Cumartesi

 

Marksist kızıl sistem çöktükten ve hürriyet geldikten sonra Türkiye’den bazı kişi ve gruplar Balkan ülkelerine giderek oralarda dinî hizmet ve faaliyetler yapmaya başlamışlardır. Bu ülkelerden birinin resmî makamları Türkiyeli Müslüman hocalara müracaat ederek, “Hapishanelerimizde Müslümanlar bulunmaktadır, onlara moral eğitimi verebilir, vaaz u nasihat edebilir misiniz?” diye sormuş, onlar da bu hizmeti memnuniyetle kabul etmişlerdir. Hapishanelere gidilmiş, Müslüman mahkumlarla görüşülmüş, birlikte namaz kılınmıştır.

Ne güzel değil mi? Güzel de, Türkiye’deki bazı kişiler ve makamlar bunu duymuşlar ve hayli tedirgin olmuşlardır. Adını şimdilik veremeyeceğim Balkan ülkesinin ilgili makamlarına müracaat edilmiş, “Bu faaliyeti yapan hocalar Türk vatandaşıdır. Bu gibi çalışmalar bizim kanunlarımıza aykırıdır, önlenmesini istiyoruz” demişler, baskı yapmışlar ve bu hayırlı faaliyeti durdurtmuşlardır.

Olacak şey değil ama maalesef olmuştur.

Birtakım Türk vatandaşlarının başka bir ülkenin tebaası olan Türklere ve Müslümanlara dinî hizmet götürmesinden bile rahatsız oluyorlar.

Bunu devlet mi istiyor ve yapıyor? Hâşâ! Ben devletimizi böyle sapıklıklardan tenzih ederim.

Bu sapıklar milletin, ülkenin, devletin başına tebelleş ve belâ olan çeteler, gizli komitalardır. Devleti de, milleti de, ülkeyi de bunların tasallutundan kurtarmak gerekir.

Bu memlekette Farmason, Sabataist, Siyonist, Ateist, Marksist ve daha bir sürü İslâm dışı azınlık kendi inançlarını, kendi dünya görüşlerini, kendi felsefelerini hâkim kılmak için çalışıyor ve bu tabiî görülüyor da, Müslümanlar kendi inanç ve nizamlarını hâkim kılmak için çalışınca suç oluyor. Böyle demokrasi, böyle adalet, böyle insan hakları, böyle hürriyet olur mu?

Şu anda hanımlarının başları örtülü olduğu için bazı valilere, kaymakamlara, devlet memurlarına büyük baskı yapılmakta, istifa edip ayrılmaları için her yola başvurulmaktadır. Türk devleti böyle bir zulüm yapmaz.

Türkiye Müslümanları bu hale nasıl düşmüşlerdir? Ezici çoğunluğu teşkil etmelerine rağmen kendi ülkelerinde, kendi vatanlarında sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci muamelesi görüyorlar. Bir Müslüman yabancı bir ülkeye gitse, orada din hizmeti yapsa, bizdeki dinsizler yine rahatsız oluyor, oranın hükümetine müracaat ederek, “Bizim vatandaşımız olan filancanın faaliyetine engel olun” diyerek baskı yapıyor.

Herkes beyin ameliyatından anlar mı? Herkes uçak kullanabilir mi? Herkes iyi satranç oynayabilir mi? Bunlar ihtisas işidir. Lâkin son otuz yıl içinde Müslüman kesimdeki milyonlarca cahil, yetersiz, ihtisassız insan din işlerine, siyaset işlerine burunlarını sokmuşlar, sanki bu iki hayatî konunun ordinaryüs profesörüymüşler gibi atıp tutmuşlar, ahkâm kesmişlerdir. Olmayacak dualara âmin denmiş, işe yaramaz reçetelere ümit bağlanmış, birtakım mâceraperestlerin peşinden koşulmuş, bol bol din sömürüsü yapılmıştır. Sonunda bugünkü durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Mühendis, doktor, hukukçu, iktisatçı, tacir… Yorgancı, yumurtacı, yufkacı, yoğurtcu… Bakkal, balıkçı, kayıkçı, kokoreççi… Maşaallah hepsi de siyaset uzmanıydı. En ufak bir itiraza ve tenkide tahammülleri yoktu. Sonunda cümbür cemaat öyle bir çukura düştüler ki, çıkabilene aşkolsun. Farkındalar mı? Bilmem…

Dolandırıcılar

Şirketler, fabrikalar, ticarî müesseseler kurmak ve iktisadî sahada başarılı çalışmalar yapmak elbette tebrike ve teşekküre layık işlerdir. Peygamberimiz (Salât ve selâm olsun O’na) “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” buyurmuşlardır. Son yıllarda islâmî kesimde fabrikalar açıldı, büyük şirketler ve holdingler kuruldu, yurt dışına taşıldı. Bunlar beni memnun ve mutlu ediyor, başarılarına duacıyım.

Ancak bu sahada iyiler olduğu gibi kötüler de vardır. Bazı ehliyetsiz, beceriksiz ve kötü niyetli kişiler ve gruplar birtakım naylon firmalar kurarak halktan büyük miktarda para toplamışlardır. Maalesef dindar kesim çabuk inanıveren bir yapıdadır. İlanlara, reklamlara güveniyor ve parasını çürük müesseselere yatırıyor.

Cuma sabahı güney şehirlerimizden birindeki bir dostum telefon etti. Üzüntülüydü. Gazetelerde, bazı televizyonlarda çıkan reklamlara kanmış ve 50 bin Mark yatırmıştı. Verilen sözler tutulmamış, alınan para da geri verilmemişti.

Dostum, “Bir şeyler yazsanız da uyarsanız” diyordu. Yerine getirilemeyecek vaadlerle halktan trilyonlar toplayan çeteler nasihatle uyanmazlar, kendilerine gelmezler. Yapılacak iş derhal ciddî ve tuttuğunu kopartır cinsten avukat tutarak mahkemeye müracaat etmektir. Ayrıca devletin diğer mercilerine de müracaat edilmelidir. Alınan para iade edilmediği takdirde büyük medyaya da bu gibi işler duyurulmalıdır. Bir sakıncası yoktur.

Ciddî, namuslu, şerefli, akıllıca çalışan şahıs ve şirketlere bir şey dediğimiz yoktur. Konumuz onlar değil, dolandırıcılardır. Bundan böyle bir şirkete, holdinge, şahsa para verirken istihbarat yapınız. İstişare ediniz (danışınız), istihareye de başvurunuz.

50 bin Mark az para değildir. Kimbilir kaç Müslümandan böyle 50 bin Marklar toplayarak büyük bir yekûn devşirmişlerdir.

Bazı naylon şirket ve holdingler bilhassa yurt dışındaki işçilerimize musallat olmuşlardır. Anonim şirket hisse senedine benzer süslü kağıtlar bastırıyor ve para aldıkları kimselere bunları veriyorlarmış. Lâkin kağıt hisse senedi değil, makbuz gibi bir şeymiş. Bu yolla şimdiye kadar trilyonlar, belki katrilyon toplanmış.

Filan yerdeki fabrikamız diye reklâm ediyorlar. Fabrika dedikleri geniş bir baraka, içinde birkaç uyduruk tezgah, beş on işçi…

Peki naylon uyduruk firmalar nasıl kâr ödüyor? Yeni aldıkları paraların bir kısmı ile daha önce para vermişlere kâr olarak veriyorlarmış. Titancılık gibi bir şey. Sonunda saadet zinciri ve dananın kuyruğu kopacaktır.

Yurt dışındaki işçilerimiz naylon firmaların, dolandırıcıların altın madeni haline gelmiştir. Toplayıp duruyorlar. Sonra işler bozulunca, saadet zinciri kopunca, “Masonlar bizi batırdı” yalanları hazırdır.

İslâmî kesimin başını çekenler bu gibi dolandırıcılıkları önlemek için tedbir almalıdır. Kim alacak? Herkes topluyor.

Müslüman gazeteler, televizyonlar şaibeli, şüpheli, Titancı kurumların reklâmlarını yayınlamamalıdır.

Parası olanlara da nasihatım şudur:

Ya çoluk çocuğunuzla bu paraları afiyetle (helâl harcamalar olmak şartıyla) yiyiniz, yahut da ticarî mevzuatı iyi bilen hukukçulara, iktisatçılara, uzmanlara danışarak ciddî şirketlere, holdinglere, kuruluşlara hissedar olunuz.

Büyük boy, dört renkli, ortaklık kağıdına benzeyen paçavralara aldanmayınız. Bilen kişilere bu kağıdın kıymeti ve mahiyeti nedir diye sorunuz.

İslâm’a ve Müslümanlara hakkıyla hizmet edenler başımızın tacıdır. Din sömürüsü yapan, Müslümanları dolandıran ve aldatan alçaklara da lânet olsun!.. 16 Temmuz 2000