Diyanet Başkanlığı’na
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Bundan epey zaman önce Sultanahmet Camii’ne tâyin edilecek imamın şartları ve vasıfları hakkında bir yazı kaleme almıştım. Bu cami, ülkemizin en fazla turist ve ziyaretçi çeken mâbedi ve âbidesidir. Yabancıların “Mavi Cami” adını verdikleri bu ibâdet yerimiz İstanbul’umuzun, Türkiye’nin sembolü haline gelmiş bulunmaktadır. Elbette böyle bir yerde vazife yapacak bir kimsede dinî ilimlerin ve imamlık ehliyetinin yanında birtakım kültür, sanat, medeniyet, görgü üstünlükleri de bulunması gerekir.
Bu şartların bazılarını sayayım:
(1) Mükemmel Türkçe-Osmanlıca bilmesi gerekir. Üç yüz kelimelik sokak ve gazete Türkçesi bilmekle iş bitmez. Zengin yazılı-edebî Türkçe’ye vâkıf ve âşina olmalıdır.
(2) Arapça bilmelidir. Sarf nahiv Arapçası yeterli değildir. Açtığı herhangi Arapça bir eseri okuyup anlayabilmeli, aksan farkı olsa da, Araplarla edebî, fikrî, kültürel sohbet yapabilmelidir.
(3) Tercihan İngilizce, o olmazsa Fransızca veya Almanca gibi büyük bir Batı dilini bilmeli, bu lisanla fikrî ve kültürel kitap okuyacak güce sahip olmalıdır.
(4) Yaşayış itibarıyla şehir kültürü dairesi içinde bulunmalı; İstanbul görgü ve terbiyesine sahip olmalıdır.
(5) Dinî veya sosyal konularda araştırma yapan, ilmî makaleleri yayınlanan, kitapları çıkan bir kimse olmalıdır.
(6) Mümkünse âileden rantı olmalı, sadece imamlık maaşı ile geçinmek zorunda kalmamalıdır.
(7) Sanat boyutu da bulunmalıdır. Hat, ebrû, tezhip, sulu veya yağlı boya resim ve bunlara benzer bir sanatla iştigal etmeli, eserler vermeli, sergiler açmalıdır.
(8) Vasıflı, ağırlıklı, hürmet telkin eden güçlü bir şahsiyete sahip olmalıdır.
(9) Karizması olmalı, bu karizma ile gençliği, aydınları dine, ahlâka, fazilete, iyiliğe çekebilmelidir.
Eskiden Osmanlı atalarımız büyük camilerin imam hatipliği hususunda çok titiz ve dikkatli davranırlardı. Süleymaniye Camii vakfiyesinde, bu ulu mâbede imam-hatip olacak zatın şartları sıralanırken, zevcesinin güzel olması maddesi bile yazılmıştır. Bunun sebebi de şudur: Böyle bir zevceye sahip olan din vazifelisinin gözü dışarıda olmaz, herhangi haram bir iş yapmaz, hattâ buna niyeti bile olmaz…
Yarın (2 Mayıs tarihinde) İstanbul vilayet müftülüğü, Beyazıt ve Sultanahmet camilerinin de içinde bulunduğu birtakım mâbetlere imam seçmek üzere bir imtihan yapacaktır. Ancak bu imtihan herkese açık gibi görünmekle birlikte, hâlen teşkilâtta imam-hatiplik yapan personele kapalı tutulmaktadır. İlanı görüp müracaat eden nice kimse şifahî olarak geri çevrilmektedir.
Ben temiz, faziletli, vicdanlı, ahlâklı, takvalı Diyanet mensuplarını ve ilgilileri tenzih etmekle birlikte kendilerini bir husus hakkında uyarmak istiyorum.
Sultanahmet Camii geliri bol bir mâbedimizdir. Bir müddetten beri bu paralar iyi idare edilen bir dernek tarafından toplanmakta ve caminin ihtiyaçlarına harcanmaktadır. Hattâ şahsen derneğe müracaat ettim ve camiye büyük boy, yazısı ve tezhibi çok sanatlı bir “hilye-i şerif” levhası asılmasını teklif ettim. Onlar da prensip itibarıyla kabul ettiler.
Ancak senelerce önce, Sultanahmet’te turistlerden para toplanması işinin üzücü tarafları olmuştur. Güneş gazetesi yıllarca önce iki kere manşetten bu rezaleti haber olarak vermiştir.
Yine Diyanetçileri ve ilgilileri tenzih ederek haber veriyorum ki, gizli bir çete Sultanahmet’in bu gelirlerine el koymak üzere planlar yapmakta, bazı kimseleri bazı yerlere getirmeye çalışmaktadır. Bu konuda fazla yazmak istemiyorum. Diyanet ilgilileri ve sorumluları büyük vebal altındadır. Bahsettiğim gizli çeteye karşı tedbir almalarını beklemekteyiz.
Yarın yapılacak imtihan sadece müezzinlere ve başka kurumlardan geçiş yapacaklara açıktır. “Gizli çete” kulis yapmakta ve kendi adamlarını, “geliri bol” camilere tâyin ettirmek için çalışmaktadır. Bunların düzenleri ve dolapları akamete uğratılmalıdır.
Müezzinlerimiz içinde elbette çok faziletli, çok vazifeşinas, çok değerli kardeşlerimiz vardır. Ancak yazımın başında sıraladığım şartlara ve vasıflara sahip müezzin var mıdır? Sultanahmet ve Beyazıt gibi camilerin mihrabına geçebilecek vasıflı, güçlü, üstün, âlim, fâdıl müezzin bulunmakta mıdır?
Din görevlileri arasında bu konu konuşulup duruyor. Şüpheler, üzüntüler, tereddütler çoktur.
Ben cemaatten biriyim. Biraz okur-yazar bir Müslüman olarak, dinimizde emanetlerin ehillerine verilmesi kuralının ne kadar önemli olduğunu bilmekteyim. Vaktiyle bir hadîs okumuştum: “Emaneti ehline vermeyen, Muhammed’in getirdiği dine hıyanet etmiş olur” mealindeydi. İmamlıklar, hatiplikler, vaizlikler, müezzinlikler, müftülükler hep birer emanettir. Bu gibi hizmet ve makamlar mutlaka ehil kimselere verilmelidir.
Dinî hayatımızın kalitesi çok düşmüştür. Cuma hutbeleri basitleşmiş, basmakalıplaşmış, yavanlaşmıştır. O güzelim edebî ve zengin Türkçemizle gönülleri heyecana veren, gözleri yaşartan, kütleleri harekete geçiren kaç hutbe okunuyor bu memlekette? Vaazların da kalitesi düşmüştür.
İmamların cübbeleri, sarıkları, yürüyüşleri, imamet edişleri de yeterli değildir. Birkaç istisna kaideyi bozmaz.
Geçen cuma, İstanbul’da misafir olarak bulunan bir il müftüsü, büyük bir camideki hutbeyi dinledikten sonra âdeta çılgına dönmüş. Küçücük Arapça metinde belki elli yanlış yapılmış. Fî sebilillah yerine Fî sebilullah diyen kimse hutbe okuyabilir mi? Hutbenin Türkçe metninde bir sürü gramer, belagat, üslup yanlışı yapan kişinin Resûlullah minberine çıkmaya hakkı var mıdır?
Selâm, hürmet ve tâzimlerimi arzederek muhterem Diyanet Başkanı’nı ve Diyanet dairesinin ilgililerini ve sorumlularını min gayri haddin uyarıyorum. Yarınki imamlık imtihanı bir skandala dönüşmemelidir. “Gizli çete”nin oyunları bozulmalıdır. Sultanahmet ve Beyazıt ve emsali büyük camilerimize âlim, ârif, kültürlü, sanatlı, görgülü, şahsiyetli, vasıflı, güçlü, üstün, ehil, layık elemanlar bulunup tayin edilmelidir.
Böyle bir yazı yazmak durumunda kaldığım için özür beyan ediyorum. Ancak yazmak zorundayım. Bağışlanmamı istirham ederim.
Evim çok yakın olduğu halde senelerce Sultanahmet Camii’ne namaza gitmedim. Çünkü oradaki, turistlerden para toplanma işini doğru bulmuyordum. Toplanan paralar cami derneğinin kasasına girmeye başladıktan sonra şimdi zaman zaman oraya namaza gitmekteyim.
Bundan senelerce önce, İstanbul’un başka büyük bir camiini gezen iki üniversiteli genç, binanın kapısında turistlerden para toplandığını görmüşler, bu iş hayretlerini mucib olmuş ve “Bu paralar ne oluyor?” gibisinden yüksek sesle lâflar etmişler. Oradaki çete mensupları bu çocukları bir temiz dövmüş. Halbuki çocuklar judo kursuna gidiyorlarmış. Lâkin çetenin fedaileri karşısında judoculukları para etmemiş.
Aransın, bulunsun, imtihan edilsin ve büyük camilerimizdeki açık imamlıklara en ehil, en layık, en uygun elemanlar seçilip tayin edilsin. Din ve akıl bunu gerektirir. 01 Mayıs 2000