Domuz Eti ve Yağı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Pazartesi
70’li yılların sonuna doğruydu. İstanbul civarındaki büyük bir şehre gitmiştim. Orada dinî bir cemaate mensup bir dostumun elinde bir kitap sayfasının fotokopisini görmüştüm. Sanırım Sanayi Bakanlığı’nın yayınladığı tescilli markalarla ilgili bir kitaptan alınmıştı. Ülkemizde uzun yıllardan beri kullanılan çok tanınmış bir margarinin ismi, markası, terkibi (içinde bulunan maddeler), onu yapmak için kullanılan hammaddeler yazılmaktaydı. Bu hammaddelerin içinde açık bir şekilde “Domuz yağı” da yazılıydı. Bunu görünce dustumdan, yayınladığım Büyük Gazete’de basmak üzere fotokipiyi istemiştim. Fakat nedense çekingenlik göstermiş ve vermemişti.
Daha sonra o margarini çıkartan firma, bakanlığa müracaat ederek değişiklik yapmış, içindekiler listesinden domuz yağı ibaresini çıkartmıştı.
Müslümanların şimdiye kadar bir bilgi bankası kurmuş olmaları gerekirdi. Böyle bir bilgi bankası piyasada satılan hangi margarinlerde domuz yağı bulunduğunu, hangisinde bulunmadığını kolayca tesbit eder ve isteyen herkese bu işin dosyasını verebilirdi. Yazık ki, köylü ve gecekondulu kültürüne sahip bulunan müslümanların bilgi bankası, stratejik araştırmalar enstitüsü, dökümantasyon merkezi, araştırma kurumları tesis edecek güçleri ve kapasiteleri yoktur.
Türkiye’ye yıllardan beri başta ABD olmak üzere büyük miktarda domuz yağı ithal edilir durur.Bu necis ve zararlı yağlar bir kısım margarinlerde, sabun yapımında ve başka sanayi dallarında kullanılır. Halkın, tüketicilerin bu işin içyüzünden haberi oktur.
Domuzdan çıkartılan bazı maddeler ilaç sanayinde de kullanılmaktadır. Hangi ilaçta domuzlu madde vardır? Bunu da sarahaten (açık bir şekilde) bilen yoktur. Çünkü bunun için araştırma, tahkikat, istihbarat yapılması, meselenin ciddî bir şekilde incelenmesi, gerektiğinde ilmî analizlere başvurulması gerekmektedir.
Ülkemize bir müddetten beri parça halinde et ithal edilmektedir. Bunların içinde de bol miktarda domuz bulunduğunu sanıyorum.
Yine yurdumuzda son yıllarda bir sürü domuz çiftliğinde büyük miktarda domuz beslenmektedir. Bunlar da et ve et mâmülü (sucuk, sosis, salam, kavurma) olarak piyasaya sürülmektedir.
Lüks otellerde, lüks restoranlarda domuz etinden yapılan yemekler müşterilere sunulmaktadır. Lakin onların gizlisi yoktur. Yemek listelerinde açıkça “Domuz pirzolası” diye yazmaktadırlar. Peki insan oraya gidip de dana veya kuzu pirzolası yiyebilir mi? Yiyemez. Çünkü, onlar da domuz pirzolalarıyla birlikte aynı ızgara üzerinde pişirilmektedir. Yağı, suyu birbirine karışmaktadır. Bu Ramazan’da pek yapılmadı ama bundan önceki yıllarda mübarek ayda beş yıldızlı lüks restoranlarda iftar-show’lar veriliyor, bunlara oruç tutan mü’minlerle, oruç tutmayan ateistler karışık şekilde dâvet ediliyordu. Kimbilir bu iftarlarda ne kadar haram ve necis şey yenilmiştir.
Modern Avrupa mutfağında, bilhassa Fransız mutfağında şarap ve diğer bazı alkollü içkiler bol bol kullanılır. Geçenlerde kaynak göstererek yazmıştım, pilavın lezzetli olması için içine şeri (kiraz likörü) veya şarap karıştırılıyormuş. Etlerde, balıklarda, pastalarda bol bol şarap ve likör kullanılmaktadır. İftar-show’lara gidip tantana içinde yemek yiyen nice oruçlu kimbilir, farkına varmadan ne kadar domuzlu ve şaraplı şeyler yemiştir. Âfiyet olsun demek mümkün müdür bunlara?
Müslüman yığınlar sanki afyonlanmış, efsunlanmış gibidir. Hadîs-i Şerifte “Mü’minin ferasetinden (keskin zekâsından, kavrayışından, idrakından) çekininiz. Çünkü o Allah’ın nuruyla (aydınlatması) ile görür” buyuruluyor. Şimdi ferasetli mü’minlerin sayısı çok azaldı. Bir yandan dinsizler, İslâm ve Müslüman düşmanları, öbür yandan din sömürücüsü akbabalar Ümmet-i Muhammed’i serseme çevirdiler. Feraset, fetanet, keskin zekâ, nüfûz-i nazar kalmadı. Yakın zamana kadar marketlerde, bakkallarda, etiketinin üzerinde “sığır ve domuz etinden yapılmıştır” diye açıkça yazılan sucukları başları örtülü Müslüman kadınlar bile satın alıyorlardı. Yahu etikette yazıyor, kör müsün, okusana! Okuyamazlar. Çünkü Müslümanlar afyonlanmış, sersemletilmiş, şaşkına çevrilmiştir.
Bazı cemaat baronları ve onların kurmayları da bu domuz eti ve yağı meselesinin kurcalanmasını hiç istemezler. Müslümanları bu konuda uyaranları fitne ve fesat çıkarmakla suçlarlar. Fesubhanallah!
Maldiv Adaları’nda market, Fiji Adaları’nda mektep açmak için çırpınan himmeti büyükler, bu konularda ilmî ve ciddî araştırmalar yaptırarak Müslüman kütleye yardımcı olsalar ne kadar iyi ve faydalı bir iş yapmış olurlar. Önce yurdumuzdaki bazı problemleri halletmemiz, bunlara öncelik vermemiz gerekmez mi?
Yürekleri cayır cayır yanıyormuş, içlerinde dehşetli bir ateş varmış. Aşkla, şevkle, heyecanla tutuşmuş vaziyetteymişler. Bu yangını su mu söndüremezmiş. Öyle büyük bir ateşmiş ki bu, târifi mümkün değilmiş. Evet yanıyorlarmış, tutuşuyorlarmış.
Beter olsunlar derim.
Bu heriflerin ateşi, yangını, tutuşması vatan ve millet için değildir. Devlet için de değildir.
Din ve iman için yanmıyor bu herifler. Bu yanıcıların, bu yanasıcaların ateşi denânir ve derahim; dolar ve mark; altın ve gümüş içindir.
Bunlar Tevhid ehli değil Altın Buzağı perestişkârlarıdır. Kimisi açık ateist ve inkârcı, kimisi de koltuk altında haçı veya magen David’i olan kişilerdir. Kimisi de sahte dindardır.
Yanıyorlarmış… Tabiî yanacaklar. İleride daha çok yanacaklardır. Dünya hırsları ve şehvetleri, hubb-i riyaset, mal ve cah, makam ve mevki tutkunluğu elbette yakar. Hem de feci şekilde yakar. Bugünkü yanmaları yarınki ateşin yanında nedir ki…
Haydi ateist, imansız, kâfir dünya için yanıyor. Peki Müslüman geçinen şu adamlara ne oluyor ki, fâni ve aldatıcı zenginlikler ve makamlar için böylesine yanıp tutuşuyorlar.
Bunlar ne nasihat dinlemez adamlardır. Yüce Allah onlara öğüt vermiş, Peygamber nasihat etmiş, asırlar boyunca gelip geçmiş bilge ve ârif kişiler uyarmış; yine de zerrece ders ve ibret almamışlar. İçleri vatan, millet, devlet, din, iman için yanıyormuş. Yansınlar, daha çok yansınlar. Beter olsunlar! 30 Mart 1999