Dinimize Karışmasınlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Arap ülkelerinde birtakım beyinsiz kavmiyetçiler, tarihteki Osmanlı hâkimiyetini “Türk sömürgeciliği” olarak gösterirler. Bizde de, onlara paralel laflar edilmektedir. İslâm’ı Arap kafalılığı, Ezher zihniyeti olarak göstermek isteyen kişiler ve zümreler vardır. Bunlar Kur’an’ın Türkçe tercümesinin esas alınmasını, namazdaki kıraatların Türkçe olmasını isterler. Bu yüzden de, yaptığı Kur’an meâlini Ankara yetkililerinin elinden alan ve ölümünden sonra, kötü maksatla kullanılmaması için yakılmasını vasiyet eden Mehmed Âkif’e ateş püskürürler.
Bu adamlar ve zümreler, genellikle Müslüman olduklarını iddia ederler ama onların Müslümanlığı, “Musalli Müslümanlık” değil, “Musallâ Müslümanlığıdır”, yani onlar namaz kılmazlar, sadece öldüklerinden cenazeleri musalla taşına konulur.
1950’ye kadar Arapça hakikî Ezan-ı Muhammedî okunması yasaktı. Okuyan Müslümanları tutukluyor, döğüyor, işkenceye mâruz bırakıyor, mahkemelerde süründürüyor, zindanlarda çürütüyorlardı. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra iktidara gelen Demokrat Parti, Arapça gerçek Ezan’ın okunmasını yasak eden kanunu kaldırdı ama Ezan ille de Arapça okunacaktır diye bir mecburiyet getirmedi. Lakin, yasak kalkar kalkmaz bütün camilerde Arapça Ezan okunmaya başlandı. Sadece, o zaman İngiltere sömgürgesi olan Kıbrıs’taki ilerici ve Kemalist Türkler Türkçe ezanda direttiler. Sonra onlar da vaz geçti, asıl Ezan-ı Muhammedî’ye döndü.
Din işi vicdan işidir diyorlar ve sonra da vicdanlara tahakküm etmeye yelteniyorlar. İslâm dininin tâlimatını (öğretilerini) hayatlarına uygulayan bütün dindar Müslümanlar Ezan’ın ve Kur’an’daki kıraatin Arapça okunmasından yanadır. Çünkü İslâm millî bir din değil, evrensel bir dindir. Kur’an-ı Kerim’in Arapça indirilmesi dolayısıyla Ezan ve namaz dili de tabiatıyla Arapça olacaktır.
Namaz kılmayan, dinî tatbikatı olmayan, Müslümanlıkları bir “ism ve resm”den ibaret bulunan kimselerin tatbikatlı dindar Müslümanlara baskı yapması medeniyete, hukuka, insanlığa, vicdana, görgüye, temel insan haklarına aykırıdır. Dikkat buyurun baskıdan bahsediyorum. Herhangi bir fikri ve görüşü olan onu elbette söyler, yazar, teklif eder. Buna bir şey diyen yoktur. Fakat baskı, tehdit, sindirme ayıptır, ilkelliktir, zorbalıktır.
Geçenlerde bir dişçi, konuyla hiçbir alâkası olmamasına rağmen, bir açış töreninde dinî konulardan bahsetti, Mehmed Âkif’i tenkit etti, bir kısım Müslümanları “Onları belleyeceğiz” demek suretiyle tehdit etti. Kendisi bir dişçidir. Diş dolgusu ile din olgusunu birbirine karıştırmaması gerekmez miydi?
Ülkemizde iki konuya çok karışılıyor. Biri din konusu, ötekisi siyaset. Bilen de, bilmeyen de; ihtisası olan da, olmayan da; ehliyet ve liyakatı bulunan da, bulunmayan da burnunu bu iki önemli meseleye sokuyor. Sadece karışmakla kalmıyorlar, karşıtlarını suçluyor, itham ediyorlar, tehditler savuruyorlar, baskı yapıyorlar, göz dağı veriyor, korkutmak istiyorlar. Hangi devirdeyiz? Bu yapılanlar ilkellik değil midir?
İslâm Arap dini değildir. Türk dini de değildir ve olamaz. İslâm bütün insanların dinidir. Peygamber Arap olduğu, Kur’an Arapça indirildiği için din ve ibadet dili tabiatıyla Arapçadır. Bunda şaşılacak bir taraf, incinecek bir husus yoktur. Milliyetçilik, 19’uncu asırda Avrupa’da zuhur etmiş bir ideolojidir. Kaldı ki, bir şekliyle Türk milliyetçiliği Ziya Gökalp gibi bir Kürdün, Moiz Kohen Tekin Alp gibi bir Yahudinin ve başka gayr-i Türklerin çıkardığı, teşvik ettiği, geliştirdiği bir cereyandır. Bir Müslüman Türk’ün, Moiz Kohen Tekin Alp’in anladığı ve istediği şekilde milliyetçi ve Türkçü olması mümkün değildir.
Hiçbir dindar Türk kendi kavmini sevmemezlik etmez, ona zarar vermez. Lakin bir ideoloji olarak, Moiz Kohen Tekin Alp’in çıkardığı bir ideolojiyi elbette kabul etmez. Çünkü böyle bir şey Türk’e, Türk kavmine zararlıdır.
Din işlerinin dindarlara bırakılması gerekmektedir. Devletin din işlerine karışması, Müslümanlara baskı yapması hukuka, gerçek laikliğe, temel insan haklarına ve hakikî demokrasiye aykırıdır. Diyanet teşkilatı Rum ve Ermeni patrikleri, Musevî hahambaşılığı gibi devletten ayrı ve bağımsız olmalıdır. Vakıflar bu bağımsız Diyanet’e verilmelidir. Din eğitimi, Müslümanlara terk edilmelidir.
Müslümanlar bu memlekette ezici çoğunluğu teşkil etmelerine rağmen sömürge yerlisi, zenci, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor. Artık bu çarpık idareye son verilmelidir.
Namaz kılmayan, oruç tutmayan, diğer temel ibadetleri yapmayan, Kur’an’a ve Sünnet’e uygun bir hayat sürmeyen kimseler müctehidlik taslayarak “Ezan Türkçe okunsun, namazdaki kıraat Türkçe tercümeyle yapılsın” gibi bid’atleri teklif ve teşvik etmesinler. Yeterli kültürlerinin, uzmanlıklarının bulunmadığı konuları mıncıklamasınlar. Bilmeyenler beyin cerrahisine, nükleer fizik problemlerine, inşaat mühendisliği meselelerine burunlarını sokuyor mu? Bunun gibi, bilmeyenler din işlerine karışmasınlar, dindarlara hakaret etmesinler, tehditler savurmasınlar, baskılar yapmasınlar.
Türkiye’nin son yetmiş sene içinde geri kalması, muasır medeniyet seviyesine çıkamaması, korkunç bir kokuşma bataklığı içine düşmesi din ve dindarlar yüzünden değil, aksine dinsizlik yüzündendir.
Çağ seviyesinde bilgili, kültürlü, ilimli, irfanlı dindar yetişmemesi için açıkça veya sinsice çalışıyorlar. Bu yaptıkları Türkiye’nin aleyhinedir. Bıraksınlar dindar kesim de bilgi, aksiyon ve estetik konusunda vasıflı, güçlü, üstün hale gelsin. Onlar, Türkiye’nin dominant nüfusunu teşkil ediyor. Onların durumu iyi olmazsa Türkiye de iyi olmaz. Bundan iki bin küsur yıl önceki, 20 bin hür vatandaşa mukabil 50 bin kölenin bulunduğu Atina demokrasisi sistemi ile bu devirde bir ülkeyi ilerletmenin, ayakta tutmanın imkânı ve ihtimali yoktur. 24 Ekim 1999