Salı

 

İslâm dinindeki temel kurallardan biri de şudur:

Dinen tâzimi gereken bir şeyi tahkir etmek küfürdür. Yine dinen tahkiri gereken bir şeyi tâzim etmek yine küfürdür.

Ankara’daki Diyanet İşleri Başkanlığı bu kuralı tanımamak hakkına sahip değildir. Binaenaleyh bu konuda ya doğru olanı yapmalı ve söylemeli, yahut susmalıdır. Câmilere, ibâdetlere kesinlikle siyaset ve ideoloji karıştırılmamalıdır. Din, bütün din dışı değer ve kurumlardan üstündür ve ondan daha üstünü yoktur.

Bendeniz kısa bir müddet, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalıştım. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra başkan

Eyüp Sabri Hayırlıoğlu

emekli edildi, onun yerine İstanbul Müftüsü

Ömer Nasuhi Bilmen

başkan yapıldıydı.

Millî Birlik Komitesi üyeleri Diyanet’e baskı yapıyorlardı. İçinde yanlışlar bulunan bir takım kitapların Başkanlık tarafından yayınlanmasını, yeni bir Kur’ân tercümesi yapılmasını istiyorlardı.
O zamanki Diyanet hocaları bu baskılara dayandılar ve hiçbir tâviz vermediler. Merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, basılması istenilen kitaplara imza vermedi ve istifa etti.

Din konusunda dışarıdan baskı yapılamaz. Siyasî baskı yapılamaz. İdeolojik baskı yapılamaz. İslâm dini ile ilgili işlere, hizmetlere (dolaylı da olsa) Yahudiler, Haçlılar, Masonlar, Sabataycılar, Ateistler karışamaz.

İslâm dininde tesettür vardır, farz-ı ‘ayndır; bu farzı hiçbir güç değiştiremez, tâtil edemez.

Şer’î tesettür Kitab ile, Sünnet ile, icmâ-i ümmet ile sâbittir ve Kıyamet’e kadar bakî olacaktır. İslâm dininde cihad vardır. Cihad yerine göre farz-ı kifâyedir, yerine göre farz-ı ‘ayndır. Bu da Kıyamet’e kadar bakîdir.

Stalin zamanında Rusya’da Ortodoks patrikleri vardı. Bunlardan bazısı kanlı diktatörün ve ateist sistemin baskılarına göğüs germiş, direnmiş ve Sibiryalara sürülmüşlerdi.

Abbasî Hilafeti zamanında, bazı bozuk fikirli halifeler büyük din hocalarına, müctehidlere, imamlara (din önderlerine) baskılar yapmışlar; lâkin onlar baş eğmemişler, zindanı, işkenceyi, kırbaçlanmayı, hattâ ölümü göze alarak dinin sâfiyetini ve haysiyetini korumuşlardır. Büyük imamlarımızdan Ahmed ibn Hanbel hazretlerine Kur’ân mahluktur dedirtilmek istenmiş, o yüksek müctehid bunu kabul etmemiş ve kırbaçlanmıştır. Ebû Hanife hazretlerinin de hapse atıldığı rivayet edilmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki bazı hocaların, Başkanlığa yapılan baskılara ve müdahalelere direnmesi gerekir. Camiye siyaset ve ideoloji sokmasınlar, sokturmasınlar. Aksi takdirde bunun vebalini kaldıramazlar.

Kur’ân’ın, Sünnetin, imanın, İslâm’ın, şeriatın, mukaddesat-ı İslâmiyenin bir Koruyucusu vardır. O yüce Koruyucu tâzimi gereken şeylerin tahkir edilmesinden, tahkiri gerekenlerin de tâziminden razı olmaz ve hoşnud kalmaz. Hiçbir hoca geçinen zat,

“Ben hocayım, mühür bendedir, istediğimi yaparım”

felsefesi ile dine aykırı icraatlara yeltenmesin. Böyle yaparsa, bir sille gelir, bir tokat yer perişan olur.

Vaktiyle

Millî Şef İsmet Paşa zamanında,
namazın Türkçe kılınmasını isteyen ve bu yolda çalışmalar yapan bir Başkan vardı.

Allah ona fırsat vermedi. Tekrar ediyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı câmilere, cuma namazlarına, cuma hutbelerine siyaset ve ideoloji sokmasın. Böyle bir şeye yeltenen siyasetçiler ve hocalar başarılı olacaklarını da sanmasınlar. Dinin kutsallığına gölge düşürmesinler. Dini siyasete ve ideolojiye âlet etmesinler. Peygamber

“Ya hayır söyle ya sus”

buyurmuştur.

Dinsizlerin aferinlerine, teşviklerine aldanmasınlar. Bir Müslüman için önemli olan Allah’ın rızası, Peygamberin rızasıdır.

1789 Fransız ihtilâlinden sonra Terör devrinde azılı ve dinsiz ihtilâlciler, dindar Hıristiyanlara baskı yapmışlar, lâkin onlar direnmişlerdir. Bu direnenlerden bir grup rahibe, küfre baş eğmektense giyotinle idam edilmeyi tercih etmişlerdir.

Siyonist ve Haçlı İslâm düşmanları yeni bir din türetmek istiyor. Siyasetin ve ideolojinin emrinde ve güdümünde ılımlı, light, evcil (ehlî) bir İslâm… Diyanet’te hiçbir hoca bu gibi manipülasyonlara âlet olmamalıdır. Hiçbir hoca, dünya menfaati, makamı, ikbali için ahiretini berbat etmemelidir.

Cesareti ve şecaati yoksa susar, fakat asla bâtıl ve bid’at söz söyleyemez, icraat yapamaz. Diyanet İşleri Başkanlığı ibâdete, câmiye siyaset ve ideoloji sokarsa cuma namazlarında Diyanet camilerine gitmeyeceğim ve keyfiyeti bu sütunlarda protesto edeceğim. Ben âciz bir muharririm, benden korkmayabilirler. Allah’tan korksunlar, yeter…

Nereye Kaçsam…

Ben futbolla ilgilenmem. Halk ise çok sever. Aşırılığa kaçmamak şartıyla onlara bir şey demem… En son

İst. Ali Sami Yen stadyumunda yapılan maçla ilgili

resimleri görüp, haberleri okuduktan sonra memleketin ve toplumun ne hallere düşmüş olduğunu anladım ve dehşet içinde kaldım. Spor centilmenlik demektir. Güreş ve boks maçları bittikten sonra yenenler ve yenilenler dostça el sıkışır, kucaklaşır.

Bu memlekette çivisi çıkmadık hiçbir şey kalmadı. Futbol bile bir endüstri ve mafya haline geldi. Dindarların bir kısmı bile birbirine hasım cemaatlere ayrıldı. Politikanın ne kirli hale geldiğini görüyoruz.

Şu bazı hukukçulara bakınız: Hukukun üstünlüğü için çalışacaklarına, darbe çığırtkanlığı ve teşvikçiliği yapıyorlar. Dosdoğru olması gereken bazı İslâmcılar dökülüyor. Lâfa geldi mi, “Müslüman haram yemez!”; ellerine fırsat geçince çift horgüçlü Türkistan devesini hamuduyla yutanlar var. Nereye kaçabilirim, bilmiyorum… 23 Mayıs 2007