Cumartesi

 

İslâm diyarı olan bir ülkede dine, Şeriat’a, fıkha, dinî şeâire saldırılır ve hakaret edilirse, Müslümanların bu saldırı ve hakaretleri ilmin, aklın, vahyin, Sünnet’in, hikmetin ışığında meşru

(yasal)

yollarla defetmesi gerekir.

Dinsizler, zındıklar, bid’atçiler ortaya yanlış fikirler atarsa, din alimlerinin, Müslüman düşünürlerin kitaplar ve risaleler yazarak bunları çürütmesi, redd-ü cerh etmesi icab eder.

Mesela

“Ezan Arapça değil, Türkçe okunmalıdır”

diyenler var. 1950’ye kadar asıl ve gerçek Ezan olan Arapça Ezan’ı okumak yasaktı. Okuyanları yakalıyor, işkenceye tâbi tutuyor, tutukluyor, mahkemeye veriyor, zindanda çürütüyorlardı. 1950’de Arapça Ezan-ı Muhammedî okuma yasağı kaldırıldı, lakin

“İlle de Arapça okunacak, asla Türkçe okunmayacak”

diye bir kayıt konulmadı. Yasak kaldırılır kaldırılmaz bütün ülkede onbinlerce camiin minarelerinden

“Allah-u Ekber, Allah-u Ekber…”

diye hakikî Ezan okunmaya başlandı. Türkçe tercümesini okuyan kalmadı.

Şimdi birtakım adamlar yine Ezan meselesini kurcalamaya başladılar. Ayrıca,

“Namazlarda Kur’ân kıraati de Türkçe olsun, camilerde imamlar Türkçe namaz kıldırsın”

diyenler türedi. İslâmî kesimin büyük kitaplar, küçük risaleler çıkartarak bu istekleri cevaplandırması, Müslümanları bu konuda uyarması gerekmektedir. İlim adamları oturup muteber kaynaklardan bilgileri çıkartacaklar, eli kalem tutanlardan bir ekip bunları kitaplaştıracak, risale haline getirecek; büyük kitaplar beş on bin adet, küçük risaleler milyonlarca adet bastırılacak ve mesele aydınlığa ve vuzuha kavuşturulacak. Peki Müslüman kesim bu zarurî hizmeti yapıyor mu? Maalesef yapmıyor. Diyanet’in eli kolu bağlı. Bazen cılız bir cevap veriyor, bunu kendi dergisinde basıyor. Fakat bu yapılan elbette ki, yeterli olmuyor.

Laik, çağdaş, ilerici, pozitivist kesim bazen Müslümanlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor.

Müslümanların da gazeteleri, dergileri, televizyonları, yayınevleri var ama

tebliğ, dâvet, tebşir

(müjdeleme),

emr-i mâruf ve nehy- münker

(İyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek),

yanlışları düzeltmek, saldırıları defetmek, hatâlı görüşleri redd-ü cerh etmek gibi faaliyetler yeterli olmuyor.

Müslümanlar doğru dürüst müdafaa bile yapamıyor.

Kaldı ki, sırf müdafaa

(savunma)

ile iş bitmez.

Yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla taarruza geçmek lazımdır.

Dinsizlerin, laiklerin, çağdaşların bir sürü noksanı, aybı, yüz karası vardır. Şu güzelim memleketi bugünkü perişan ve acınacak hale onlar getirmiştir.

Bu ülkedeki kokuşmada, kaosta, anarşide, rüşvet salgınında, müzmin ve yüksek enflasyonun devam etmesinde, fuhşun yaygınlaşmasında, uyuşturucu ve silah kaçakçılığında, eğitimin ve üniversitelerin çökmesinde, okumuşların ve aydınların yabancılaşmasında, ülkenin kaynağını beş bin ailenin yemesinde ve daha bir sürü fenalıkta onların birinci derece sorumluluğu vardır.

Müslüman kesimin başını çeken baronların, kocaman adamların, büyük mücahidlerin ve sair pabucu büyüklerin bu konularda raporlar hazırlatmaları, iddianâmeler ve dosyalar meydana getirerek onlardan kamuoyu önünde hesap sormaları gerekmez mi?

Hepsi için söylemem ama bir kısım

Sabataycılar

, yâni

Yahudi kökenli Türkler

İslâm’a ve Müslümanlara karşı son derece haksız ve çirkin bir savaş içindedirler.

Bu savaşı durdurmak için Müslüman kesimin başlarının, kurmaylarının, sorumlularının

Sabataycılık, Türk ve Müslüman görünüşlü Yahudilik hakkında araştırmalar yaptırıp milleti uyarmaları icab etmez mi?

Dine imana saldırılıyor, birtakım uğursuz ve meymenetsiz güruhlar

“Kahrolsun Şeriat”

diye bağırıyor, Müslümanları sapıttırmak için akıl almaz zındıklıklar yapılıyor;

bütün bunlara din baronlarından tepki gelmiyor, cevap verilmiyor.

Lakin kendileri tenkide uğrayınca, onlardan hesap sorulunca, yaptıkları işler, servetleri sorgulanınca çok şiddetli reaksiyon gösteriyorlar.

Allah Allah, bunlar ne biçim din büyüğüdür ki, mukaddesata saldırı olunca sessiz kalıyor, kendilerine saldırılınca dehşetli tepki gösteriyor?

Ülkemizde

kadın hakları, hürriyetleri, haysiyeti ihlal edilmektedir.

Devletimiz uluslararası antlaşmalara imza koyarak, kadınların fuhuş yapmasına, genelevlerde köle gibi çalıştırılmasına izin vermeyeceğini taahhüt etmiştir. Buna rağmen maalesef üzerinde TC anteti basılı resmî vesikalarla bu işe izin verilmektedir. Müslümanlar bu konuda da broşürler çıkartarak karşıtlarını zor duruma düşürebilirler. Hem sadece Türkçe değil, başta İngilzice olmak üzere çeşitli dünya dillerinde yayınlar yapılmalıdır. Yazıklar olsun ki, bu mevzuda da bir faaliyet yoktur.

Türkiye’deki islâmî hareket fasid bir daire

(kısır döngü)

içine girmiş, âdeta kilitlenmiştir.

Her şey, bütün faaliyetler baronların, hazretlerin, bazı cemaat başkanlarının saltanatları, kaprisleri, menfaatleri, servetleri, şöhretleri için yapılıyor.

İslâmî bir cemaat tarafından yayınlanan bir derginin tirajı bir milyona çıkmış. Buna bir şey dediğim yoktur. Lakin, mutlaka yapılması gereken hayatî, zarurî yayınlar niçin yapılmıyor?

Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân’a, Şeriat’a, fıkha, ehl-i sünnet itikadına saldırılınca niçin müdafaaya geçilmiyor?

Bazı din baronları

(hepsi için demiyorum),

bazı cemaatler düzenle anlaşmışlardır.

Belki

“Ağır kaçtı”

denilebilir ama

bunlar İslâm dâvasını satmışlardır.

Gizli ve esrarlı derin devlet birtakım baronları satın almış, kandırmıştır.

“Türkiye’ye ılımlı İslâm’ı getireceğiz, zaten Amerika da böyle istiyor, bu rejimin başına sizi geçireceğiz”

gibi iğva ve aldatmalarla mest olan hazretler bulunmaktadır.

İslâm’ı müdafaa etmek, zındıklıklara cevap vermek, şeytanî vesveseler üzerine kurulu reform teşebbüslerini çürütmek yasak değildir. Çok şükür ülkemizde henüz gazete, dergi, kitap, broşür çıkartmak serbesttir. Bu gibi konularda ilmî araştırmalar yayınlamaya da kimse bir şey söylemez. Peki, dindar halktan ve zenginlerden her yıl milyarlarca dolar hizmet, faaliyet, yardım parası toplayan birtakım baronlar küfre, şirke, bid’atlere, sapıklıklara, zındıklıklara, reformculuğa karşı niçin faydalı, müessir, ciddî risale ve kitaplar hazırlatıp yayınlanmıyor?

Bazı sözde din büyükleri, baronlar akıl ermez servetlere sahip olmuştur. Onlar bu servetleri nasıl elde etmiştir? Halk onlara bu paraları, zimmetlerine geçirsinler diye mi vermiştir?

Başörtüsü konusunda uzun yıllardan beri büyük bir zulüm hüküm sürüyor. Müslümanlar bu zulmü defetmek için İngilizce bir kitap ve broşür yayınlamamıştır.

Niçin? Paraları mı yok?

Güldürmeyin beni.

Bazı baronlarda ve cemaatlerde milyonlarca dolar vardır.

Hürriyet mi yok? O da var.

Peki ne yok? Maalesef mürüvvet, vicdan, iz’an, insaf, gayret, şecaat, şehamet, firaset, fetanet, basiret yoktur.

Olsaydı, saydığım bu hizmetler şimdiye kadar yapılmış olurdu.

Haçlı seferleri esnasında da İslâm dünyasında bugünküne benzer bir manzara vardı. Bir sürü kralcık, prens, atabek, başına buyruk vali, sergerde. Herkes birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul. Kendi batasıca ikballeri, saltanatları için yemedikleri halt yok.

Rakiplerine karşı din düşmanı zalim Haçlılarla bile ittifak ediyorlar.

Herkes ben diyor, biz diyen yok. Alçaklıklar, hıyanetler, habasetler, cebanetler, namussuzluklar…

O zaman bir Selahaddin Eyyubî çıkmış

da Müslümanları derlemiş toparlamış, Kudüs’ü haçlılardan geri almıştı. Şu asırda İslâm dünyasında bir Selahaddin var mı? 05 Mart 2000