Dudakları Kıpırdamış!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Pazartesi
1941’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkan Antalya milletvekili Rasih Kaplan (aslen sarıklı bir hocadır), aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:
“….. size bir misal arzedeyim: Antalya’dayım, Müdde-i umuminin (savcının) yanında müftüyü gördüm, isticbab ediliyordu (sorgulanıyordu). Hayret ettim, çünkü Antalya’daki müftü taa Millî Mücadeleden bugüne kadar müftümüzdür. Millî Mücadelede çok çalışmış karakterli bir arkadaştır. Kendisi, cürüm (suç) ve ceza ile alâkası olmayacak derecede sâkin, iyi ahlâklı bir insandır. Binaenaleyh (müftü) gittikten sonra sordum. Müdde-i umumi dedi ki: Birisi (…) bir ihbarnâme veriyor, ‘Dün öğle namazında camiye gittim. Müftü camide idi, müezzin Türkçe kameti getirdikten sonra baktım, müftü namaza başlamadı, dikkat ettim, dudakları kıpırdıyor, Arapça kamet getiriyordu…’ Müdde-i umumi, bunun üzerine takibata başlamış…” (TBMM Zabıt Ceridesi, 1:55, 23.5.1941, c.1, s.144.)
Görüyorsunuz kaynağım sağlam… Büyük Millet Meclisi zabıtlarında yazılı. Ne olmuş? Şehrin müftüsü vakit namazını kılmak için camiye gitmiş, o tarihte Arapça ezan okumak, kamet getirmek yasak. Müftü Efendinin dudakları kıpırdıyor diye ihbar etmişler… Dudakları kıpırdamış da, acaba içinden ne söylemiş? Arapça kamet getirdiğinden şüphelenmişler. Şehrin savcısı, koskoca müftüyü getirtmiş ve sorgulamış.
İşte bu millet, yakın tarihimizde böyle baskılar, böyle zulümler görmüştür. Merhum Üstad Eşref Edib Bey “Kara Kitab” isimli eserinde, bunları bir nebze dile getirmiştir
Bazı Pembeler ve Benzetilmişler, terter tepinerek “Hayır! Yakın tarihimizde hiçbir zulüm yapılmamıştır, ezanlar okunmuş, namazlar kılınmıştır… Söylenenlerin hepsi iftiradır…” diyorlar. Onlara sormak lazım:
Bre nabekârlar! Hiçbir zulüm yapılmadı da, on bine yakın cami, mescid, dergah, zaviye, medrese binası niçin kapatıldı, kimisi satıldı, kimisi yıkıldı? Binlerce tarihî İslâm kabristanının yıkılması, düzlenmesi, arazisinin yağmalanması zulüm değil midir?
Müftü Efendinin dudakları kıpırdamış… Farz edelim ki, Arapça kamet getirdi içinden. Bu bir suç mudur? Bunun için bir vilayet merkezinin Müftü Efendisi savcılığa çağrılıp adî bir suçlu gibi sorgulanabilir mi?
Müftü Efendi belki de, Arapça kamet getirmemiş, ezandan ve kametten sonra okunan duayı okumuştu… Merhum Antalya Müftüsü, Rasih Kaplan Hocanın beyanına göre Millî Mücadeleyi desteklemiş alim, fazıl, ahlâklı, karakterli bir din hizmetlisiymiş. Kurtuluş Savaşı’ndan beri de şehirde müftüymüş. Böyle bir zata bu zulüm, bu baskı, bu hakaret yapılır mı? Hâfızasız bir toplum haline geldik. Yakın tarihimizi bilmiyoruz. Tarihini bilmeyen milletlerin, şimdiki durumlarını da anlayıp değerlendirmeleri mümkün olmaz. Tarihi olmayan toplumların geleceği de yoktur.
Rasih Kaplan’ın anlattıklarını “Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid’atleri Tenkid” (Birinci kitab) isimli eserden aldım. Bu kitap otuz kadar makale, inceleme, tahlil yazısından meydana geliyor. Antalya Müftüsü ile ilgili ibretli hadise “Tarihî Proje: İslâm Gerçeği” başlıklı ve muhterem Ahmed Ali Aksoy tarafından kaleme alınmış 46 sayfalık incelemede yer alıyor. Bu kitabı ve bilhassa bu yazıyı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. (Bedir Yayınevi, Cağaloğlu Yokuşu, No: 6 Vilayet civarı, İstanbul. Tel: 0212/519 36 18. 460 sayfadır, Bedir Yayınevi’nden alana bir adedi 5 YTL’ye verilir, en az beş adet alana maliyet fiyatı olan 3,5 YTL’den…)
Bugün de Türkiye’de İslâm dinini ve dindar Müslümanları “Tehdit ve Tehlike” olarak gören bir zihniyet vardır. Söylemeye hacet yoktur ki, halkın ezici çoğunluğunu teşkil eden Müslümanları tehdit, tehlike, iç düşman olarak görmek akılla, vicdanla, insafla, bilgelikle asla bağdaşmayacak bir aşırılıktır.
Bir vatandaş, âdil kanunlarda suç olduğu açıkça ve kesin olarak bildirilen bir şey yaparsa, âdil mahkemelerde, âdil şekilde muhakeme edilerek cezalandırılır. Gerekiyorsa verilen cezayı çekmesi için hapishaneye konulur. Lakin hiçbir şekilde ona düşman gözüyle bakılamaz. Bir devletin vatandaşları hiçbir zaman düşman değildir. Birtakım kimseler yaramaz vatandaş olabilir, suçlu olabilir, bozuk olabilir, o kadar…
Düşmanlar, birtakım yabancılardır. Savaş esirleriyle ilgili uluslararası Cenevre sözleşmeleri vardır. Türkiye Müslümanları vatanlarına, devletlerine, milletlerine bağlı, saygılı, sâdık kimselerdir. Yakın tarihimizde, bilhassa Birinci Dünya Savaşı’nda yüz binlerce Müslüman bu vatan, bu devlet, millî kimlik ve mukaddesat için canını vermiş, kanını dökmüş, şehid olmuştur.
Birtakım zalimler, devlet ile düzeni özdeşleştiriyor; düzenin aksaklıklarını tenkid eden kimseleri devlet düşmanı olarak gösteriyor. Ne kadar yanlış bir zihniyet!
Esrarlı bir çete, saltanatını ve hâkimiyetini devam ettirebilmek, Türkiye’yi sömürmek için halkımızı Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, dinci-laik diye birbirlerine düşman kamplara ayırmak istiyor. Yakın tarihimizde şimdiye kadar birtakım denemeler yaptılar.
Böcek kadar aklı olan bir kimse, çok iyi bilir ki:
Türklerle Kürtlerin ve diğer etnik kökenlilerin… Sünnilerle Alevîlerin… Dindarlarla dinden uzaklaşmışların barış ve uyum içinde yaşamaları Türkiye’nin ayakta kalması için birinci şarttır. Bu zümreler birbirlerine düşman olur, birbirleriyle çekişip tepişirse devlet sarsılır, millet perişan olur, maazallah vatan elden gider.
1. Türklerle Kürtleri kardeşlik ve uyum içinde birleştirmek.
2. Sünnîlerle Alevîleri barıştırmak, uzlaştırmak.
3. Dincilerle laikleri uyumlu hale getirmek.
Böyle bir şey, Türkiye’de esrarlı bir diktatorya kurmuş olanların işine gelir mi? Türkler Kürtler, Sünnîler Alevîler, dinciler laikler kardeşlik yaparlarsa, uyum içinde yaşarlarsa, mutlu ve putlu azınlığın saltanatı sona erer.
Çeşitlilikler, çekişip tepişecekler ki, bunlar malı götürsünler. Almanya nüfusu Protestanlarla Katoliklerden meydana geliyor. Onlar birbirleriyle çekişiyorlar, tepişiyorlar mı?
Türkiye etnik bakımdan, alt-kimlikler bakımından, kültür bakımından homojen bir yapıya sahip değildir. Bizde büyük bir çeşitlilik vardır. Ya bu çeşitliliği olumlu açıdan ele alacağız, bir zenginlik olarak kabul edeceğiz; yahut belli başlı çeşitlilikleri birbirine düşman edip belâyı bulacağız.
Ah keşke imkanım olsa da, öncelikle iki dernek kurabilsem:
1- Türk-Kürt kardeşlik derneği.
2- Sünnî-Alevî kardeşlik derneği.
Ben gerçekçi bir insanım, etnik ve sosyal realiteleri değiştirmeye yeltenmem. Böyle bir şey Donkişotluk olur. Mezhepler de değişmez, önemli olan olumlu hareket etmek, fitne ve fesada sebebiyet vermemek, ihtilafları azaltmak ve bu topraklar üzerinde barış, kardeşlik, anlayış içinde yaşamaktır.
Bu istediklerim “Birilerinin” işine gelmez. Niçin? Rant meselesi… Bu memleket yakın tarihinde bir trilyon dolardan fazla soyulmuştur. Türk’le Kürdü, Sünnî ile Alevîyi, dindar ile dinden uzaklaşmışı birbirlerine düşman edip çarpıştıracaksın ki, malı götüresin.
Yine çizmeden yukarı çıktım değil mi?.. 26 Nisan 2005