Perşembe

Genç dostlarımdan biriyle sohbet ederken, konu Agresif Misyonerlerin ülkemizdeki faaliyetlerine geldi. Muhatabım iktidarı futbol kulübü tutar gibi tutuyor, üzerine toz kondurmuyor. Şöyle dedi: “Amerika’da, Avrupa’da akın akın Müslümanlığı seçenler var. Bizde de, birkaç vatandaş Hıristiyan olsa ne çıkar?” Ona bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım, anlamadı. Bir Müslüman, Tevhid dinini bırakıp Teslis dinine geçen vatandaşını hoş göremez. Dinimiz buna izin vermiyor.

Amerika ve Avrupa’da Müslüman olanlar, Hak Dine bağlanmış oluyorlar. İslâm’ı bırakan ise, haktan uzaklaşmış oluyor. Bir Müslüman nasıl olur da, hakka gelmekle, haktan kopmayı bir görebilir? Bir ateist, dinsiz, İslâm düşmanı için bu konuda problem yoktur, o zaten inanmıyor. Sen hem Müslüman olacaksın, hem de İslâm’ı bırakıp Teslis dinine girene hoş görüyle bakacaksın. Olacak şey değil.

Başka bir zat, Anadolu’nun küçük bir ilçesinden telefon etti. Benim dinler arası diyalog aleyhindeki yazımı beğenmemiş, “Siz çelişkiye düşüyorsunuz” dedi. Bu ikinci zatın, bir cemaat büyüğüne gönül vermiş olduğu anlaşılıyor. Ehl-i sünnet İslâmlığında din büyükleri, peygamberler gibi mâsum sayılmadığından, onun bağlı olduğu hoca efendi, diyalog konusunda yanılmış olabilir. Önemli olan isabet mi ediyor, yoksa hata mı ediyor, bu hususun din, akıl, mantık ölçüleriyle desteklenen gerekçelerle izah ve isbat edilmesidir.

Diyalog kelimesinin bir lügavî (sözlükle ilgili) bir de, ıstılahî mânâsı vardır. Lügavî mânâda Müslümanlar, Hıristiyanlarla elbette konuşurlar, görüşürler, diyalog yaparlar.

Istılahî mânâda diyalog, son kırk yıl içinde Katolik kilisesi tarafından çıkartılmış bir cereyandır. Onlar “diyalogu” Müslümanları yumuşatmak, Teslis dinine çekmek için, yani misyonerlik maksadıyla kullanıyorlar.
Bu mânâda Müslümanların diyalog tuzağına düşmemeleri gerekir.

Birtakım ucuz ve gülünç bahaneler ileri sürülüyor. Diyorlar ki: “Fena mı yani, bu diyalog vasıta ve vesilesiyle Ehl-i Kitabı, gayr-i müslimleri dinimize çekebiliriz…” Bunlar kuruntudan ibarettir.

Istılahî mânâda diyalogu kabul eden bir Müslüman:

  • Hazret-i İsa’yı Tanrı’nın oğlu, Tanrı olarak kabul eden,
  • Hazret-i Muhammed’in Peygamber olduğunu kabul etmeyen, O’nu inkâr eden,
  • Kur’ân-ı Kerim’in Allah tarafından vahiyle gönderilmiş hak, ilahî Kitap olduğunu kabul etmeyen,
  • İslâm dininin hak din olduğunu kabul etmeyen… kimselerle aynı masaya oturmuş, onlarla işbirliği yapmış olur. Böyle bir şey, zımnî olarak İslâm’ın birtakım temel gerçeklerini inkâr, en azından hafife almak olmaz mı?

    Müslüman âlimlerle, Hıristiyan âlimler birtakım ilmî ve seviyeli müzakereler ve tartışmalar yapabilirler. Ancak bunun gündemi şu olmalıdır:

  • Hıristiyanların Kitab-ı Mukaddesleri tahrife uğramış mıdır, uğramamış mıdır? Onlar Tanrı sözü müdür, yoksa çeşitli kullar tarafından, çeşitli tarihlerde yazılmış metinler midir? İlâve, çıkartma, değiştirme olmuş mudur?
  • Hazret-i İsa, Peygamber midir, -hâşâ- Tanrı mıdır?
  • Müslümanlar Hazret-i Muhammed’in, Allah’ın bütün insanlığa göndermiş son peygamber olduğunu Hıristiyanlara anlatmakla, isbat etmekle vazifeli ve yükümlüdür.
  • Daha önce nasıl Tevrat, Zebur, İncil gönderilmişse, onlardan sonra da, Allah tarafından Kur’ân kitabı gönderilmiştir. Bu husus da müzakere edilmelidir.
  • İslâm’ın gelmesiyle, ondan önceki dinlerin hükümlerinin kaldırıldığı, yeryüzünde tek geçerli dinin İslâm olduğu, İslâm’ın dışında ebedî saadet ve selâmet bulunmadığı hususu da müzakere edilmelidir.

    19’uncu asırda Hindistan’da, İngiliz misyonerleri Müslüman halkı kendi dinlerine çekmek üzere hummalı bir faaliyet gösteriyorlar, bu hususta sömürge idaresinden de destek alıyorlardı. Hindistan’ın büyük İslâm alimlerinden Rahmetullah Dehlevî ile misyoner papaz Pfander arasında, büyük bir dinleyici kitlesinin takip ettiği bir açıkoturum ve tartışma yapılmış; sonunda Rahmetullah Efendi galip gelmiş, Pfander yenilmişti. Bilahare bu değerli İslâm alimi, misyonerlere reddiye mahiyetinde “İzharü’l-Hak” adıyla Arapça bir eser kaleme almıştır.

    Bizde birtakım Müslümanlar, körü körüne, futbol kulübü tutar gibi cemaat, hizip, fırka tutuyorlar; böyleleri bağlı bulundukları “Hazret”in hiç yanılmayacağını, ne söylerse doğru söylediğini, yüzde yüz isabet ettiğini iddia ediyorlar. Tabii ki yanlış bir düşünce…

    Bu gibi cemaat ve hizip holiganlarına birtakım afyonlar zerk edilmektedir:

  • Ehl-i Kitap ile aramızda esaslı hiçbir ihtilâf, farklılık yoktur.
  • Dinler arası diyalog ve evrensel kardeşlik hareketi, dünya barışına hizmet edecektir.

    Bunlar maalesef boş ve tehlikeli kuruntulardan ibarettir. Müslümanları tuzağa düşürmek için ortaya atılmıştır. Bir Müslüman, İslâm’ın Allah katında tek hak ve geçerli din olduğu gerçeğini, bir an bile hatırından çıkartmamalıdır. Dinler arası diyalog konusunda uyarıcı bilgi edinmek isteyenler olursa aşağıdaki internet sitesine müracaat edebilirler: http://www.diyalogmasali.com/

    İslâm müşâreket (ortaklık) kabul etmez. Katolik kilisesi nasıl
    “kilise dışında, selamet ve ebedî saadet yok”
    diyorsa, İslâm da, kendisi dışında hak din olmadığını açıkça beyan etmektedir.

    Tekrar ediyorum, lügavî mânâda Ehl-i Kitab’la her zaman konuşuruz, görüşürüz, müzakere ederiz, müsbet mânâda, ilmî ve seviyeli şekilde tartışabiliriz. Ancak “dinler arası diyalog ve evrensel kardeşlik” tuzağına düşmemeliyiz. 16 Nisan 2004