Pazartesi

 

Müslümanlar ne kadar hürdür? Elbette yüzde yüz hür ve serbest oldukları söylenemez. Ancak yine de oldukça fazla hürriyet vardır. Bugün, Tunus gibi bazı İslâm ülkelerinde halkın ve bilhassa gençliğin namaz kılması zordur. Namaz konusunda orada büyük bir baskı, bir sindirme vardır. Bizde ise, isteyenlerin binde 999’u için namaz kılmak hâlâ serbest, kolay, tehlikesiz bir dinî ameldir. İnançlı Müslümanların kaçta kaçı namaz kılıyor? Bu kılanların kaçta kaçı camiye, cemaate gelerek kılıyor?

Ülkemizde basın hürriyeti var. Gazete çıkartmak izne tâbi değil. Müslümanların sayıları çok. İslâmî kesimde büyük bir zenginlik var. Oyunu kurallarına göre oynasalar Müslümanlar ülkenin en fazla satışı olan, en tesirli, en nüfuzlu, en büyük gazetesini; haftalık dergisini çıkartabilirler. Lakin çıkartamıyorlar.

Müslümanların büyük sayıda vakfı var. Bunlar vasıtasıyla ilim, irfan, kültür, sanat, tebşir, tebliğ faaliyetleri ve hizmetleri yapmak mümkün. Fakat bir türlü yeterli seviyede hizmet ve faaliyet yapılamıyor.

Ülkemizde son kırk yıl içinde kırk bin cami yapıldı. Şu anda da kim bilir kaç bin yeni caminin inşaatı devam etmektedir. Ama bu camiler mimarî itibarıyla, sanat bakımından güzel olmuyor. Güzel cami binası yapmak suçtur diyen mi var? Yok. O halde Müslümanlar niçin güzel camiler yapamıyor, yaptıramıyor?

Son beş yıl içinde kültür ve sanat faaliyetleri yapmak için Müslümanların ellerine trilyonlarca liralık maddî imkânlar geçti. Geçti de ne oldu? Dostları hayran bırakacak, düşmanları şaşkına çevirecek eserler, çalışmalar mı konuldu ortaya?

Evet, yüzde yüz olmamasına rağmen Türkiye Müslümanlarının hâlâ büyük hürriyetleri, imkânları, fırsatları bulunmaktadır. Yazık ki bunlar değerlendirilemiyor. Bir gün gelecek, gaflet ve hıyanet bu şekilde devam ettiği takdirde, bu hürriyetler, bu fırsat ve imkânlar elden gidecek ve o zaman birtakım yalancı kahramanlar, “Hürriyet yok, onun için gereği gibi çalışamıyoruz, hizmet veremiyoruz” diye feryat edeceklerdir.

Hürriyetlerden, fırsatlardan, imkânlardan yararlanabilmek için birtakım şartlara sahip olmak gerektir.

Birincisi: Birlik ve beraberlik olacak. Tefrika olursa elbette başarı sağlanmaz.

İkincisi: Emanetler mutlaka ehil ve layık olanlara verilecektir.

Üçüncüsü: Din istismarı ve istihdamı, yâni sömürüsü yapılmayacaktır.

Dördüncüsü: Birtakım şarlatan, sahtekâr, arivist, soytarı, megalomanyak, din rantı yiyen, yetersiz adamların dinî hizmet ve faaliyetleri mıncıklamasına, kendi çıkarlarına, şöhretlerine âlet etmesine imkân verilmeyecektir.

Beşincisi: İslâmî hizmet ve faaliyetler, köylü, taşralı, varoşlu, gecekondulu zihniyetiyle yürütülmeyecektir.

Altıncısı: İslâmî hizmet ve faaliyetlerde ilim, irfan, kültür; ahlâk, fazilet, hikmet esas tutulacaktır.

Evet fırsatlar, imkânlar, hürriyetler değerlendirilemiyor. Vaktiyle birtakım yalancılar, “Ceza Kanunu’ndaki 163’üncü madde bizim elimizi kolumuzu bağlıyor. Hele o zâlim madde kalksın biz ne hizmetler yapacağız, İslâm’ı geri getireceğiz…” diye işkembe-i kübradan konuşup yazıyorlardı. Sonra o madde kalktı. Kalktı da ne oldu? Eski hamam eski tas mı? Hayır, daha beteri oldu. Yalancı kahramanların, lafa geldi mi mangalda kül bırakmayanların şimdi bu konuda hiç sesleri çıkmıyor.

Fırsatlardan, hürriyetlerden, imkânlardan yararlanabilmek, i’lâ-i kelimetullah yapabilmek, zilletten kurtulup izzet sahibi olabilmek için, birtakım döküntü adamların islâmî hizmet ve faaliyetleri mıncıklaması önlenmelidir. İşler bugünkü gibi bu minvalde devam ederse zillete, zebunluğa, sürünmeye devam…

Örnek Bir Köy

Terk edilmiş bir yerde yüz hânelik bir köy kurulmasını hayal ediyorum. İklimi müsait (elverişli), toprakları münbit (verimli) olacak. Suyu, yolu, elektriği bulunacak. Halkı çok önemli… Çalışkan, sabırlı, azimli, kabiliyetli, tuttuğunu koparır bir yapısı olacak.

Köyde tabiatıyla öncelikle ziraat yapılacak. Üretilen buğday, oradaki eski usul, suyla dönen köy değirmeninde öğütülüp, köy fırınında ekmek yapılıp civardaki büyük şehrin marketinde, “Köy değirmeninde öğütülmüş, filan cins buğdaydan, hiç elenmemek suretiyle köy fırınında pişirilmiş sağlıklı ekmek” diye satılacak. Böyle ekmekler Paris’te bile satıldığına göre bizde niçin yapılıp satılmasın? Elbette, yüksek ve zengin tabakadan alıcıları çıkacaktır.

Köyde arıcılık, şifalı ve tıbbî bitkiler, seracılık, çiçekçilik, fidancılık yapılacak. Enginar, kivi gibi para getiren sebze ve meyveler yetiştirilecek. Eski usul topraktan testi, mutfak eşyası ve sair şeyler yapılacak bir tezgah ve fırın kurulacak. Bir iki uzman hocanın nezaretinde burada, müzelerdeki tarihî toprak eserlere benzer toprak eserler üretilecek. Bunlar hem içeride, hem de dış dünyada satılabilecek.

Köyde keten yetiştirilip, birkaç evdeki el tezgahlarında eldokuması kumaş dokunup bunlar turistlere ve lüks mağazalara satılacak. Evlerde ceviz, karpuz, havuç, patlıcan, hünnap reçelleri ve bunlara benzer az bilinen, merak edilen reçeller yapılıp cumartesi pazar günleri yol kenarlarında piknik yapmak için kırlara çıkmış şehirlilere satılarak gelir temin edilecek.

Köyde geleneksel el sanatları kursları açılıp beş on çeşit türde üretim yapılıp satılacak.

Büyük bir tarla, buldozerlerle kazılıp göl haline getirilip burada, başka ülkelerde olduğu gibi sazan balıkları yetiştirilecek, bunlar hem köyde tüketilecek, hem de satılacak.

Velhasıl, yukarıdaki saydıklarıma benzer bir sürü ziraat, hayvancılık, el sanatı işi yapılacak. İnsanlar harıl harıl çalışacaklar. Kahveye gitmeye vakitleri kalmayacak. Köye zenginlik ve refah gelecek. Bütün ülke bu modeli hayranlıkla ve gıbta ile seyredecek. Başka yerlere örnek olacak. Tabiî bu yazdıklarım şu anda bir hayaldir. Ancak böyle bir şey muhal (olmaz, gayr-i mümkün) değildir. 06 Nisan 1999