Salı

 

Bir yazımda

“Evlerinizi, mülklerinizi satıp, parasıyla en zeki, en kabiliyetli, en istidatlı çocuklarınızı dünyanın en vasıflı liselerinde ve üniversitelerinde okutunuz”

diye yazmıştım. Türkiye çoğunluğunun kurtuluşu ancak ve ancak bu şekilde mümkün ve kabil olur.

Mesela Avusturya’nın çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün birkaç lisesi seçilecek, bunların idareleriyle anlaşılacak, her birine yirmibeşer öğrenci gönderilecek. Bunlar için özel bir yurt olacak, başlarında hem disiplinli olmaları, hem de ahlâk ve karakterleri için ehil adamlar bulunacak.

Osmanlı İmparatorluğu 1866’da Paris’te

“Mekteb-i Osmanî”

adıyla özel bir okul açmış ve oraya talebe göndermişti. Daha sonra bu işin çok zor olduğu görülmüş, 1868’de

Galatasaray Mekteb-i Sultanî’si açılmıştı.


Galatasaray Sultanîsi,

Amerikan Protestan misyonerlerinin açtığı Robert Kolej adlı mektebe karşılık olmak üzere

kurulmuştur.

Robert Kolej

Osmanlı devletini yıkmak, Hıristiyan unsurlara bağımsızlık fikri ve ruhu aşılamak, İslâm’ı ve Hilafet’i çökertmek maksadıyla kurulmuştur. Galatasaray Mektebi ise Osmanlı devletini yani Türkiye’yi ayakta tutmak, İslâm’ı ve Müslümanları yüceltmek ve güçlendirmek için… Galatasaray için

“Batıya açılan pencere…”

edebiyatı yapılıyor.

Batıya açılan pencere ama nasıl bir pencere.

Galatasaray’da, Sultan Abdülhamid’in alaşağı edilişi ve Hilafet-i hakikiyenin ve İslâmî iktidarın son buluşu tarihine, yani 1908’e kadar günlük namazları cemaatle, okul imamının ardında kılmak bütün Müslüman öğrenciler için mecburî idi. Okulda sarıklı din hocaları ders veriyordu. İkinci Meşrutiyet’te namaz kılmak, mecburî olmaktan çıkartılmış, ihtiyarî (isteyen kılar, istemeyen kılmaz) yapılmıştır.

1924’te de, okulun büyük mescidi kapatılmış, depo yapılmış, namaz yasaklanmıştır.

Namaz kıldığım, dindar olduğum için bazıları benim için, “Galatasaray’ın imalat hatasıdır” diyorlar. Asıl imalat hataları İslâm düşmanı olan Galatasaraylılardır. Galatasaray’daki bu tersliğin mimarları kimlerdir? Pembelerdir, Pembelerdir… Malûm:

«Benzeme, benzet»

ilkesi…

Her neyse biz yine konumuza dönelim.

Viyana’da bir koleje 25 öğrenci göndermiştik..

. Bunların özellikleri, sıfatları, şartları nasıl olacaktır?

Madde 1: Zekaları yani

IQ’ları yüksek

olacak. 100’den aşağısı alınmayacak.

Madde 2: Zekâları teknokrat zekası değil, Pascal’ın

“Esprit de finesse”

(pratik zekalı, yönetici zeka)

dediği cinsten olacak.

Madde 3:

Ahlâk ve karakter

yapıları

(Sekiz ana karakter türü vardır)

işe yarar cinsten olacak. Apatik, amorf, muhallebi çocuğu tipler okutulmayacak.

Madde 4:

Cevherleri, tahtaları çok değerli olacak.

Kavak tahtaları okutulmayacak. Ceviz, meşe, gürgen, akaju, abanoz, tek, kestane ağacı seçilecek.

Madde 5:

Olağanüstü bir azme, hırsa, çalışma gücüne, sabra

sahip olacaklar.

Madde 6: Türkiye’ye (Devlet, halk ve vatan olarak) ve evrensel yüce gerçeklere

hizmet idealine

sahip olacaklar.

Madde 7:

Başarılı, vasıflı, üstün olmak için gece gündüz çalışacaklar.

Avusturya Lisesi onlara millî kültür, millî kimlik, dinî eğitim veremeyeceği için, kendileri bu sahalarda özel, paralel, alternatif bir eğitime tabi tutulacak. Bunun için Viyana’ya ehil ve başarılı hocalar gönderilecek.

Beş yabancı dil bilecekler: Almanca, Arapça, Farsça, İngilizce ve başka bir Batı dili daha. Osmanlıcaya,

eski divanları eski yazıyla okuyup şerh edebilecek derecede

vakıf

olacaklar.

Ahlâk, karakter, nefs terbiyesi konusunda fütüvvet eğitimi görecekler. Bilgi, aksiyon ve estetik boyutları son derece gelişmiş olacak.

Bu öğrencilerin hiçbiri teknik konularda eğitilmeyecek. Hepsi de edebiyat, tarih, iletişim, siyaset-bilim, hukuk, mimarlık, güzel sanatlar, dekorasyon, moda, şehircilik, sosyoloji, antropoloji gibi sahalarda yüksek tahsil yapacak. Bu öğrencilerin hiçbiri dünyaya dönük olarak yetiştirilmeyecek, hepsine istisnasız zühd ruhu aşılanacak.

Para ve maddî menfaat konusunda hiçbir güç onları eğemeyecek, bozamayacak. Yurda döndükleri zaman kimisi gazetecilik yapacak, kimisi eğitim işleriyle, kimisi mimarlık ve sanatla uğraşacak.

Bunlar ileride Türkiye’nin değil, dünyanın en güzel ve kaliteli dergisini çıkartacak.

İleride şartlar müsait olduğu vakit ülkemizde Eton kolejinden daha gözde liseler açacaklar.

Bunların biri modacı olarak yetişecek ve bütün dünyanın hattâ düşmanlarımızın hayran kaldığı tesettür kıyafetleri hazırlayacak.

Belki bir tanesi şair olacak ve neşideleriyle milyonlarca insanı coşturacak, harekete getirecek. Biri romancı olacak, kitapları elli dünya diline çevrilecek, Nobel veya benzeri bir ödüle layık görülecek.

Bunlar, yurda döndükten sonra en az on sahada ilmî araştırma enstitüleri açacaklar.

Bu gençlerden hiçbiri:

  • Din sömürüsü yapmayacak,
  • Saf Müslümanları dolandırmayacak,
  • Benlikleri için çalışmayacaklar, dini ve mukaddesatı kendi şahsî nüfuzlarına ve prestijlerine alet etmeyecekler.
  • Ellerine imkân geçse de zengin olmayacaklar. Mal ve servet beyan listeleri pek kısa olacak.
  • Kendilerinde hubb-i riyaset (başkanlık sevgisi ve hırsı olmayacak.)

    Bunlar yeryüzünde Allah’ın Şâhitleri, Peygamberin askerleri olacak.


    Böyle kişilerin bu dünyada başlarına neler gelir biliyor musunuz? Bir hadîs meâli vereyim:

    Bir zat, Peygamberimize gelmiş ve

    “Ya Resûlallah! Sizi çok seviyorum..”

    demiş. Peygamber ona:

    “Öyleyse hazır ol, belâ

    (dünya sıkıntıları, çilelerle imtihan)

    hemen başına gelir”

    cevabını vermiş. Ne buyuruluyor:

    “Belaların en şiddetlisi Peygamberleredir. Sonra derece derece…”

    Dünyayı kendileri için yalancı, sahte bir cennet haline getirmek isteyen gafiller bu dine, bu vatana hizmet edemezler.

    Çilesizlerin yaptıkları hizmet değil, hezimettir.

    Dinleri ve imanları para olanlar bize idealistlik taslamasın.

    19’uncu asırda Rus istilasına ve saldırısına karşı Kuzey Kafkasya’da Müridizm hareketi kurulmuştu. Müridizmin esası Nakşîlik idi. Türkiye’yi böyle bir zihniyet Tanrının izin ve yardımıyla kurtarabilir.

    Paraya ve menfaate tapanlardan nefs-i emmarelerini put haline getirenlerden, kendi ülkelerini ve halklarını talan edenlerden hayır gelmez.

    İslâm dünyası ve Türkiye, yeni Selahaddin’ler, yeni Emîr Abdülkadir’ler, yeni Şâmil’ler bekliyor.

    Selahaddin öldüğünde başveziri Şam sokaklarında dellal gezdirmiş,

    “Ey ahali, bilmiş olunuz ki, şunca ülkenin sultanı olan Selahaddin ölmüştür ve terekesi cenaze masraflarına yetmediği için dostları ve yakınları yardımcı olmuştur…”

    08 Haziran 2005