Dinimizin Reforma İhtiyacı Yoktur
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazartesi
Eski ulema (din alimleri) sınıfı tarihe karıştı. Tabakat-ı fukaha (fıkıh ve din alimlerinin dereceleri) yediye ayrılır. Birinci derece “müctehid-i mutlak”tır. Onlar Kitap ve Sünnet’ten doğrudan doğruya hüküm çıkartabilirler. İlk asırdan zamanımıza kadar çok az sayıda mutlak müctehid çıkmıştır. Müslümanlar onların dördünün fıkıh sistemlerini kabul etmişlerdir. Bunlara mezahib-i erbaa (dört mezheb) denilir. Her Müslüman din, ibadet, dünya işlerinde bu dört mezhebten birini kabul etmeli ve onun hükümlerine uymalıdır. Mezhebsizlik, telfik-i mezahib (mezheblerin hükümlerini birbirine karıştırarak uygulamak) İslam dinini ve Muhammedî Şeriatı tehdit eden en tehlikeli bid’attir.
Fakihlerin rütbece en aşağı derecede olanları eshab-ı fetvadır, yine müftülerdir. Bugün, Diyanet İşleri tarafından vilayet ve kazalara (ilçelere) tayin edilmiş olan resmî müftülerin hepsi de gerçekten müftü değildir. Son müftülerden birkaç örnek vereyim: Ömer Nasuhi Bilmen, Bulgaristan Şumnu Nüvvab Medresesi ve Ezher mezunu Ahmed Davudoğlu, Bekir Hakî efendi, eski Eminönü Müftüsü Yekta efendi… Şimdi zamanımızda böyle rasih, fıkıhta yed-i tula sahibi gerçek müftü hemen hemen kalmamıştır.
Bugünkü ilahiyatçılar iki sınıfa ayrılır:
1. İtikad ve fıkıhta ehl-i sünnet dairesinde bulunan, hadlerini bilen insaflı, salih, sünnî ilahiyatçılar. Bunlar kesinlikle ictihad yapmaya kalkışmazlar, dinde reform sapıklığından uzak dururlar.
2. Oryantalist (doğubilimci, müsteşrik) zihniyetli, bozuk ve zındık ilahiyatçılar. Bunların vereceği fetvalar rahmanî değil, şeytanîdir. Bunların peşine düşen sapıtır, maazallah (Allah korusun) ebedî saadetini yitirir. Bunlardan kesinlikle uzak durmak gerekir.
Hazret-i Âdem’den bu yana bütün Peygamberlerin dini İslam dinidir. Sadece muamelatta, Şeriatlarda değişiklik, farklılık olmuştur. Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamdan sonra, önceki Şeriatlar nesh edilmiş (hükümden) kaldırılmıştır. Şimdi geçerli din ve Şeriatlar Muhammedî İslâmlıktır.
Dinimizin hiçbir hükmünde eksiklik, kemalsizlik, noksanlık yoktur. İslâm dininin reforma ihtiyacı yoktur.
İslâm’ın hangi hükümde refom yapacaklarmış? İnanç hükümlerinde mi? Temizlikle ilgili hükümlerde mi? Namaz, oruç, zekat, haç hükümlerinde mi? Ahlâk ve edeble ilgili hükümlerde mi? Muamelat ve ukubatla ilgili hükümlerde mi? Hayır, hayır hiçbirinde refom yapılamaz. Abdest, Peygamber nasıl gösterdiyse öyle alınmaya devam edecektir, Kıyamet’e kadar. Namaz, Peygamber nasıl kılmış, ashabına nasıl öğretmişse öyle kılınacaktır. Maddde medeniyeti ve teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin günün belli vakitlerinde beş kez kılınan namaz yine beş vakit kılınagelecektir.
İslâm’ın ahlâk, edeb, fazilet, hikmetle ilgili hükümleri evrenseldir. Onlarda da değişiklik yapılamaz.
İslâm kadınları birçok hususta erkeklerden üstün ve faziletli kılmıştır. Dinimizin ve Şeriatımızın kadınlarla ilgili hükümlerinde de en ufak değişiklik yapılamaz. Kadınların erkeklerle karışık olarak saf tutup namaz kılmamaları, dinimizin onları hor görmesinden değil; fitne fesat çıkmaması içindir; dine seksî duyguların, süfli arzu ve iştihaların karışmaması içindir; Yahudilikte de böyledir. Ortodoks Museviler de sinagolarda erkekler ayrı, kadınlar ayrı yerde oldukları halde ibadet ederler.
Reformcular zımnen şunu söylemek istiyor; Allah’ın âyetlerinin bir kısmının hükmü geçmiştir, onlara inanmamız, onları uygulamamız gerekmez.
Bu reformcular ve zındıklar Allah’ın âyetlerinin, emir ve yasaklarının, öğütlerinin bir kısmını kabul ediyor, bir kısmını reddediyor. Böyle bir inanca ve zihniyete sahip olanlar nasıl mü’min ve Müslüman olabilir?
Ateistler, dinsizler, İslâm düşmanları dinimizde reform yapılsın diye yoğun propaganda yapıyor. Kuş kadar aklı, böcek kadar iz’anı olan bir Müslüman onların iyi niyetli olmadığını, dinimizi içinden yıkmak için çalıştıklarını anlar.
Tam bir din hürriyeti olmadan gerçek laiklik olmaz.
Din hürriyeti kuru laftan, edebiyattan ibaret değildir.
(1) Siyasî rejim ve iktidar din işlerine karışmamalıdır.
(2) Diyanet İşleri Başkanlığı ya bağımsız olmalı, yahut geniş bir muhtariyete sahip bulunmalıdır.
(3) Cumhuriyet hükümetlerinde birer Din işlerinden sorumlu bakan bulunması, bizdeki sistemin laiklik değil, teokrasi olduğunu gösteriyor.
(4) Bütün medenî ülkelerde olduğu gibi Müslümanlar dinlerini yaşamak, çocuklarına dinî eğitim vermek hususunda yüzde yüz serbest olmalıdır.
(5) İster koyu dindar, ister orta dindar, ister ılımlı dindar olsun, hiçbir vatandaş inancından, ibadetlerinden, dinî fikir ve görüşlerinden dolayı mahkemeye verilmemeli, muhakeme edilmemeli, tutuklanmamalı, hapse mahkum edilmemelidir. Bütün medenî dünyada böyledir, bizde de böyle olmalıdır.
(6) Müslümanlar dinî kimlik hususunda serbest ve korkusuz yaşayabilmelidir.
(7) ABD, İngiltere, Avrupa ülkelerinde Müslüman erkekler ve kadınlar dinî kisve ve serpuşlarla serbestçe gezebiliyor, ünivresitelere girebiliyor. Bizde de, bu konudaki antidemokratik yasaklar kaldırılmalıdır.
(8) Din kültürü, dinî sanat ve edebiyat, din lisanı, din yazısı konusundaki kısıtlamalar ve yasaklar kaldırılmalıdır.
(9) Atatürk’ün kapattırdığı Mason locaları açık da, İslâmî tarikatler niçin kapalı? Hangi medenî ve demokrat ülkede böyle bir yasak var? İslâm tasavvufu, tarikatler, mistik hayat konusundaki yasaklar da kaldırılmalıdır.
Bazı dindar gazeteci ve yazarlar “Zelzele Allah’ın gazabı ve azabıdır” dedikleri için muhakeme edildi ve hapis cezasına çarptırıldı. Bu uygulama da yanlıştır. Dinî inanç ve görüşler muhakeme edilemez.
Türkiye Müslümanları büyük ve ezici ekseriyet (çoğunluk) itibarıyla ılımlıdır, orta yoldadır. Biz Yunus Emre, Mevlana gibi evrensel büyükler yetiştirmiş bir milletiz. Baskılar ve zorlamalar radikalleşmeye, sertliğe yol açar. 28 Mayıs 2002