Hatlı telefonunuz mu var? Dinleniyorsunuz… Cep telefonunuz mu var? Dinleniyorsunuz… Bilgisayardan internete girdiniz?.. Takip ediliyorsunuz… Her yerde kamera var? Gözleniyorsunuz… Ruhunuz duymadan gözleniyorsunuz, dinleniyorsunuz, takip ediliyorsunuz.

Anayasada özel hayat korunuyormuş, Ceza Kanunu, hakim izni olmadan dinlemeyi suç sayıyormuş… Bunlar mâzide kalmıştır. Amerika her yıl milyarlarca dolar harcayarak dünyadaki bütün e-mailleri kontrol ediyor. Dünyanın en mükemmel, en pahalı, en mârifetli bilgisayar sistemleri bu maksada hizmet etmektedir.

Bir e-mail çektin ve şuna benzer cümleler ve ibareler ve kelimeler kullandın:

– Malları bekletmeden gönderin…

– Çocuklar iyi mi, onları dört gözle bekliyoruz…

– Dikkat edin lokumlar yolda bozulmasın…

– Yeğenlerim sizi ziyaret edip görüşecek…

Uçan kuştan mâna çıkartan, buluttan nem kapanlar bizim bu sözlerimizi rumuz ve şifre olarak kabul edip alarm zillerine basabilirler. Sağcılar solcular… Ulusallar kozmopolitler… Gazeteciler, aydınlar, düşünenler ve düşünmeyenler hep dinleniyor. Günde yirmi dört saat dinleme servisleri ful çalışıyor. Bu kadar dinlemeden mânâ çıkartmak ne mümkün… Maksat dinlemek. Bir yığın adam bu dinleme ve gözleme işinden geçimini sağlıyor.

Ogün, chat arkadaşına

“Yarın bir adam vuracağım…”

dedi de dinleyiciler bunu fark ettiler mi? Yahut fark ettiler de boş mu verdiler? Peki bu dinlemelerden, gözlemelerden kurtulmanın çaresi yok mudur? Yoktur yoktur yoktur… Teknik çok ilerledi, kendinizi koruyamazsınız.

Ülkemizde bir değil, birkaç

“Büyük Ağabey”

teşkilatı vardır. Ağabeydir, dinleyeceğim derse dinler. Anayasa izin vermez, Ceza Yasası izin vermez ama onlar yine de dinler. Bu iddialarının gerekçeleri nelerdir? İşin uzmanları böyle söylüyor…

Bir de bazen düğmeyi açık unuturlar, telefonunuzdan dinleme ve gözleme elemanlarının konuşmalarını siz de dinleyebilirsiniz. Sonra fark ederler, çat diye kapatırlar… Hah hah hah… Allah cümlesinin belâsını versin. Öncelikle dinletenlerin.

Daha iyi mi, daha az kötü mü?

Biriyle konuşuyorum, iki kötü adamdan bahs ediyoruz. Karşımdaki zat, bunlardan biri için “O, ötekinden daha iyidir…” diyor. Kendisini ikaz ediyorum, “Kötüye iyi denilmez. Onun için ‘daha az kötüdür’ diyebilirsiniz…”

Güneydoğudaki ilçelerimizden eski bir dost geldi, kendisiyle sohbet ettik. Oradaki durum nasıldır diye sordum. İyi dedi. Şu soruyu yönelttim: Oradaki Müslüman kadın ve kızlar tesettürlü mü?..

“Tesettür az çok var ama eski geleneksel çarşafları terk ettiler, avrupaî mantolar ve eşarplar…”

dedi. Açıklık da artıyormuş…

“Beş vakitte camilerin durumu nasıl?..”

Maalesef ancak bir saf cemaat oluyor…

Ziyaretçim,

“Eskiden oradaki vaziyet çok kötü idi, şimdi nisbeten iyidir…”

diyor. Böyle konuşmak da yanlıştır. Eskiye nisbetle daha az kötü olana iyi denilmez. Biz maalesef değer ölçülerimizi, İslâmî endazelerimizi yitirmiş bulunuyoruz.

İffet yüzde yüz olur. Bir kadın iffetsiz ise bu iffetsizliğin yüzde doksan, yüzde elli veya yüzde bir olması önemli değildir. Yüzde doksan iffetsiz bir kadınla yüzde beş iffetsiz bir kadın mukayese edilirken, ikincisi için “Bu daha iyidir, daha iffetlidir…” demek ne büyük bir mantık ve ahlak hatasıdır. Bazı ahlaklar, faziletler, hasletler ya yüzde yüz olur, yahut olmaz.

İhlâs böyledir. Bu kelimenin Türkçesi katışıksızlık demektir. Halis kelimesi de aynı köktendir. Hâlis zeytinyağı demek, yüzde yüz zeytinyağı demektir. İçinde yüzde bir nisbetinde başka yağ olsa, hâlis olmaz.

Filan zat çok vatansevermiş ama bazen yüzde bir, yüzde iki nisbetinde hainlik edebilirmiş… Böyle bir adama nasıl vatansever deniliyor anlayamıyorum. Eski hırsızlar çok çalıyormuş, bu ise onlar kadar (burası tartışılabilir) çalmıyormuş, binaenaleyh bu namuslu imiş, dürüst imiş… Ne büyük hezeyan!

Bir insan yüzde doksan imanlı olabilir mi? Olamaz… İman yüzde yüz olur, tam olur. Yahut olmaz. Bir kişi,

“Ben Kur’ân’ın 6665 ayetini kabul ediyorum, birini kabul etmiyorum”

derse ne olur. Kâfir olur. İslâmî, aklî, mantıkî ölçülerimizi yitirdiğimiz için az çalan hırsızlara iyi diyoruz… Vatan hainlerine vatansever diyoruz… İffetsiz fahişelere namuslu diyoruz… Yamuklara doğru ve dürüst diyoruz. Filanca on milyar dolar apartmış, buncağız ise 5 milyar dolarcık tırtıklayabilmiş, dolayısıyla “Bu ötekinden daha iyiymiş…” Ne günlere kaldık!

Pamuk Niçin Kaçtı?

Orhan Pamuk apar topar Türkiye’yi terk etti. Giderken de alelacele bankaya uğradı ve hesabından 400 bin dolar çekti. Nobel dolarları… Hazret yeşili sevmez ama doların yeşili başkadır. Peki şimdi hatıra şu soru geliyor:

– Pamuk sahiden bir kısım Türklerden korktuğu için mi kaçtı, yoksa bu kaçışta da bir bityeniği var mı?

Öyle ya, bu kaçan anlı şanlı ve eli bayraklı Nobel kazanmış bir kişidir. Bütün dünya soracak:

– Nobel Pamuk ülkesini niçin terk etti?

– Türkiye’de

“Türkler bir milyon Ermeni kesti”

diyen ak fikirli, aydın zihinli, Nobelli kişilere yaşamak hakkı yok…

– Pamuk gerçekleri söylediği için dokuz köyden kovuldu…

Pamuk Türkiye’den kaçtıktan sonra Ermenistan’a gitseydi orada kimbilir ne coşkun bir tezahüratla karşılanırdı. – Yaşa Pamuk!.. Zito (Ermenicesini bilmiyorum) Pamuk!… Viva Pamuk!.. Sanırım Pamuk oraya gitmek istemiştir ama Ermenistan’da lüks yok, fazla konfor yok, ona göre café chantant’lar yok.

Nereden hatırıma geldi, eskiden Osmanlı devrinde Pamukyan isminde biri varmış… Şu sıralarda Pamuk ismi daha çok kedilere konuluyor.

Bizim Nobel Pamuk’un romanları yabancı dillere çevriliyor ve yedi düvelde satılıyormuş. Satılır da okunmaz. Çünkü, Mösyö Pamuk’un lisanı ve kurgusunu baştan sona kadar okumaya kimsenin tahammülü yoktur. 08 Şubat 2007