Cumartesi günlü yazı çıkmamıştır..

Müslümanlar elli seneden beri çalışıp çabalıyorlar ama bu kadar uzun bir zaman içinde dünya çapında bir din âlimi, bir romancı, bir tarihçi, bir sosyolog, bir mimar, bir hukuk mimarı, bir modacı, bir iletişimci, bir şâir, bir düşünür yetiştiremediler. Bırakınız dünya çapında böyle adamlar yetiştirmek, Türkiye çapında bile yetiştiremediler.

Müslümanlar elli senedir hâfız kursları ve mektepleri açtılar. Buralardan elbette dünya veya Türkiye çapında âlimler yetişemezdi.

Şubeleriyle birlikte binden fazla İmam-Hatip mektebi açtılar. Soruyorum: Dünya çapında kaç adam yetişmiştir bu okullardan? Yedi sene sözde Arapça okutuyorlar ama öğretemiyorlar.

Yirmiye yakın ilahiyat fakültesi var. Bunlardan dünya çapında kaç araştırıcı, âlim, fâzıl yetişmiştir?

Müslümanların yüzlerce özel lisesi ve koleji var. Bunlardan hangisi İngiltere’deki Eton koleji ile boy ölçüşebilir? Hangileri lisan, edebiyat, tarih, felsefe, sanat kültürü ve sosyal ilimlerde Singapur, Kanada, Taiwan, Japonya liselerine denktir?

Son elli yıl içinde İslâm’a hizmet eden güçlü ve vasıflı zatlar ya karşı taraftan ihtida ederek gelmişlerdir, yahut da karşı tarafın liselerinde ve üniversitelerinde okumuşlardır.

Merhum üstad Necip Fazıl, Nâzım Hikmet’in arkadaşı idi. Şeyh Abdülhakim Arvasî hazretlerinin nazarına gelmiş, ihtida etmiş ve ondan sonra nice hizmetler etmiştir.

Ordinaryüs profesör Ali Fuad Başgil de karşı tarafa mensup iken hidayete erip İslâm’ın ve Müslümanların safına geçmiştir.

Doçent Nurettin Topçu Paris’e felsefe doktorası yapmak için gitmiş, orada katolik Maurice Blondel’in tesirinde kalarak kendi dinine, İslâm’a dönüş yapmıştır.

Evet Müslümanlar kendi hafız mekteplerinden, İmam-Hatip okullarından, özel kolejlerinden, İlahiyat fakültelerinden dünya ve Türkiye çapında tek güçlü şahsiyet yetiştirememişlerdir.

Bunun birinci sebebi kırsal kesim, gecekondu, taşra, varoş zihniyetidir.

İslâmî hareket bir gecekondu ve kırsal kesim hareketine dönüştürülmüş, marjinalleştirilmiş, tarihin kenarına itilmiştir. Bunun sorumluları suçluları birtakım çarıklı erkân-ı harpler, zekâ özürlüler, akıl ve ruh hastaları, nefs-i emmâre kurbanları, din ve mukaddesat rantı yiyen alçaklar, yetersiz karakterli zavallılardır.

Tarih boyunca büyük bir medeniyet kurmuş, yüksek kültürlere sahip olmuş, tarih yazmış; ilim, irfan, sanat, edebiyat, mimarlık, hukuk tefekkürü sahasında harika eserler ortaya koymuş Müslümanların şimdi bu ülkede birinci sınıf gazete çıkartacak Abdi İpekçi gibi bir gazetecileri bile yoktur. Birtakım Müslüman gazetelerin ve televizyonların başında karşı taraftan devşirilmiş, kiralanmış yöneticiler bulunmaktadır. Müslümanlar, televizyon konusunda Sabataistlere bile muhtaç olmuşlardır.

Peki Müslümanlar elli sene içinde nasıl elemanlar yetiştirdi?

İyi niyetli, fakat yetersiz olan temiz insanlara bir şey demiyorum. Lakin bunların yanında bir sürü arivist, demagog, şarlatan, din sömürücüsü, din rantı yiyen, soytarı kılıklı haşarat da yetiştirildi. Bunlar dâvamızı mıncıklaya mıncıklaya bugünkü hale getirdiler.

İslâm ile yalan birlikte yürür mü? Elbette yürümez. Fakat uğursuz haşarat yıllardan beri din adına yalan söylediler, Müslümanları aldattılar, oyaladılar, afyonladılar, uyuttular, çıkmaz sokaklara soktular. Arada trilyonları götürdüler.

İslâm ile emanete hıyanet bir yerde olur mu? Olmaz ama bizim haşarat yıllardan beri emanetlere hıyanet edip durdu. İşlerin başına ehil, layık kişileri değil, baron bendelerini, kendi sadık adamlarını getirdiler.

Müslümanlar son elli yıl içinde bir tek gerçek lise açmış olsaydılar yine de kurtulabilirlerdi. Böyle bir lise hâlâ yoktur. Var diyenin alnını karışlarım.

Baron hazretlerinin yanında ruhanîlerin kanat hışırtıları duyuluyormuş… Baron hazretleri ayakta ve yatakta, uyurken ve uyanıkken mütemadiyen sadık rüyalar görüyormuş… Baron hazretleri mehdiymiş, kutubmuş, gavsmış; ona çok para, daha çok para, en çok para vermek gerekmiş; baron hazretlerini tenkit eden çarpılırmış… Yıllardan beri zavallı saf, temiz, câhil Müslümanları bu efsanelerle aldattılar ve onları kaz gibi yoldular, inek gibi sağdılar.

İslâm dâvası vasıflı, güçlü, üstün, yüksek adamlarla ve bunlardan kurulacak kadrolarla yücelir. Hangi okullarda, hangi üniversitelerde, hangi eğitimle yetişecektir böyle adamlar?

Üstün ve vasıflı Müslüman elemanlar iki şeyi yakalamış olmalıdır: İslâm’ı ve çağı. Nerede okuyup, eğitilip, yetiştirilecektir böyle kişiler? Müslümanları bu hale getirenlere yazıklar olsun! Kurtarıcı çok ama kurtuluş yok… Böyle kurtarıcılara:

“Nüshan maraz-ı aşka ilâç eylemedi hiç / Ey şeyh-i kerâmat-füruş ez de suyun iç!” derim.

Büyük Gazete

Türkiye gibi büyük bir ülkede, en az iki milyon satışı olan güçlü ve ciddî bir gazete olması gerekmez mi? Gerekir ama böyle bir yayın organı bir türlü çıkartılamıyor. Kartel medyasının gazeteleri İslâm’a, Müslümanlara, Kur’an ahkâmına, Şeriat’a sanki savaş ilan etmişlerdir. Müslüman vatandaşları düşman olarak görmekte, onlara her türlü hakareti yapmaktadır. Bu kafayla iki milyon satış elde etmek elbette mümkün olmaz.

İslâmî kesimin gazeteleri ise başka bir âlemdir. İki büyük gazetenin satışları Japon usûlü elden, kapıdan satışlardır. Şu başörtüsü krizinde Müslüman bir gazete köşeyazarlarına sansür uygulamakta, “hoşa gitmeyecek” pasajları çıkartmaktadır. Hoşgörü devrinde yaşıyoruz ya… Vaktiyle merhum Necip Fazıl, dinî kesimin gazeteleri için “aceze basın” demişti.

İki milyon satan büyük, ciddî, tesirli, nüfuzlu bir gazetenin milleti, farklılıkları rahatsız etmemesi gerekir. Sünnî de okumalı, Alevî de; Laik de okumalı, Şeriatçı da. Sadece manyaklar, halk düşmanları fanatikler rahatsız olmalı. O da tabiîdir.

Bu ülkede “Türkiye’nin gazetesi” olacak yayın organlarına ihtiyaç vardır. Bütün çeşitlilikleriyle Türkiye’nin, Türk halkının, Türkiyelilerin… 30 Mayıs 1999