Dokunulmazlığı olan evinde islâm’ı yaşamayan sahte dindarlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Çarşamba
Müslüman aksiyon ve irade sahibi olmalıdır. Hayallerle, boş lâflarla, atıp tutmayla Müslümanlık olmaz. Yaşayacaksın… “Nasıl yaşayayım? Yaşatmıyorlar…” bu da boş bir lâftır.
Bu memlekette mesken dokunulmazlığı vardır. Hâkim kararı olmadan vatandaşın evine girilemez. Sokakta İslâm’ı yüzde yüz yaşayamadığını iddia ediyorsun ve iddianda da az veya çok haklısın; peki, evinde niçin yaşayamıyorsun?
Anahtarı kapının kilidine sokarsın, kapıyı açarsın ve evine girersin. Burada İslâm’ı yüzde yüz yaşamak hakkına sahipsin. Ama sen ne yapıyorsun? İçeriye girer girmez, şeytanî ve deccalî bir âletin düğmesine basıyorsun; ne kadar fitne, fesat, nifak şikak, günah, fuhşiyyat, ahlâksızlık, rezalet, faziletsizlik, dinsizlik, densizlik, donsuzluk varsa evin içini onlarla dolduruyorsun. Sonra da
bahanesinin arkasına sığınıyorsun.
Düğmeye basıyorsun, çat: Şehevî baygın bakışlar fırlatan her yeri açık saçık, hoppa mı hoppa, fingirdek, âşüfte bir karı arz-ı endam ediyor…
Başka bir düğmeye basıyorsun: Kakavan herifin biri aşırı dinciliğin Türkiye’yi tehdit eden en büyük tehlike olduğu hezeyanını savuruyor; senin dinine, mukaddesatına, Kur’ân’ına, Peygamberine, fıkhına, Şeriatına en ağır hakaretleri yapıyor…
Tekrar zaplıyorsun: Sekizinci sanat mı, dokuzuncu mu neyse, sinema sanatının rezil ve pespaye bir filminden bir sahne çıkıyor karşına. Bir yatak odası, bir herifle bir karı zina yapıyorlar…
Zap, zap zap… Çat, çat çat: Çin çin kadehler tokuşturuluyor… Şarap, votka, cin, likör, viski, şampanya… Lıkır lıkır içiliyor.
Reklâmlar: Toplumu ve bu arada seni lükse, israfa, gösterişe, şatafata, aşırı tüketime çeken günah dolu ilanlar, şeytanî propagandalar.
Efendi, seni bunları seyretmeye mecbur eden bir kanun mu var? O halde niçin dinimizin hoş görmediği bu günahları evine sokuyorsun?
Belki şehirde, sokakta, caddede, meydanda, şu meşhur mâlum ve mâhut “kamu alanında” İslâm’ı yüzde yüz yaşayamıyorsun; lâkin evinde yaşayabilirsin fakat sen bilerek, kasıtlı olarak yaşamıyorsun. Sonra da on parmağında on bahane…
İrademizi kullanacağız ve dinimizin haram kıldığı, büyük günah kabul ettiği, çirkin ve fena gördüğü şeyleri evlerimize sokmayacağız.
Evlerimizi (beni bağışlayınız) genel ev haline getiren o çirkin cihazı…….
Sofu geçinen nicemiz, evimize şişe şişe rakı, şarap, bira sokmuyor. Sokmuyor ama o âletin ekranıyla dolaylı şekilde sokmuş oluyor. Zap zap, çat çat ve bakıyorsunuz ekranda kadehler tokuşturuluyor ve içkiler içiliyor. Peygamber ne demiş: “Şarap yapmak için üzümü sıkana, taşıyana, sâkilik yapana, alana, satana günah ve vebal var” demiş.
Birtakım nanemolla sözde dindarlar, ertesi gün burunlarından soluyarak homur homur homurdanarak şöyle konuşuyorlar:
-Dün gece taa sabaha dek ekran önünde kahroldum. Dört saat boyunca dinimize küfrettiler… A (…….)! Asıl kabahat onlarda değil sendedir. Açma, dinleme. Seni, dinin olan İslâm’a yapılan hakaretleri dinlemeye mecbur eden bir güç mü var? Sözün kısası, bahaneleri bırakalım, irade sahibi olalım ve evlerimizde Müslümanca yaşayalım.
Akşam namazını kılmış, tesbihini çekmiş, başında takkesi duruyor, sofraya oturmuş, hem yemek yiyor, hem seyrediyor. Ne seyrediyor? Fısk u fücur seyrediyor… Haram ve günah şeyleri seyrediyor, Allah’ın ve Peygamberin yasak kılmış olduğu şeyleri seyrediyor. Bu adam ne biçim dindardır?
Sekiz sene önce halkımızı derin acılara düşüren 17 Ağustos zelzelesinin dünya âdaleti dosyaları, zaman aşımına uğrayarak yahut uğratılarak ortadan kaldırıldı. Her şey bitti mi? Bitmedi… Mağdurların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat yolu açık. Tabiî, AİHM uygun görüp incelemeyi kabul ederse…
İş mahşerdeki Mahkeme-i Kübra’ya (Yüce Mahkemeye)kaldı. Resmî adalet dosyaları üzerindeki muameleler durduruldu… Ancak işin “gayr-i resmi” tarafı da var.
Bay müteahhit kısa zamanda köşeyi dönmek ihtirasıyla kavrulduğu için çimentodan çaldı, demirden çaldı, binayı çürük çarık yaptı. Sarsıntıda bir yığın insan çöküntü altında can verdi. Yargı dosyası zaman aşımına uğradı, peki, herif kurtuldu mu? Hayır! Dünyada onu bin türlü uğursuzluk, belâ, felâket, musibet perişan edecektir. Ölenlerin ahları, yaralanan, sakat kalanların ahları, gözü yaşlı yakınların ahları onları yakacaktır. Bu işlerin faturası çok sarih (açık ve seçik) yazılarak gelmez. Binaları çürük yapıp içindekilere mezar olmasına yol açan alçak, düz yolda otomobiliyle gidiyor, birden korkunç bir kaza… Araba birkaç takla atar ve şarampole yuvarlanır. Sizlere ömür… Dümdüz yolda nasıl oldu da bu kaza meydana geldi? O ahlar ve vahlar yaktı onu.
Çürük binalardan çok para kazanmış voliyi vurmuş, kendisine değil, kendisinden sonra gelecek yedi kuşağa yetecek kadar servet biriktirmiş. Binaları çürük yaptığı için bu muazzam serveti âfiyetle, huzur ve güven rahatlığı içinde yiyemez. Her gün ayrı bir sıkıntı, her gün ayrı bir darlık, acaba neden?.. Zelzelede yıkılan çürük binalardan, bunu bilemeyecek ne var.
Büyük zelzele suçlularının dosyalarının zaman aşımına uğraması uğursuzluk olarak sadece ilgilileri, bilgilileri, sorumluları yakmaz. Bütün ülkeye uğursuzluk getirir.
Böyle üzücü hallere karşı yapacağımız işler:
1. Kalben buğz etmek.
2. Yazılı olarak protesto etmek.
3. Devamlı propaganda yapmak.
Olan
oldu. Bin müteahhit paçayı kurtardı, işin vebali Veli Beyin omuzlarına yıkıldı. Onun bu konuyla ilgili hatıralarını, nasıl günah keçisi olarak yakalanıp hapse atıldığını, öteki suçlular gezip tozarken kendisinin zindanda yattığını yazıp yayınlaması gerekir.
Kanada ordusunda 200 Müslüman asker/personel varmış ve bunlara dinî hizmet vermek maksadıyla askerî üniformalı bir imam tayin edilmiş. Bu imam da Türkmüş. Yüzbaşı rütbeli Süleyman Demiray, Türkiye doğumluymuş, 1993’te Kanada vatandaşlığına geçmiş… Bu haberi 10 Şubat 2007