ÇarşambaTürkiye, anne ve babaların çocuklarına istedikleri gibi eğitim verebileceklerini garanti altına alan uluslararası bir andlaşmaya imza koymuştur. Buna zıt ve aykırı olarak, on iki yaşından küçüklere din ve Kur’ân dersi verilemeyeceğine dair kanun çıkartılmış bulunuyor. Yaz aylarında anne ve babalar on iki yaşından küçük çocuklarına, bir hoca tutarak Kur’ân okumasını, ilmihal bilgilerini, İslâm dinini öğretmek isteselerdi suç işlemiş olacaklar ve hem kendileri, hem de hoca tutuklanma ve hapse atılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardı.

Bu yasak fazilet üzerine müesses (kurulu) olan cumhuriyete aykırıdır.

Bu yasak demokrasiye aykırıdır.

Bu yasak evrensel temel insan hak ve hürriyetlerine ters düşmektedir, onların vahim bir ihlâlidir.

Bu yasak din ve vicdan hürriyetine zıttır.

Bu yasak akla, hikmete (bilgeliğe), insanlığa, vicdana, sağduyuya, milletimizin ve ülkemizin iç barışına, menfaatlerine ters düşmektedir.

Bu yasağı kimler, hangi güçler çıkartmıştır?

Millet mi? Asla!

Milletin temsilcileri, Meclis mi? Onlar da böyle bir şeyi asla istemez.

Devlet mi? Devletimiz Türk milletinin devletidir. O da böyle bir yasak istemez.

Peki bu yasağı kimler istemiştir?

Bu yasağı kendilerini milletin, devletin, ülkenin, millî menfaatlerin, millî kimliğin, demokrasinin, insan haklarının, hukukun, adaletin üzerinde gören birtakım gizli ve esrarlı egemen güçler istemiştir.

Niçin?

Türkiye’nin genç nesilleri on iki yaşına kadar özel olarak din dersi, Kur’ân dersi göremesinler. On iki yaşından sonra bülûğ buhranları başlayacaktır. Ondan sonra din ve Kur’ân dersi alsalar da fazla faydası olmayacaktır. Böylece dinden kopmuş, lâik, çağdaş, ilerici kuşaklar yetişmiş olacaklardır. Onlar dünya görüşü olarak İslâm dinini, hayat düsturu olarak, Kur’ân’ı, önder olarak Muhammed Aleyhisselâmı değil, resmî ideolojiyi kabul edeceklerdir. Böylece Türkiye’nin İslâm’a kayması tehlikesi önlenmiş olacaktır. Ucuz bir reçete… Hayaller, kuruntular…

Gönül arzu ederdi ki, böyle bir yasak karşısında on milyonlarca Müslüman cesur ve medenî tepkiler göstersin, yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla bu anti-demokratik ve saçma kısıtlamayı protesto etsin.

On milyonlarca Müslüman bunu yapamadılar. Çünkü Müslümanlar iki koldan uyuşturulmuşlar, sersemleştirilmişler, bir inilti bile çıkaramaz hale getirilmişlerdir.

Birincisi: Türkiye’yi perde arkasından idare eden gizli ve esrarlı güçler yıllardan beri halkın beynini yıkamakta, kütleleri zombileştirmekte, robotlaştırmış bulunmaktadır.

Bu gücün karşı kutbu Müslüman kütenin başına belâ olan baronluk sistemidir. Baronlar Müslümanların büyük kısmını parsellemiş olup, milyonlarca dindarı kaz gibi yolmaktan, inek gibi sağmaktan başka bir iş yapmamaktadır.

“Devlet okullarında resmî ve mecburî din dersleri var, onlar çocuklara yeter…” denilebilir. Okullardaki din dersleri bir aldatmacadan ibarettir. Birçok okullarda din dersi yapılmamakta, onların yerine resim, müzik, beden eğitimi dersleri verilmektedir. Zaten yapılsa bile okullardaki din dersi müfredatı İslâm dininin ilkelerine ve hükümlerine uygun değildir. Resmî okul kitaplarına İslâm ile ilgisi olmayan bir sürü bâtıl inanç, saçma sapan malûmat doldurulmuştur. Müslüman bir çocuk, sadece okullardaki din dersleriyle (o da okutulursa) İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenemez.

Maalesef derin devlet bazı din baronlarıyla anlaşmıştır. Bu din baronları kendi ikballeri, kendi saltanatları, kendi menfaatleri için İslâm’ı ve Müslümanları satmışlardır.

On milyonlarca Müslüman haksızlıkları nasıl protesto etsinler ki, onların bir kısmı din sömürücüleri, mukaddesat bezirganları tarafından serseme çevrilmiştir. “Benim hazretim en büyük, öteki hazretler çok küçük… Benim cemaatim en hak, öteki cemaatler berbat…” gibi şeytanî ve eşekçe hezeyan ve kuruntulara kapılmış afyonlanmış ve uyuşuk bir Müslüman, haksızlıklarla nasıl mücadele edebilir? O, baronlar tarafından şartlı refleksli bir mahluk haline getirilmiştir. Vazifeleri şunlardır: (1) Barona ve cemaate para verecek, daha fazla verecek, en fazla verecektir. (2) Baronu ve cemaati körükörüne destekleyecek, bir fotbol hooliganı gibi fanatikçe ve militanca taraftarlık yapacaktır. (3) Barona ve cemaate din ve iman gibi bağlanacaktır. Böyle bir Müslümanın medenî cesaret göstermesi, kafasını çalıştırması, haksızlıklarla mücadele etmesi nasıl mümkün olabilir?

Bu gibi konular ABD, Kanada, Avrupa ülkeleri kamuoyuna duyurulsa belki oradaki demokrat, insanperver, hürriyetçi kesimlerden yardım ve destek alınabilir. Lâkin bu işi yapabilmek için İngilizce, Almanca, Fransızca ve başka dillerde mükemmel broşürler, beyaz kitaplar yayınlar yapılması gerekir. Hem muhteva (içerik), hem de lisan ve üslup bakımından mükemmel yayınlar… İslâmî kesimde maalesef bunu yapacak kültür ve irade yoktur. Başörtülü olduğu için Meclis’e sokulmayan, milletvekili seçildiği için vatandaşlıktan atılan Merve Kavakçı için böyle bir şey yapılabildi mi? Bizim din baronlarımız, kocaman ve kodaman büyüklerimiz, sahte büyük mücahidlerimiz, bulunmaz Hint kumaşlarımız Müslümanlardan hizmet ve faaliyet parası toplama konusunda dünya birincisidirler ama herhangi bir konuda İngilizce küçük, fakat mükemmel bir broşür çıkartmak konusunda akılları çalışmaz.

Din yoluyla riyaset, şöhret, ikbal, servet, itibar, alkış rağbet, zevk ü sefa elde eden birtakım mukaddesat esnafı halkın dikkatinin dağılmasını istemezler. Halk daima onlara yönelik olmalıdır. Diller daima onlardan bahsetmeli, onları övmelidir, eller daima onları alkışlamalıdır, paralar daima onlar için toplanmalı ve onlara verilmelidir. On iki yaşından küçük Müslüman çocuklarına din ve Kur’ân dersi verilmesinin yasak edilmesi önemli değildir. Önemli olan onlardır, onların menfaatidir, onların şahıslarıdır, onların saltanatlarıdır.

İngiltere’de on iki yaşından küçük bir Müslüman kız, başıörtülü olarak okula gidebilmekte, onun bu kıyafetine kimse karışmamaktadır. Bir kere sorarlar: “Bu kızın başı niçin örtülü?” “Müslümandır, ailesi öyle yetişmesini istiyor. Bu bir dinî inanç ve kanaattir” cevabı verilince akan sular durur, kimse itiraz ve tenkit etmez. Böyle bir İngiltere’de Müslümanların Türkiye’de çektikleri sıkıntılar, zulümler, haksızlıklar konusunda Ehl-i İslâm’a yardımcı olacak çok insan, kurum, güç vardır. Lâkin onlar Türkçe bilmez. Mutlaka mükemmel İngilizce yayınlar yapmamız, onların ilgisini çekmemiz gerekiyor.

Bu hizmet ve faaliyeti kimler yapacak? 28 Eylül 2000