ÇarşambaBİRKAÇ yıl önce, zamanın cumhurbaşkanı Sevr andlaşmasının hortlatılmak istendiğinden bahsetmişti. Sevr ne demektir? Kısacası Türkiye’nin parçalanması…

Basında yer almayan, resmî ağızlar tarafından beyan edilmeyen bazı rivayetler duyuyorum. Bunlar fikir savcıları, istihbaratçılar, bu memleketi sevenler bakımından üzerinde durulması gereken iddialardır.

Birincisi: Ermenistan sınırı civarında yıllardan beri, alışılmışın dışında bir kadastro trafiği varmış yâni araziler, mülkler çok ucuz fiyatlara el değiştiriyormuş.

Uzun yıllardan beri Türkiye’nin bazı bölgeleri boşalıyor veya boşaltılıyor. Ben, çok sinsi metodlarla boşaltıldığı kanaatindeyim. Buralarda bir boşluk, sahipsizlik olacak ve günün birinde, vakt-i merhunu gelince, fırsat zuhur edince o topraklara başka halklar yerleştirilecek.

İkincisi: Güneydoğumuzda GAP bölgesinde de, dostumuz ve müttefikimiz İsrail ve Yahudiler büyük yatırımlar yapıyor. Oralarda da, bir boşaltılma, sahipsizlik meydana getirildi ve şimdi başkaları el koymaya başladı.

Kimse bana çok kuruntulusun demeye kalkmasın. Amerikalı misyonerlerin kurduğu Robert Kolej başlangıçta çok mâsumâne görünüyordu ama Osmanlı İmparatorluğu’nu ve İslâm Hilafetini yıkan o okuldur.

Bazıları, “Türkiye’yi bölmek ve parçalamak istiyorlar” diye feryat ediyor. Bu bölme, parçalama, paylaşma işi çoktan başlamıştır da haberleri yok.

Bu ülke nasıl bölünür, parçalanır, bu millet nasıl perişan edilir, bu devlet nasıl çökertilir?

Önce devletin, milletin, vatanın en büyük gücü, temeli, dayanağı olan dine ve millî kimliğe saldırılır. Birtakım beyinsizlere, atalarına ve tarihlerine küfrettirilir.. Eğitim, üniversiteler, edebî-yazılı lisan, kültür, sanat dejenere edilir.

Sonra halk Türk-Kürt, Sünnî Alevî, İlerici Gerici, Laik Dinci, Sağcı Solcu diye kutuplara, kamplara, düşman cephelere ayrılır. Çekişmeler, gerginlikler meydana getirilir.

Derin devlet, resmî ideoloji diye bir heyûlâ çıkartılır bu heyûla; devletin, milletin, millî iradenin, hukukun, demokrasinin, insan haklarının üzerinde tutulur.

Çoğunluğu devletten soğutmak için açıkça veya sinsice zulümler yapılır. Bütün medenî ülkelerde serbest olan, saygı gören başörtüsüne saldırılır. Tesettürlü Müslüman kızlar okullara ve fakültelere sokulmaz. Sakallı memurlar işlerinden atılır. Namaz kılan memurlara baskı ve zulüm yapılır. Milyonlarca vatandaş kendi devletinden soğutulur.

Ülkenin iktisadî ve mâlî temelleri çökertilir. Ziraat ve hayvancılık öldürülür. Vaktiyle tahıl ambarı olan ülkemiz dışarıdan buğday almaya, et ithal etmeye mecbur bırakılır.

Devletin ve ülkenin en büyük sembolü olan Türk parası bitirilir.

Rüşvet, rantçılık, faizcilik, hırsızlık, kokuşma, hortumlama, haramilik teşvik edilir. Üç beş kuruş çalan hapse tıkılır, banka soyan namussuz ise özel helikopterler ve uçaklarla keyif sürerek milletle ve devletle alay eder.

Türkiye’nin geleceğini pek parlak görmüyorum. Nurlu ufuklar, pembe tablolar edebiyatına inanan varsa akıllarına şaşarım.

Memleketi öylesine bitirdiler ki, denizlerdeki balıkları bile kuruttular. Çarşılarımızda, pazarlarımızda binlerce çeşit Güney Kore, Taiwan malı satılıyor, sokaklarımızda Kore arabaları dolaşıyor. Kore ve Taiwan’da ise bir tek Türk malı, Türk otomobili yok.

Ülkenin gelirinin yüzde seksenini küçük bir azınlık yiyor. Yirmi milyon halk işsiz, esnaf kan ağlıyor, fabrikalar kapatılıyor, atölyelerin kapılarına kilit vuruluyor.

Sosyal Sigortalar, Emekli Sandığı, Bağ-Kur iflas etmiş durumda. Vaktiyle bir Fak-Fuk fonu vardı. Acaba o ne oldu? O fonun trilyonları nereye gitti?

Ülke çapında genel bir çözülme ve dağılma müşahede ediliyor. Tuzları kuru militan Sabataycıların, İslâm düşmanı Don Kişot’ların tek dertleri irtica tehlikesidir. Memleket batıyormuş, umurlarında mı? Yeter ki resmî ideolojiye bir şey olmasın.

Memleket o derece bağımlı hale gelmiş ki, büyük bir Müslüman holding bile, Amerika’ya yaptığı ihracatı İsrail kanalıyla yapmak zorunda bırakılmıştır.

Şu koskoca ülkeyi o hale getirdiler ki, pirincimizi bile dışarıdan getirtmek zorunda kaldık.

Halkın ahlakını çökerttiler. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ülkemize sefer eden birkaç on bin Nataşa Samsun’dan Hopa’ya kadar Doğu Karadeniz sahillerini perişan etti. Koskoca oteller genelev gibi çalıştı. Anlı şanlı nice herif doğrudan doğruya veya göz yumarak pezevenklik yaptı. Nice aileler yıkıldı, milyarlarca dolar fuhşa ve zinaya verildi ve yurt dışına uçtu.

Halkı sersemleştirdiler. Para tek değer oldu, din ve imanın yerine geçti. Lüks, pahalı, israflı, gösterişli, gurur ve kibir verici otomobil edinmek ve bunlara binip gezip tozmak cinnet haline geldi.

Gençliği mahvetmek için fuhşu teşvik ettiler, lise öğrencilerinin yüzde yetmiş dördüne uyuşturucu verdiler.

Bu milleti, bu ülkeyi, bu devleti ayakta tutan güçlerden biri de helâl haram kavramıydı. İnsanlar helal kazanç için çalışır, haramdan kaçarlardı. Bu kavramı yıktılar; haram, uğursuz, pis kazançları teşvik ettiler.

Biz bu topraklarda bin yıldan beri varız. Tarihimizin en şanlı çağları İslâm’a sarıldığımız, İslâmî ölçülerle hareket ettiğimiz, İslâm ahlakı ile bezenmiş olduğumuz zamanlardır. İçteki ve dıştaki düşmanlârımız bu milleti İslâm’dan soğutmak için her mel’aneti yaptılar ve sonunda bu yıkıma sebebiyet verdiler. Şimdi kalkmışlar, harabeler üzerinde uğursuz uğursuz öten baykuşlar gibi hâlâ irtica tehlikesi var yaygaraları kopartıyorlar.

Soysuzun biri kalkmış Fatih’e saldırıp küfür ediyor, “İstanbul’un fethi bir zulümdür” mealinde konuşacak kadar zıvanadan çıkıyor. Türkiye’yi latinleştirmek ve lâ-dinleştirmek için her habaseti yaptılar Hani kalkınacaktık, hani en ileri seviyeye yükselecektik? Tam tersine oldu, Battıkça batıyoruz.

Dinsizlik bizi medenileştirecekti de niçin hâlâ bir tek dalda bile Nobel alamadık?

Niçin yüzde yüz yerli ve millî Türk otomobilleri ABD’de, zengin Avrupa ülkelerinde seyretmiyor. Yok ki, dolaşsınlar. Dinsiz zihniyet bize, kendi otomobilimizi yapmayı yasakladı.

Ekonomik ve kültürel sahalarda ülkemiz gizli bir sömürge haline getirilmiştir.

İşte militan dinsizliğin; işte maziye, ecdada, tarihe sövmenin, işte haram yiyiciliğin, işte faizciliğin ve rantçılığın işte evrensel ve transandantal değerlere karşı gelmenin acı sonu. 05 Ekim 2000