih Seleflerin İslâm’ı hayata nasıl uygulamış oldukları, Kur’ân ve Sünnet’i nasıl tatbik ettikleri, o da bellidir. Bugünkü Müslümanların doğrusu hiçbir mazeretleri yoktur. Düzen baskı yapıyormuş… Yapabilir. Böyle baskılar her devirde olagelmiştir. Kaldı ki, İslâmî hükümlerin yüzde doksan beşi konusunda herhangi bir baskı yoktur. Dinimiz kanaatkâr olmayı, az yemeyi emrediyor. Bunun aksine düzenin bir baskısı var mıdır? Yoktur. O halde biz niçin bu kadar israf yapıyoruz?
Bu memlekette son otuz yıl içinde en fazla satılan birkaç dinî kitap içinde İmamı Gazalî hazretlerinin İhyâ’sı gelir. Birkaç yayınevi yayınlıyor, ayrıca korsanlar da basıp satıyor. Bu millet sadece İhyâ’yı okuyup da orada yazılanların yüzde birini hayatına tatbik etseydi yine de kurtulmuş olurdu. Biz kitapları alıyoruz, çoğumuz okumuyoruz, okuyanların da binde 999’u onlardaki bilgileri hayata geçirmiyor.
İslâm İslâm diye feryat edenler, Ezan-ı Muhammedî okununca niçin camiye gelip de cemaatle namaz kılmazlar? Kalplerinde bir maraz mı vardır? 22 Nisan 2000