Salı

 

Geçen sene büyük, ünlü, anlı şanlı bir tv kanalında cereyan eden rezaleti duymuşsunuzdur, belki de gözlerinizle seyr etmişsinizdir. Ünlü televole programcısı ve sunucusu; canlı, renkli, hareketli yayında sahnedeki aktörlerden birinin ellerini havaya kaldırtmış, arkasına geçmiş ve şimşek gibi bir hareketle adamcağızın pantolonunu indirmiş. Aaaa!… Adamın iç çamaşırı yokmuş ve mahrem yerleri görünmüş, milyonlarca televole seyircisi seyr etmiş…

Yorumcu ve sunucuya ihtar verildi… Falan filan… Sonunda zeytinyağı gibi suyun yüzüne çıktı. Yine yüksek ücretlerle program yapıyor ve milyonlarca vatandaş gözleri ve ağızları açık seyr ediyor.

AB standartlarına göre böyle şeyler olur ve normaldir.

Geçen gün çok medenî bir Avrupa ülkesinin veliaht-prensesi “sizin parlamentoda şunlar bunlar var mı?” diye sormamış mıydı?

Yine geçen yıl, İstanbul’un göbeğinde Taksim meydanında beş vatandaş polis tarafından yakalandı, emniyete, oradan adliyeye götürüldü. Bunlardan biri çocuktu. Dört büyükten üçü tutuklandı. Suçları Şapka kanununa muhalefet… Hani 1920’lerde çıkartılmış “Şapka İktisasına Dair Kanun” var ya, ondan. Ne diyor bu kanun? Türk vatandaşları şapka giyeceklerdir diyor. Bugün ülkemizde şapka giyen kaç kişi kaldı? Hemen hemen hiç kimse… Peki, bu vatandaşlar niçin tutuklanmışlar? Efendim, onlar başlarına İslâmî serpuşa benzeyen bir şeyler geçirmişler. Ne kadar ağır bir suçmuş ki bu, soluğu zindanda almışlar.

Şapka kanununa göre, başına şapka geçirmeyen her erkek vatandaş suçludur. Şapkasız gezen Atatürkçüler, “başıkabak” oldukları için Atatürk devrimlerine karşı gelmiş oluyorlar. Başlarına şapka yerine külah, takke, imame, sarık geçiren vatandaşların, kanun muvacehesinde (karşısında) durumları daha hafiftir. Başını örtüyor da, şapkayla değil, başka bir ser-pûş ile…

Şapka kanunu çıktığında İstanbul’daki Yahudi, Rum şapkacılar iyi ticaret yapmışlar. O tarihlerde Müslümanlar şapkacılık yapmazmış. Şapka devrimine itiraz edenler yakalanıyor, tutuklanıyor, İstiklâl Mahkemelerine veriliyor, icabında idam ediliyor. Şapka kanunundan önce yazıp yayınladığı risale yüzünden büyük din âlimi İskilipli Âtıf Efendi’nin Ankara’da bir sabah namazı vaktinde, Ezan-ı Muhammedî okunurken idam edildiğini bilmeyen yoktur. İşte bu şapka terörü günlerinde ulemadan bir zat geceleri yatağına bile şapkayla giriyormuş. Hanımı “Efendi, bari yatakta şunu çıkartsanız…” demiş. Hoca: “Hanım, hanım! Olup bitenleri görmüyor musun? Gece âniden bir baskın olsa, kapıyı kırıp içeri girseler, beni başımda şapka olmaksızın görseler ve götürseler, daha mı iyi olur?..” cevabını vermiş. Öyle ya, uyku sersemliğiyle yataktan kalkarken başına şapkayı geçiremeyebilir.

Televizyondaki rezalet, şapka kanununa muhalefetten tutuklanan üç vatandaş, bunlar küçük hadiseler. Gazetelerden, televizyonlardan dehşetli haberler alıyoruz. Cinayetler, yaralamalar, büyük soygunlar, muazzam vurgunlar… Üzerinde çok düşünülmesi gereken bir haber şu: Devlet, Hatay vilayetinde yabancılara mülk satışını durdurmuş. Çünkü yabancılar o kadar mülk almışlar ki, kontenjanı aşmışlar. Biliyorsunuz, Hatay Türkiye’ye 1938’de katıldı. Suriye’de basılan haritalarda bu vilayetimiz o ülkeninmiş gibi gösterilir… Yabancıların rağbet ettiği topraklarımız Hatay’dan ibaret değil. Ermenistan sınırımızda da uzun yıllardan beri yoğun bir kadastro trafiği yaşanıyor. Yurt sathında, eskiden Rumların ve Ermenilerin yaşamış olduğu bölgelerde, yabancı uyruklu Rumlar ve Ermeniler arsa, tarla, bahçe, ev alıyorlar, hatta Nevşehir civarında bir beldenin hemen hemen bütün evleri yabancılar tarafından satın alınmış, cemaatsız kalan caminin kapısına kilit vurulmuş, ezan okunmaz olmuş.

Yabancılara mülk satıp komisyon alanlar durumdan memnunlar. Bazı çok vatansever vatandaşlar da, Rumlara, Ermenilere, diğer yabancılara pahalı mülk satmak için çırpınıyorlarmış. İsrail devleti kurulmadan önce bazı Filistinli Araplar da onlar gibi yapmıştı, Siyonistler değerinin çok üzerinde ücret vererek onların tarlalarını, zeytinliklerini, bağlarını, bahçelerini, evlerini satın aldılar. İngiliz mandası yılları… Çil çil İngiliz liraları… Sonunda ne oldu? Vatanlarını yitirdiler.

Belki konuyla ilgisi yok ama yazmadan geçemeyeceğim. Geçen yaz bir gün Sultanahmet’te sahil yoluna çıkmıştım, Surların kenarında bir aile piknik yapıyordu. Elli yaşlarında şişman bir bey, mangalın karşısına geçmiş et pişiriyordu. Hava sıcak, üstelik ateşin karşısında yüzü mosmor olmuş, kan ter içinde dumanlar, buharlar, adamcağız neredeyse kalp krizinden ölecek… Be mübarekler! Evinizde puf böreği, zeytinyağlı dolma, maydanozlu kuru köfte yapıp getirseniz, fazla zahmet çekmeden sadece bir çay yaparak yiyip içseniz olmaz mı? Eskiden bu mangal rezaleti yoktu, İnsanlar daha külfetsiz, daha temiz, daha huzurlu piknik yapıyorlardı. Bundan yedi sekiz sene önce, sıcak bir yaz günü Trakya’da bir ağaçlığa piknik yapmaya gittik. Orada en az yüz mangal yakılmıştı. Üfleyenler, bir mukavva parçasıyla yelpazeleyenler, geniz yakıcı dumanlar… O güzelim yerde doğru dürüst nefes bile alamamıştık. Gazeteler zaman zaman İstanbul’u pisleten piknikçiler hakkında yayın yapıyor. Medenî insanlar piknikten dönerken, her yeri tertemiz bırakırlar, çöpleri toplarlar, oradaki veya başka bir yerdeki çöp konteynırına atarlar, cam veya pet şişe bırakmazlar, naylon poşetleri sağa sola savurmazlar, bir kibrit çöpü bile bırakmazlar. Bizde öyle mi? Piknik yapıyorlar, dönüşte, eğlenip dinlendikleri mekânları pis ve rezil bir halde terk ediyorlar. Bazı belediyeler piknikçilere çöplerini koymaları için naylon torbalar veriyormuş, “Oh! Ne güzel, bedava naylon torba!..” diyerek onu da kullanmayıp alıp götürenler varmış. Türkiye’de Singapur’daki nizam, intizam, düzen olsa bu gibi pislikler görünmez. Orada kanunlar çok ağırdır, ihlal edenler dünyaya geldiklerine pişman olurlar. Kimseye piknik yapmayın diyen yok. Ama adam gibi, insan gibi yapsınlar. 04 Nisan 2007