Perşembe

23 Haziran 2000 Cuma günkü yazı çıkmamıştır…

Türkiye Avrupa’nın çetin cevizidir. Avrupa Birliği, ülkemizi kendi bünyesi içine almak istemez. Çünkü milletimiz ve ülkemiz Müslümandır. Almadığı takdirde Türkiye İslâm âlemine dönebilir. Bunu da hiç istemezler. Velhasıl iki ateş arasında kalmışlardır. Alsalar olmaz, almasalar olmaz.

Şimdi şöyle bir planları var: Türkiye’de yeni bir İslâm çıkaracaklar ve insan yapısı bu yeni din onları fazla korkutmayacak, rahatsız etmeyecek. Neler istiyorlar:

1. Yeni İslâm’ın Şeriat, fıkıh tarafı olmayacak.

2. Yeni İslâm dünya ve siyaset işlerine karışmayacak.

3. Peygamber ve Sünnet’i, hadîsler hükümden kaldırılacak, din kaynağı olarak kullanılmayacak.

4. İlahî bir din ve nizam olan İslâm’ı suya sabuna dokunmaz bir hümanizma, bir ahlâk sistemi haline getirecekler.

Avrupalılar ve içteki adamları bunca yıldan beri sürdürülen laiklik gayretlerinin istenilen neticeyi vermediğini gördükleri için şimdi var güçleriyle çağdaşlaştırma–sekülarizasyon faaliyetlerine yönelmişlerdir. Yani din ile hayatı birbirinden ayırmak. Dinsiz bir hayat, hayatsız bir din meydana getirmek.

Bu maksatla birtakım ilahiyat profesörleri ile anlaşmışlardır.

Son günlerde Papalık ile birtakım Müslüman kişiler ve gruplar arasında sıkı bir işbirliği görülmektedir.

Urfa’da yapılan Tevhid-i Edyan (Dinleri birleştirme, yakınlaştırma) toplantısı da mânidardır.

Derin devlet sorumluları din konusunda bazı dosyalar hazırlatmakta, müzakereler yapmaktadır.

Türkiye’de ne kadar ateist, Marksist, Farmason, pozitivist, zındık, İslâm düşmanı varsa islâmî gelişmeye karşı alınacak çareler, tedbirler üzerinde durmakta, düşünmekte, çare ve çözümler aramaktadır.

Müslümanlığı kökünden kurutmak istiyorlar. Çocuklara din eğitimi verilemesin, Kur’an dersi verilmesin. Dindanlarla her yerde mücadele edilsin. Müslümanların şirketler kurması, holdingler tesis etmesi, endüstri ve iktisat hayatında dinsizlerle yarışması önlensin. Dinî bir simge olan başörtüsü ile savaşılsın…

28 Şubat’tan sonra başörtüsüne karşı savaş açılınca, büyük bir dinî cemaat okul ve yurtlarındaki bütün kız öğrencilerin ve öğretmenlerin açılmasını emretti ve açılmayanları öğrencilikten ve hocalıktan attı.

Tevhid-i edyan konusunda dönen dolapların içyüzünü bilen yok. Papalıkla, Amerikan ve İngiliz misyoner teşkilatlarıyla ne gibi temaslar ve anlaşmalar yapılmıştır? Ülkemizdeki bir cemaat onlardan maddî yardım görmekte midir? Yoksa bu işbirliği bedavaya mı yapılıyor?

İslâmî taban genellikle çaresizlik ve şaşkınlık içindedir. Futbol kulübü tutar gibi cemaat, hizip, fırka, tarikat tutma, hooliganlık eskisi gibi sürüyor.

Küfür cephesinin her darbesinde Müslümanlardan feryatlar, şikayetler, ah ü vahlar, eyvahlar, zulme uğruyoruz avazeleri göklere yükseliyor.

Türkiye’deki dinsizlik hareketine karşı nasıl bir strateji takip edilmelidir? İnsan haklarına saygılı demokrat Batı dünyasından yardım alabilmek için ne gibi tedbirlere tevessül edilmelidir? Bu konuda bir faaliyet yok.

Önemli Dâvalar

Mahkeme salonları şov yapma yeri değildir. Bilhassa islâmî konulardaki dâvalarda nümayişlerden kaçınmak gerekir.

(1) Birtakım önemli dâvalara mümkün olduğu kadar fazla avukat sokmak yanlış, hem de çok yanlıştır. Hukukta önemli olan kelle sayısı, kemmiyet değil, keyfiyettir, ihtisastır, tecrübe ve birikimdir.

(2) İslâm ile ilgili dâvalarda dindar avukat sokmaktansa, ülkenin büyük, ünlü, sözü geçen, tuttuğunu kopartan hukuk otoritelerini sokmak daha akıllıca olmaz mı?

(3) Gerekirse ve yetkili merciler izin verirlerse yabancı ülkelerden dünya çapında şöhreti olan güçlü avukatlar bile, büyük paralar verilerek kullanılmalıdır.

(4) İslâm ve Müslümanlarla ilgili siyasî bir dâvanın ilk celsesi. Duruşmaya yurdun her yerinden gelen iki yüz Müslüman avukat katılıyor. Salon lebaleb dolu. Televizyoncular, gazeteciler, kameralar, flaşlar… Avukatlara ayrılmış bölmenin ön sırasında oturan sakallı ve Müslüman bir avukat, duruşmanın en heyecanlı yerinde cebinden kocaman bir misvak çıkartıyor ve dişlerini temizliyor… Orası böyle bir işin yeri midir? Bu bir dindarlık gösterisi midir? Akıllıca mı, veya akılsızca mı bir davranıştır.

(5) Mahkemeler tam manasıyla bağımsız olmasalar da, birtakım gizli güçler adalete baskı yapsalar da yine de konu esas itibariyle hukukîdir ve mahkeme salonlarında Müslümanlar hukuk sahasındaki güçlerini, ihtisaslarını, siyasetlerini sergilemekle mükelleftirler. Bu da nümayiş yaparak değil, benim anlattığım gibi olur.

(6) Ord. Prof. Sulhi Dönmezer, Prof. Çetin Özek, Burhan Apaydın çapında beş büyük avukat (eğer dâvayı üzerlerine alırlarsa) iki yüz İslâmcı avukattan daha fazla iş görür, ya beraat ettirir, yahut az ceza ile meseleyi halledebilir.

Başbağlar

Başbağlar Köyü katliâmı hâlâ esrarını koruyor. Orada halk camiden çıkarken kurşuna dizildi ve otuz küsur şehid verildi. Önce birileri yakalandı, sonra Ankara’dan birtakım adamlar geldi, sanıklar ve şüpheliler salıverildi.

Türkiye’nin İslâmcı ileri gelenleri, din baronları, Müslüman parababaları Başbağlar şehidlerine karşı vazifelerini yapmadılar; onların velisi sıfatıyla hak aramadılar. Sivas dâvasında otuz küsur vatandaş, otelde dumandan ölenlere karşılık idam cezasıyla cezalandırıldı. Başbağlar dosyası ise fail-i meçhul dosyalar arasında unutuldu gitti.

Başbağlar şehidlerinin haklarını elbette Farmasonlar, ateistler, Siyonistler, Sabataistler aramayacaktır. Bu iş, bu vazife Sünnî Müslüman kesimin büyüklerine, temsilcilerine düşer. Onlar gerekirse dedektifler tutarak, büyük araştırmalar yaptırarak, milyonlarca dolar harcayarak bu işin üzerinde durmalı, sabır ve azimle meseleyi takip etmeli ve suçluları tesbit edip adalete teslim etmeliydi.

Müslümanlar! Bir Sivas dâvasına bakınız, bir de Başbağlar faciasına. Birinde halk galeyana gelmiş, otelde yangın çıkmış, otuz küsur kişi ölmüştür. Netice: Otuz üç idam cezası… Başbağlar köyünde camiden çıkan mâsum halk kurşuna dizilmiş, otuz küsur vatandaş şehid olmuştur. Netice: Hiç… 24 Haziran 2000