Yeni bir din mi dersiniz, tarikat mı dersiniz, işte bunun kurucusu

Dr. Moon’un geçen yaz belli başlı Amerikan gazetelerine büyük ilanlar verdiğin

i daha önce yazmıştım. Önemine binaen ve konuyla ilgili olduğu için bu ilanların içeriğini kısaca özetliyorum.

Dr. Moon

şöyle diyordu:

“Büyük bir toplantı yapıldı. Hazret-i İsâ, Hazret-i Muhammed, Buda, Konfiçyüs, Martin Lüther geldiler. Hazret-i İsâ beni âhir zaman Mehdisi olarak ilân etti. Toplantıya Allah katılmadı, mektup gönderdi…” İki gazete ilânı basmadı, ötekiler yayınladı…

Dr. Moon

, Karun kadar zengin bir adam,

doların mülti-milyarları ile oynuyor.

Üniversiteleri var, gazeteleri var, televizyon istasyonları var, dünya çapında teşkilâtı var. İşte bu zat Türkiye’ye de kanca atmış bulunuyor.

Meşhur, mâruf, mâlum, mâhut Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk New York’ta Dr. Moon üniversitesinde iki yıl hocalık yapmış, ders okutmuş.

Kendisi aynı zamanda

bu yeni dinin kutsal metinler “Editorialboard” üyesi.

Sık sık toplantılarına katılmış,

Moon’cularla sıkı fıkı, içli dışlı olmuş.

Bir İslâm ilâhiyatı profesörünün böyle nev-zuhur bir dinle ne alâkası olabilir? Oluyor işte.

Yaşar Nuri Öztürk

enteresan, cür’etkâr iddialara sahiptir. Bir ara kendisini

“Çıplak Uyarıcı”

ilân etmişti. Çıplak uyarıcı

Kur’ân-ı Kerîm’de geçen Arapça “Nezirun mubîn”in Türkçe karşılığıdır. Kur’ân bu sıfatı sadece Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz için kullanıyor,

başka bir insan için kullanmıyor. Peki Peygamber’e ait böyle bir sıfatı Öztürk kendisi için nasıl kullanıyor? Kullanır… O bir ilâhiyat profesörüdür, hem bu memlekette bu gibi işler için geniş bir inanç ve fikir hürriyeti vardır.

06.04.2002 tarihli

Milliyet

gazetesinde

“İlâhiyatçılara Moon Çengeli”

başlığı ile bir haber çıkmıştı

(Ömer Erbil imzasıyla).

Bu haberden şu satırları naklediyorum:

“Ankara Sheraton Hotel’de

bilimsel toplantı bahanesiyle Marmara Üniversitesi Dekanı

Prof. Dr. Zekeriya Beyaz

‘ı tuzağa düşüren

Moon

tarikatı, ilâhiyatçılara çok daha önceden çengel atmış.

Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof. Mehmet Erkal, İ.Ü.

İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof. Yaşar Öztürk’

ün….. tarikatın yurtdışındaki toplantılarına katıldığı belirlendi.”

Haberin alt kısmında katılan profesörlere sormuşlar.

Prof. Dr. Mehmet Erkal

“Roma’da bir toplantıya katıldım, kandırıldım”

diyerek hatâsını itiraf etmiş, tebrik ediyoruz.

Haftalık

Aydınlık

gazetesinde

(26.11.2002)

bu konu ile ilgili şu bilgiler var:

“Öztürk, ANKA Ajansı’na Moon tarikatıyla ilişkisinin 1987’de Amerika’dan döndükten sonra bittiğini söylüyor ama

1988’de Bursa’da Sidre Yayınları’ndan çıkan “

Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar”

adlı kitabında, Uluslararası Ortadoğu Birliği’nin danışma kurulu üyesi olduğunu yazıyor!

ANKA Ajansı’nın Öztürk’e sorusu şöyle:

“Halen tarikatın yayın organı

Dünya Kutsal Metinleri’

ndeki isminizden editör olarak söz ediliyor, bunu açıklar mısınız? Öztürk, bu soruya şu yanıtı veriyor:

“Editör deyimi yanlış. Danışman veya hazırlayıcılardan biri olduğumuzun söylenmesi gerekirdi.”

Türkiye ne garip bir ülke…

Ehl-i Sünnet mensubu bir ilâhiyatçı Nakşilik tarikatına veya Risale-i Nûr cemaatine girerse suç oluyor da, Dr. Moon tarikatına veya dinine girerse suç olmuyor!

Yaşar Nuri Öztürk

İslâm hükümlerinin ana kaynaklarından olan Sünnet’i ve icmâ-i ümmeti devre dışı bırakarak kendi kafasına göre,

Kur’ân Müslümanlığı

diye yeni bir sistem geliştirmek istiyor. Peki, onun tek kaynak olarak kabul ettiği Kur’ân, Dr.Moon dini için, Dr. Moon’un Amerikan gazetelerine verdiği ilândaki iddialar için ne diyor?..

Türkiye’de

Dr. Moon

dini ile ilişki kuranlar sadece bazı ilâhiyatçılar değildir. CHP Genel Başkanı Sayın

Deniz Baykal

cenaplarının da bu din ile sıkı ilişkileri vardır. Bu konuda bilgi almak isteyenler

Hikmet Çetinkaya

‘nın

Yeniden Müdafaa-i Hukuk

dergisinin

Mart 2001

tarihli sayısında çıkan yazısını okuyabilirler.

İş bununla da bitmiyor.

Büyük bir islâmî cemaatin de Moon’cularla temaslarda bulunduğu iddia ediliyor…

İnanılacak gibi değil ama böyle iddialar var.

İçinde bulunduğumuz şu

“Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü”

devr-i dilârasında böyle hadiseleri, ilişkileri tabiî karşılamak, şaşmamak gerekir. İstanbul’da, başka yerlerde

ilâhiyatçılar, Katolik papazları, protestan temsilciler, hahamlar, ateistler, agnostikler, çeşitli inançlara ve felsefelere bağlı kimseler ihtişamlı otellerde, toplanarak diyalog ve hoşgörü yapıyorlar.

Bir iftara davet edilmiştim.

Misafirler içinde Papalığın Türkiye’deki temsilcisi de bulunuyordu. Hazrete mikrofon uzatıldı, konuşma yapması istenildi.

Cebinden bir Cevşen-i şerif çıkardı, ben bunu her gün okuyorum dedi.

Bir alkış koptu ki, sormayın… Bazen realiteler, en akıl almaz hayalleri geçiyor!

Yasakçı, tabucu bir insan değilim. Türkiye’de, nev’i şahsına münhasır da olsa lâiklik vardır, herkes istediği gibi inanır. Ancak şu Dr. Moon dini, birtakım ilâhiatçılar, Deniz Baykal’ın Moonculukla ilgi derecesi, Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü hareketi hakkında geniş bilgi sahibi olmak istiyorum. Halkımızın da bu konuları öğrenmesi, bilmesi gerekiyor. Ciddî, insaflı, âdil bir araştırıcı çıksa da bu konuda sahih bilgilere ve gerçek belgelere dayalı ciddî ve vasıflı bir ilmî araştırma hazırlayıp yayınlatsa ne iyi olur.

* * *

Açıklama

Sayın Şevket EYGİ,

30 Ocak tarihli Millî Gazete’de

“Taha Akyol Demiş ki…”

başlıklı yazınızda benim

İslâm’ı reforme etmek istediğim

, hattâ bunu planlayan çevrelerce görevlendirildiğim gibi bir ima bulunmaktadır. Subjektif kastınızı elbette bilemem. Ama böyle bir yanlış anlamayı önlemek için tavzihte bulunma ihtiyacını duydum.

İhtisas düzeyinde malûmat gerektiren dinî konularda bırakın reformu, özel görüş ifade etmeyi bile haddimi aşmak sayarım. Benim üzerinde durduğum konu dinin nasıl

“doğru” anlaşılacağı

değil, değişen toplum yapılarına göre dinle ilgili anlayışların sosyolojik olarak nasıl değişmekte olduğudur.

Sizin kuvvetle savunduğunuz

“Ehl-i Sünnet”

âlimleri son derece işlenmiş, entellektüel düzeyi, rey ve içtihatları son derece rafine bir İslâm anlayışını temsil eder. Halbuki

“Selefi İslâm”

düşüncesinde bu düşünce seviyesi yoktu.

Bu fark İbn Haldun’un belirttiği gibi, Hadarî ve Bedevî toplum yapılarının farklı olmasından

geliyordu. Bedavet’in din anlayışı çok yalın, katı ve mutaassıp olmuştur. Tarihte gelişmiş medeniyetleri ifade eden

Hadarî toplum

yapıları ise çıkardığı yeni meselelerle, zihinlerde yarattığı yeni sorularla yeni içtihatlara, yeni anlayışlara, felsefî ve kelamî akımlara yol açmış ve sizin bugün

“taklid”

etmemizi savunduğunuz büyük din âlimleri böyle oluşmuştur.

Bugün Müslüman toplumlar tarihlerinin hiçbir döneminde yaşamadıkları dolayısıyla tecrübesine sahip olmadıkları bir sanayileşme, iletişim, şehirleşme, kitle eğitimi, ticarileşme ve bunlara bağlı olarak bireyleşme sürecinde yaşıyorlar. Dün Bedavet’ten Hadaret’e geçiş yeni ve daha rafine, daha hoşgörülü bir din anlayışına ve buna tepki olarak

Hariciler

gibi mutaassıp reaksiyonlara yol açmıştı. Bugün daha derinden yaşadığımız toplumsal yapı değişmeleri hem çok daha rafine

(akademik),

hem de

geçmişteki popüler tasavvuf akımları gibi, çağımızda “kitle kültürü” niteliğinde din anlayışlarının ortaya çıktığını görüyoruz.

Bu yeni anlayışlarda çağımızın etkisinin olmaması mümkün mü?

Geçmişteki değişime tepki olarak

Haricilik

benzeri mutaassıp cereyanlar ortaya çıkmıştı. Bugün de

Taliban

tipi veya militan olmasa da

mutaassıp reaksiyonlar

görüyoruz.

Toplum yapısındaki değişmenin psikoloji ve zihniyetleri etkilemesinin neticesinde, fikir ve edebiyat sahasındaki değişmeler ve çeşitlenmeler gibi fıtrî bir ihtiyaç olan

dinle alâkalı “talep”ler de hem çeşitleniyor, hem değişiyor.

Benim araştırdığım konu bu sosyolojik meseledir.

Yoksa ilâhiyat sahasında iddialar ileri sürmeyi şahsım için hadsizlik sayarım. Saygılarımla… 30 Ocak 2003