Dini Savunmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
İslâm diyarı olan bir ülkede dine, Şeriat’a, fıkha, dinî şeâire saldırılır ve hakaret edilirse, Müslümanların bu saldırı ve hakaretleri ilmin, aklın, vahyin, Sünnet’in, hikmetin ışığında meşru
yollarla defetmesi gerekir.
Mesela
diyenler var. 1950’ye kadar asıl ve gerçek Ezan olan Arapça Ezan’ı okumak yasaktı. Okuyanları yakalıyor, işkenceye tâbi tutuyor, tutukluyor, mahkemeye veriyor, zindanda çürütüyorlardı. 1950’de Arapça Ezan-ı Muhammedî okuma yasağı kaldırıldı, lakin
diye bir kayıt konulmadı. Yasak kaldırılır kaldırılmaz bütün ülkede onbinlerce camiin minarelerinden
diye hakikî Ezan okunmaya başlandı. Türkçe tercümesini okuyan kalmadı.
Şimdi birtakım adamlar yine Ezan meselesini kurcalamaya başladılar. Ayrıca,
diyenler türedi. İslâmî kesimin büyük kitaplar, küçük risaleler çıkartarak bu istekleri cevaplandırması, Müslümanları bu konuda uyarması gerekmektedir. İlim adamları oturup muteber kaynaklardan bilgileri çıkartacaklar, eli kalem tutanlardan bir ekip bunları kitaplaştıracak, risale haline getirecek; büyük kitaplar beş on bin adet, küçük risaleler milyonlarca adet bastırılacak ve mesele aydınlığa ve vuzuha kavuşturulacak. Peki Müslüman kesim bu zarurî hizmeti yapıyor mu? Maalesef yapmıyor. Diyanet’in eli kolu bağlı. Bazen cılız bir cevap veriyor, bunu kendi dergisinde basıyor. Fakat bu yapılan elbette ki, yeterli olmuyor.
Müslümanların da gazeteleri, dergileri, televizyonları, yayınevleri var ama
Kaldı ki, sırf müdafaa
ile iş bitmez.
Dinsizlerin, laiklerin, çağdaşların bir sürü noksanı, aybı, yüz karası vardır. Şu güzelim memleketi bugünkü perişan ve acınacak hale onlar getirmiştir.
Müslüman kesimin başını çeken baronların, kocaman adamların, büyük mücahidlerin ve sair pabucu büyüklerin bu konularda raporlar hazırlatmaları, iddianâmeler ve dosyalar meydana getirerek onlardan kamuoyu önünde hesap sormaları gerekmez mi?
Hepsi için söylemem ama bir kısım
, yâni
Bu savaşı durdurmak için Müslüman kesimin başlarının, kurmaylarının, sorumlularının
Dine imana saldırılıyor, birtakım uğursuz ve meymenetsiz güruhlar
diye bağırıyor, Müslümanları sapıttırmak için akıl almaz zındıklıklar yapılıyor;
Lakin kendileri tenkide uğrayınca, onlardan hesap sorulunca, yaptıkları işler, servetleri sorgulanınca çok şiddetli reaksiyon gösteriyorlar.
Ülkemizde
Devletimiz uluslararası antlaşmalara imza koyarak, kadınların fuhuş yapmasına, genelevlerde köle gibi çalıştırılmasına izin vermeyeceğini taahhüt etmiştir. Buna rağmen maalesef üzerinde TC anteti basılı resmî vesikalarla bu işe izin verilmektedir. Müslümanlar bu konuda da broşürler çıkartarak karşıtlarını zor duruma düşürebilirler. Hem sadece Türkçe değil, başta İngilzice olmak üzere çeşitli dünya dillerinde yayınlar yapılmalıdır. Yazıklar olsun ki, bu mevzuda da bir faaliyet yoktur.
Türkiye’deki islâmî hareket fasid bir daire
içine girmiş, âdeta kilitlenmiştir.
İslâmî bir cemaat tarafından yayınlanan bir derginin tirajı bir milyona çıkmış. Buna bir şey dediğim yoktur. Lakin, mutlaka yapılması gereken hayatî, zarurî yayınlar niçin yapılmıyor?
Bazı din baronları
Belki
denilebilir ama
gibi iğva ve aldatmalarla mest olan hazretler bulunmaktadır.
İslâm’ı müdafaa etmek, zındıklıklara cevap vermek, şeytanî vesveseler üzerine kurulu reform teşebbüslerini çürütmek yasak değildir. Çok şükür ülkemizde henüz gazete, dergi, kitap, broşür çıkartmak serbesttir. Bu gibi konularda ilmî araştırmalar yayınlamaya da kimse bir şey söylemez. Peki, dindar halktan ve zenginlerden her yıl milyarlarca dolar hizmet, faaliyet, yardım parası toplayan birtakım baronlar küfre, şirke, bid’atlere, sapıklıklara, zındıklıklara, reformculuğa karşı niçin faydalı, müessir, ciddî risale ve kitaplar hazırlatıp yayınlanmıyor?
Bazı sözde din büyükleri, baronlar akıl ermez servetlere sahip olmuştur. Onlar bu servetleri nasıl elde etmiştir? Halk onlara bu paraları, zimmetlerine geçirsinler diye mi vermiştir?
Güldürmeyin beni.
Hürriyet mi yok? O da var.
Olsaydı, saydığım bu hizmetler şimdiye kadar yapılmış olurdu.
Haçlı seferleri esnasında da İslâm dünyasında bugünküne benzer bir manzara vardı. Bir sürü kralcık, prens, atabek, başına buyruk vali, sergerde. Herkes birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul. Kendi batasıca ikballeri, saltanatları için yemedikleri halt yok.
Herkes ben diyor, biz diyen yok. Alçaklıklar, hıyanetler, habasetler, cebanetler, namussuzluklar…
da Müslümanları derlemiş toparlamış, Kudüs’ü haçlılardan geri almıştı. Şu asırda İslâm dünyasında bir Selahaddin var mı? 05 Mart 2000