Cumartesi

Bakın şu ilahiyatçı profesör dediklerine: İslâm’ı hak din olarak kabul etmeyen, Hazret-i Muhammed aleyhissalatü vesselamı hak ve gerçek bir Peygamber olarak kabul etmeyen, Kur’ân’ın Allah katından gönderilmiş hak kitap olduğunu kabul etmeyen, İslâm dinini hak din olarak kabul etmeyenleri Cennet’e dolduruyor. Peki, onlar biz Müslümanları Cennet’e koyuyor mu? Koymuyor. O halde bizim İlahiyatçıya ne oluyor?

İslâm Tevhid dinidir. İslâm’a göre en büyük günah şirktir, yâni Allah’a ortak koşmaktır. Bizim ilahiyatçı bu büyük suçu işleyenleri nasıl oluyor da kurtulmuşlar zümresine ilhak ederek (katarak) cennete sokmaktadır? Onun bu yaptığının içyüzü nedir?

Sayın ilahiyatçının iddiaları İslâm’a, Kur’ân’a, din easlarına uymuyor. Ondört asırdır ulema, fukaha, müctehidler, müfessirler, akaid alimleri böyle bir şey söylememişlerdir.

Nedir şu “Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik” hikayeleri, toplantıları, koşuşturmaları? Asıl maksat nedir? Sahne arkasındaki kulislerde neler dönmektedir?

Onlar biz Müslümanları cennete sokmuyor da, biz onlara kurtuluş kapılarını nasıl açıyoruz? Buna yetkimiz var mıdır?

Kur’ân ne diyor, Sünnet ne diyor, Şeriat ne diyor?.. Allah şirk ve küfürden başka şeyleri, dilerse affeder; her hâl ü kârda, günah işlemiş, isyan etmiş muvahhid ve mü’min kişi, cezasını çektikten sonra Cennet’e girer demiyor mu? Kendisini Cennet’in kapıcıbaşısı sanan ilahiyatçımız ne demek istiyor, ne yapmak istiyor? Açık konuşması gerekmez ki?

Son yıllarda birtakım Kur’ân mealleri, tercümeleri, tefsirleri yayınlandı ve bunlarda ondört asırlık geleneksel Ehl-i Sünnet İslâmlığına zıt vahim iddialar bulunuyor.

Diyanet bu re’y ve heva mahsülü mealleri, tercümeleri, tefsirleri niçin tenkit etmiyor, yanlışların doğrularını beyan ederek Müslümanları uyarmıyor? Onun vazifelerinden biri de bu değil midir? Diş ve ağız sağlığı, diş fırçasının önemi hakkında hutbeler tanzim edenler niçin Kur’ân’ın yanlış yorumlarına karşı çıkmıyor?

İlahiyatçı değil, başka bir profesör uzun yıllardan beri en ağır hakaretleri savurarak dinimize, şeriatımıza saldırıyor, Müslümanları gericilikle, dinimizi kadınları köleleştirmekle suçluyor. Diyanet vaktiyle bu adama karşı ilmi bir reddiye kaleme almış, metin hazırlanmış, tamamlanmış, yayınlanacakmış ve birden bâlâdan (yükseklerden) bir emir gelmiş, “Durdurun bu işi!”

Şimdi politikacılık yapan reformcu, yenilikçi, mezhebsiz, Sünnet aleyhtarı başka bir ilahiyatçı yirmi küsur yıldan beri mangalda kül bırakmıyor, esiyor, tozuyor, işkembesinden içtihadlar yapıyor. Diyanet niçin bu adama ciddî, ilmî cevapları vermiyor? İlle de ismini zikr etmek gerekmez, tenkitler anonim de olabilir, yeter ki yanlışlar düzeltilsin, Müslümanlar uyarılsın. Bırakınız bu adamın tenkit edilmesini, birkaç yıl öncesine kadar bu süper-reformcunun kitapları Diyanet Vakfı’nın kitabevlerinde satılıyordu.

Diyanet’in üzerinde baskılar, tehditler olabilir. Vardır da. Ancak İslâm hocaları baskılardan, tehditlerden korkmazlar. Usulü dairesinde vakarla, ciddiyetle, ellerinden geldiği kadar dini savunurlar, dine aykırı bozukluklarla mücadele ederler.

Sovyetler Birliği zamanında Katolik Polonya’da Kilise’ye karşı amansız bir baskı vardı. Vardı ama kilise de buna karşı direniyordu. Kaç papaz feci işkencelerle, kemikleri kırılarak can vermiştir ama onlar mücadelelerinden vaz geçmemişlerdir. Komünist rejim zamanında Papa Polonya’yı ziyaret ettiğinde bir milyondan fazla Hıristiyan yollara, meydanlara dökülmüştü.

Devletimiz, Cumhuriyetimiz din hürriyetini, din serbestisini kabul etmiş ve garanti altına almıştır. Hem anayasamızda, hem de devletimizin imza koymuş olduğu uluslararası insan hakları belgelerinde bu hürriyet açıkça yazılmakta, teminat altına alınmış bulunmaktadır. Türkiye’de İslâm’la, Müslümanlarla kavgalı olan devlet ve Cumhuriyet değil, birtakım esrarengiz, iki kimlikli lobiler ve çetelerdir. Başta Diyanet olmak üzere bütün Müslüman cemaatlerin, lobilerin, güçlerin din düşmanlığıyla, İslâm’ı tahrif etmek, Müslümanları şaşırtmak isteyenlerle aklın, sağduyunun, hikmetin ışığında en uygun şekilde mücadele etmeleri gerekmez mi?

Diyanet yetkilileri doğrudan doğruya reddiye, cerh, tenkit yayınlayamıyorlarsa, bu işi dolaylı şekilde yapabilirler. Müstear (takma) isimlerle broşürler, makaleler, kitapçıklar, kitaplar, tenkit ve ikaznâmeler hazırlar ve bunları Müslümanlara verip yayınlatabilirler. Niçin yapmıyorlar bu hizmetleri?

Dinsizlerin kulakları keskin, elleri uzun mudur? Peki Yüce Allah’ın ilmi, iradesi bizi kuşatmış değil midir? Dinsizlerin hışmından korktuğumuz, çekindiğimiz kadar niçin Allah’tan korkmuyoruz?

İmamı Azam Ebu Hanife hazretlerinin zâlimlere boyun eğmediği için hapse atılıp kırbaçlandığı iddia ediliyor.

İmam Ahmed bin Hanbel hazretlerinin, bozuk inançları kabul etmediği için kırbaçlandığını tarih kitapları yazıyor.

Büyük fakih İmamı Serahsî hazretleri, yerin dibindeki bir zindana atılmış, talebeleri dışarıdan metin okurlar, o içeriden şerhini söylermiş, muazzam ve muhalled Mebsut Şerhi bu şekilde yazılmış.

Bugünün korkak hocaları Hindistanlı âlim ve mücahid Ebu’l-Kelâm Azad’ın zalim İngilizlerin mahkemesi huzurunda yaptığı savunmayı okumadılar mı?

Bediüzzaman zâlimlere:

– Bin başım olsa, herbirini Şeriat için feda etmeye hazırım… dememiş miydi?

İslâm ahlâkı ve hikmeti, insandaki gazab kuvvesinin ifrat, tefrit ve itidal durumlarını şöyle anlatmaktadır:

– Delicesine, düşünüp taşınmadan gazablanmak tehevvürdür, ifrattır.

– Uygun şekilde, hikmet dairesinde gazablanmamak cebânettir, tefrittir.

– Aklın, sağduyunun, hikmetin ışığında itidal dairesinde gazablanmak şecaattir.

Bugünün Müslüman hocaları niçin bozukluklara karşı mutedil bir şekilde şecaat göstermiyorlar?

Diyelim ki, resmî bir hoca zındıkları, bid’atçileri, reformcuları yenilikçileri, re’y ve heva ile tefsir yapan ehliyetsizleri ve kötü niyetlileri itidal dairesinde tenkit etti ve bu yüzden azarlandı, en kötü ihtimalle memuriyetinden azl edildi (atıldı), bundan dolayı ne kaybeder, neler kazanır? Belki dünyevî ve maddî bir kaybı olur ama ilahî rızayı kazanır, Peygamberin takdirini ve şefaatini kazanır, ahireti kazanır. Bazı hocalar bu kazançlara niçin talip olmuyor, rağbet etmiyor?

Vaktiyle Yüksek İslâm Enstitüsü Müdürü, Şumnu Nüvvab medresesi ve Mısır Ezher Üniversitesi mezunu, müftülerin hâtemi Ahmed Davudoğlu hocaefendi Konya’da yaptığı dinî bir konuşmadan dolayı hapse atılmıştı. Dinî salabetinden dolayı baskıya ve zulme uğramak bir kayıp mıdır, bir kazanç mıdır? Cevabını hocalar versin…

Efendiler biraz cesaret, biraz şecaat, biraz salâbet gösteriniz. Yarın Rûz-i Ceza’da Mahkeme-i Kübra’da herkes gibi sizden de hesap sorulacaktır. Susmak iyidir, fazilettir ama konuşmanın da gerekli ve zarurî olduğu zamanlar vardır.

Not: Bugün öğle namazı ile ikindi namazı arasında Sultanahmet Câmii avlusundaki Kitap Fuarı’nda BEDİR YAYINEVİ standında kitaplarımı imzalayacağım. 16 Kasım 2003