Bugün size eski bir eşkıya hikâyesi anlatmak istiyorum. 1968’de vefat eden gazeteci üstadlardan merhum Refi’ Cevad Uluna/ın «Dağlar Kralı Balçıklı Edhem” adlı kitabında okuduğum bu hikâye olmuş bir vak’adır. Yazar öyle söylüyor. Hadise 19’uncu asrın sonlarında, Sultan İkinci Abdülhamid devrinde Gebze-Şile arasındaki bölgede geçer. Balçıklı Edhem çetesi karşısında jandarma ve âsâyiş kuvvetleri âciz kalmış durumdadır. Yeniköylü ve Paşaköylü Rum çeteleriyle çarpışan Balçıklı Edhem, bugünkü eşkıyaya benzemez. O devirde eşkıyalığın da bir raconu, edebi, erkânı vardır. Meselâ fakir fukarayı ezmezler; icabında zengini soyar, fakire yardım ederler. Balçıklı Edhem’in çetesi içinde, öz oğlu gibi benimseyip sevdiği yeğeni Beytullah da vardır. Birgün, bir takipten kurtulmak için Merkepli köyüne giderler ve olan orada olur. Beytullah, köy halkından sığırtmaç Hasan’ın karısı Binnaz’la yasak bir aşk hayatı sürdürmektedir. Bu hal bilenleri rahatsız etmektedir. Muhtar, eşkıyanın reisi Balçıklı Edhem’i bir kenara çağırır ve ezilip büzülerek durumu anlatır. Edhem bir anda yanardağ gibi kükrer; evet onlar eşkıyadır ama asla ırz ve namus düşmanı değildirler. O esnada sığırtmaç Hasan evinde değildir, kaybolan hayvanları aramağa gitmiştir. Onun bu yokluğundan istifade eden Beytullah da, sevgilisi Binnaz’ın koynundadır. Edhem hemen eve baskın yapar, yeğeni ve manevî oğlu Beytullah’ı zina yatağında yakalar. Sabah namazından sonra köylüyü meydanda toplatır, bir açık hava mahkemesini andıran kısa bir toplantıdan sonra, suçüstü yakalanan, zaten suçunu itiraf edip af dileyen sevgili yeğeni Beytullah’ı kurşuna dizdirir. Kahpe karıyı da öldürtür ve köyü terk eder. Biz eşkıyayız ama ve namus düşmanı değiliz!» der. Bu vak’a çevrede hızla yayılır ve efsâneleşir; köylülerde kendilerini Rum çetecilerin şerrinden koruyan Balçıklı Edhem’e karşı korku ve dehşetle karışık bir saygı ve sevgi uyandırır.

Evet dünün seçkin bir eşkıyasının olmuş, yaşanmış bir menkıbesini anlattım sizlere.

Şimdi gelelim bugünün büyük eşkıyalarına. Bakalım bunlarda da, Balçıklı Edhem’de olduğu gibi namusa, ırza saygı var mı? Yoksa bunlar bambaşka eşkıyalar mı?

1960’Iı yıllarda Doğu Anadolu’muzda Varto ve civarında şiddetli bir zelzele olmuş, hayli can kaybı ve hasar meydana gelmişti. Dünyanın birçok ülkeleri, felaketzedelere yardım için yiyecek ve başka ihtiyaç maddeleri göndermişlerdi.

Ben o zaman gözlerimle gördüm, Varto felâketzedelerine gönderilen yabancı markalı konserveler bazı İstanbul bakkallarında satılmıştı. Modern eşkıya, o zavallıların hakkı olan bu malzemeyi ele geçirmiş, pazara sürmüştü.

On küsur sene kadar önceydi. Yetim ve kimsesiz çocukları barındıran bir yerde, bir çocuğun durumundan şüphelenilmiş, yapılan muayenesinde ırzına geçilmiş olduğu anlaşılmıştı. Sonra, o yerdeki bütün çocuklar muayene ettirilmiş, büyük kısmının kirletilmiş olduğu meydana çıkmıştı. İşte başka bir çağdaş eşkıyalık nümunesi daha.

Yoksul ve çaresiz vatandaşlara dağıtılması gereken bir parayla ilgili bir vak’a: «Bir milyonluk makbuzu imzalar, 750 bin liranı alırsın » denilmiştir. Bu da, çok çağdaş bir eşkıyalık.

Cesaretiniz varsa, geceleyin İstanbul’un Lâleli semtinin ara sokaklarından geçiniz. Bir sürü rezalet ve namussuzluk göreceksiniz. Romanyalı ve daha bilmem nereli bir yığın fâhişe, onları çalıştıran otel kâr hâneleri, kadın dellâlları ve daha neler neler. Birkaç hafta önce bu bölgede röportaj yapan Aktüel dergisinin muhabirlerinin başlarına gelmeyen kalmadı. Bütün bu eşkıyalık, «ilgili ve bilgili” mercilerin gözleri önünde cereyan ediyor. Eşkıya «birileri» ile ortak çalışıyor. Çağ atlayan Türkiye’dir burası.

Herif 11 yıldır, yaşı dolduğu halde «işi» bırakmıyor. Başında bulunduğu kurum tam bir mafia gibi çalışıyor. Bastır parayı al istediğin raporu, öyle bir, iki milyona da çalışmıyorlar. Yüz milyonlar alıyorlar bir kalemde. Rivayete göre, işbaşında tekrar kalabilmek için en son, yüksek bir yere 16 milyar daha ödemiş. Tezgâhı terk etmemek için bir kalemde 16 milyar ödeyebilen birisinin haram kazancını düşününüz siz. Bu da kravatlı, akademik kariyerli uygar bir eşkıyadır.

Devr-i Hamidî’de Balçıklı Edhem’ler, Çakırcalı’lar ve diğerleri varmış. Benim gençliğimde Koçero’lar, Hamido’lar, Hakimo’lar vardı. Şimdi ise kravatlı, şapkalı, şık kostümlü eşkıya türedi. Bunlâr kimseden korkmazlar, bağlarda bayırlarda gizlenmeğe de lüzum görmezler. Tripleks villalarda oturur, yarım milyarlık Mercedeslerle gezerler, denizleri kotraları ile köpürtürler. Bazen bilmem ne paşa konağında tepside kadın oynatarak akşam yemeği yerler, bazen başka bir lüks restorana helikopter ile giderek hava atarlar. Önlerinde herkes iki büklümdür. Çünkü onlar modern, saygın, çağdaş eşkıyadır.

Mafyacılık her yeri sarmıştır. İlaçtan yemeklik yağa; taksi plakasından senet tahsiline; sahipleri varis bırakmadan ölmüş kimselerin gayrımenkullerinden gecekonouculuğa; ağaç kömüründen özel televizyonculuğa kadar. Memleket ve millet eşkıya ağıyla kıskıvrak sarılmış, kıpırdanamaz hale gelmiştir. Basın niçin bunlarla mücadele etmiyor? Güldürmeyin beni. Hem etmez hem de edemez. Bazı basıncıların trilyonlarla oynadıklarını, ne işler çevirdiklerini bilmiyor musunuz?

Son kampanyada bazı şahıslar, kazanmak için milyarlar harcadılar, sırf kendileri için televizyona bile reklâm verenleri gördük. Sadece Trabzon vilayetinde bir trilyon civarında para dağıtıldığı, masraf yapıldığı yazıldı (Hürriyet, 22 Ekim 1991). Bütün bu dolaplar millet ve vazife aşkı ile mi yapıldı. Yoksa…

KÖTÜLÜKLERE KARŞI

Haksızlıklarla, kötülüklerle mücadele etmenin en etkili yolu meşrû-yasal yollardan dilekçe, mektup, kart, telgraf göndermektir. Bu işte dikkat edilecek noktalar şunlardır:

  • Mutlaka açık adres ve isim verilecektir. İsimsiz ve adressiz yazıların kıymeti olmaz.
  • Takma isim, uydurma adres ile yazılmayacaktır.
  • Yazıda hakaret, küfür, terbiyesizce ifâdeler, tâbirler, sataşmalar kat’iyyen olmayacaktır.
  • Kanunlar açısından hiçbir suç unsuru bulunmayacaktır.
  • Türkçe, ifâde, üslûp, gramer bakımından mükemmel ve titizlikle hazırlanmış olacaktır.
  • Daktilo ile, daktilo yoksa çok okunaklı ve güzel bir elyazısıyla yazılmş olacaktır. |
  • Herkes yukarıdaki şartlar dahilinde yazamayacağından, yazının bir bilen kimseye yazdırılıp gönderilmesi daha uygun olur.
  • İyice hazırlanmış bir metnin fotokopi yapılıp veya matbaada bastırılıp mektup, dilekçe veya kart şeklinde gönderilmesi de olabilir.
  • Resmî dairelere yazılan yazılar, dilekçe mahiyetinde olduğundan, iki aylık bir süre içinde resmen cevaplandırılması kanuni bir emirdir. Yazının kopyası alınmalı ve taahhütlü olarak gönderilmelidir.
  • Hakaretâmiz ve edepsizce kaleme alınmış yazılar, hem iyi vatandaşlığa ve Müslümanlığa yakışmaz hem de kaş yapayım derken göz çıkartmak olur. Kesinlikle kaçınılmalıdır.

Batı demokrasilerinde bu mektup gönderme usulü sosyal ve siyasal kuvvet haline gelmiştir. Maalesef bizim halkımız bu konuda gevşek, pasif ve ihmalkârdır.

Yukarıda saydığım hususlara dikkat etmek şartıyla, kötülük ve çarpıklıkları düzeltmek maksadıyla herkesi usulune uygun olarak yazılar yazıp ilgili yerlere göndermeğe davet ediyorum. Bu. İslâm’ın emr-i maruf, nehy-i münker emrinin bir gereğidir. Çünkü kötülüğü kovmak ve engellemek, iyiliği destekleyerek yaymak her Müslümanm vazifesidir.

Bu devirde, bu farzı ifa etmenin en kolay ve uygun yolu da anlattığım şekilde mektuplar, dilekçeler yazmaktır.

Teşebbüs edeceklere hayırlı başarılar dilerim.

31.10.1991