Pazar

 

Fransa’da, Müslümanlığın güçlenmesinden ve yayılmasından büyük endişeye kapılan dinsizler, laikliği korumak bahanesiyle başörtüsünü yasaklayan bir kanun çıkartılması için harekete geçince; Katolik, Protestan, Ortodoks kiliseleri müştereken bir bildiri yayınlayarak, böyle bir kanunun din hürriyetini kısıtlayacağını beyan ettiler.

Fransa Yahudilerinin bu konuda Hıristiyanlarla birlikte olmamaları düşündürücüdür…

Fransa’da Hıristiyan kiliseleri, dolaylı şekilde de olsa, Müslümanları, tesettürü, başörtüsünü savunan böyle bir teşebbüs sergilerken, Türkiye’deki türban fırtınasında bizim Diyanet İşleri Başkanlığımızın hiç sesinin çıkmaması, bu konuda hiçbir uyarıda bulunmaması ne kadar gariptir?

Tesettür, Müslüman hanımlar ve kızlar için, farz derecesinde dinî bir emir ve değerdir. Birtakım kimselerin başörtüsünü siyasal İslâm’ın simgesi olarak görmeleri; ya bilgisizlikten ya da kötü niyetten kaynaklanmaktadır. Ükemizde siyasal İslâm’ın tarihi, bilemediniz otuz, otuz beş senedir. Tesettür ve başörtüsü ise, İslâm’ın zuhurundan, yani 1400 küsur seneden beri vardır.

Devletin, genel müdürlük seviyesinde resmî bir dairesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı tesettür ve başörtüsü meselesine elbette dikkatle, itidal ile, ihtiyat ile yaklaşabilir ve temas edebilir. Yapısı, statüsü fazla ileriye gitmeye imkân ve izin vermez. Ancak, her hal ü kârda büsbütün sessiz kalmamalıdır.

Sovyetler Birliği zamanında Polonya’da, Moskova’ya bağımlı Stalinist bir rejim mevcuttu. Siyasi planda muhalefet yapacak bir parti yoktu, bu vazifeyi Polonya’nın Katolik kilisesi yapıyordu. Rejimin bütün baskılarına ve terörüne rağmen Polonya asıllı Papa ülkeyi ziyaret etmiş ve bir milyondan fazla dindaşı ve soydaşı tarafından hararetle karşılanmıştı.

Din olarak Ortodoks kilisesine bağlı bulunan Romanya’da ise, Polonya’da olduğu gibi bir kilise muhalefeti yoktu. Ortodoks Romanya kilisesinin yuları komünist rejimin elindeydi…

Katoliklerin muhalefet yapabilmesi, Ortodoksların yapamamasının sebebi nedir? Benim görüşüme göre, Katolik kilisesi devletten ayrı, bağımsız, kendi hiyerarşisine sahiptir, Ortodoks kilisesi ise, daima devletle beraber olmuş, onun desteğiyle ayakta durabilmiştir.

Türkiye’deki Sünnî Müslümanlık, Romanya’da olduğu gibi devletle birlikte 1920’lere kadar gelmiştir. Cumhuriyetin ilk anayasasının ikinci maddesinde “Devletin dini, din-i İslâm’dır” yazılı idi. Bu cümle 1928’de kaldırılmış, yerine hemen laiklik konulmamıştır; laiklik anayasamıza 1937’de, Mustafa Kemal Paşa’nın vefatından az bir müddet önce tek parti CHP’nin altı oku ile birlikte girmiştir.

Türkiye anayasasında laiklik yazılıdır ama, bizdeki laiklik gerçek, sahici bir laiklik değildir. Sistem “Devlet Dini” (din devleti ile karıştırılmasın…) sistemidir. Devletin kabinede bir “Diyanetten sorumlu” bakanı vardır, genel müdürlük seviyesinde bir Diyanet İşleri Başkanlığı vardır, yetmiş bin camii vardır, beş yüzden fazla İmam-Hatip mektebi vardır, on yedi İlahiyat Fakültesi vardır. Yüz binden fazla müftüsü, vaizi, imamı, müezzini, din dersi hocası vardır. Böyle bir sistemin laik olması mümkün müdür?

Bir sürü olumsuzluğa rağmen, Diyanet’ten başörtüsü, tesettür konusundaki insan hakları ihlalleriyle ilgili çok seviyeli, çok ciddi teşebbüsler beklemekteyiz. Her geçen gün biraz daha kangrenleşen bu kriz karşısında Sfenks gibi susmanın hiçbir faydası yoktur.

Bundan otuz küsur yıl önce Süleyman Demirel’in bakanlarından bir zat “Diyanet İşleri Başkanlığı, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü gibi hükümete bağlı bir kuruluştur, istersem başkanı kolundan tutup atarım…” (o zamanın gazete koleksiyonlarına bakılabilir) mealinde bir laf etmişti. Bu tehdit bugün de geçerlidir. Geçerlidir ama Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bir misyonu, haysiyeti, vazifeleri vardır. Hiçbir Diyanet başkanı, azledilip kapı önüne konulmak korkusuyla hakkı söylemekten, politikacıları uyarmaktan geri duramaz.

İslâm tarihine baktığımız zaman, yanlış işler yapan idarecileri müctehidlerin, ulemanın, fukahanın, evliyanın, bazen sert şekilde uyardıklarını görmekteyiz. Fıkhın babası unvanını kazanmış İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin, Bağdat Başkadılığı’nı (o zamanın adalet bakanlığı gibi bir makam) kabul etmediği için hapse atıldığı rivayet olunur.

Yine büyük müctehidlerden ve velilerden Ahmed ibn Hanbel Hazretleri, Kur’ân’ın mahluk olduğunu iddia eden bozuk ve sapık görüşü kabul etmediği için kırbaçlanarak cezalandırılmıştır.

Büyük fakih İmam-ı Serahsî Hazretleri hapse atılmış, zindanın penceresi önüne gelen talebelerine içerden seslenerek Mebsut Şerhi adlı büyük ve değerli fıkıh külliyatını yazdırmıştır.

Eski büyüklerimiz içinde haksızlıkları protesto ettikleri, zâlimleri tenkid ettikleri için idam edilerek şehadet şerefini kazananlar da olmuştur. Hepsini rahmet ve hürmetle anıyoruz.

Yakın tarihimizde, 1960’lı yıllarda Diyanet İşleri Başkanı merhum İbrahim Elmalı hükümetle bozuşmuş, aylarca süren bir direnişten sonra azledilmişti. O tarihte Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan Mustafa Yazgan beyefendinin bu konuyla ilgili önemli bilgileri ve hatıraları vardır; bunları mutlaka ve inşaallah, bir kitap haline getirip tarihe mal etmesini beklemekteyiz.

İşin iç yüzünü bilmiyorum, kayd-ı ihtiyatla yazıyorum: Diyanet’e emekli bir zat getirilmiş, ipler onun elindeymiş… Böyle bir durum varsa gerçekten esef verici bir durumdur. Devletimizin, Cumhuriyetimizin İslâm dini ile hiçbir ihtilafı yoktur. Niçin olsun ki, İslâm bizim sebeb-i vücudumuzdur.

Türkiye’de İslâm’la kavgalı olan ne devlettir, ne de cumhuriyet… Din-devlet çatışmasının ardında, zahiren Türk ve Müslüman gibi görünen, gerçekte ise “Gizli Yahudiler” denilebilecek esrarengiz, güçlü, amansız bir taife vardır. Bunlar “Üniversitelerde, başka önemli ve hayati kurumlarda başörtüsüne izin verilir, müsamaha gösterilirse Türkiye beş, altı yıl içinde Müslümanların eline geçer.,.” gibisinden acayip laflar etmektedir.

Tehlikeli ve nazik de olsa, Diyanetin vazifeden ve sorumluluktan kaçmaması gerekir. Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” buyurmuşlardır,

Ağız temizliği ve diş fırçası, özürlüler ve engelliler, vergi ödemek, enerjiyi israf etmemek gibi konularda yetmiş bin camiinin minberlerinden “resmi hutbeler” okutan Diyanet âyetle, hadisle, icma ile sabit tesettür ve başörtüsü konusunda niçin sessiz kalıyor? 15 Aralık 2003