Dünya Tuzağı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Pazartesi
Çok parlak bir tahsil yapmış, yüksek bir diploma almıştır; genel kültürü vardır, önemli bir konuda uzmandır. Yüksek bir makam ve mevkiye çıkmıştır; fakat bu adamın ahlâkı, karakteri, fazileti; kültürü diploması, tahsili, makamı ve mevkii seviyesinde değildir. Böyle bir adam bir canavardır; ülke, devlet ve millet için bir felâket ve âfettir. Yakın tarihimizde ABD’de, Batı Avrupa ülkelerinde yüksek tahsil yapmış, birkaç yabancı dil öğrenmiş bazı prensler zuhur etmiş; bunlar devletin çok önemli ve hayatî mevkilerine geçmiş ve dehşetli talan ve tahribat yapmıştır. İsim vermiyorum, versem mahkemeye müracaat ederler, bize hakaret etti diye tazminat isterler…
İnsanlık pozitif ilimler, teknik, icatlar, keşifler, konfor, zenginlik bakımından çok ilerledi. Ahlâk, fazilet, karakter, bilgelik bakımından ise yükselmek bir tarafa geriledikçe geriledi; işte bugünkü kötülüklerin, topyekûn kokuşmanın, vicdansızlıkların, insafsızlıkların, eşkıyalığın sebebi, bilgiyle ahlâk arasındaki bu seviye farkıdır.
Okullarda genç nesillere sadece bilgi verilmesi, kültür öğretilmesi yeterli değildir. Eğitim müesseseleri bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de vermelidir. Vermezlerse, veremezlerse canavarlar yetiştirirler.
Ahlâkın ve yüksek karakterin birinci ve ana kaynağı dindir. Dinsiz ahlâk düşünülemez.
Hem Müslüman veya İslâmcı geçinecek, hem de İslâm ahlâkına aykırı işler yapacak; böyleleri Müslüman değil, Müslüman müsveddesi veya karikatürüdür.
Peygamberimiz (salât ve selam olsun O’na) “Ben yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuşlardır. Böyle bir Peygambere, onun Hak Teâlâ katından getirdiği Kur’an’a inanmış bir Müslüman ahlâksız, karaktersiz olamaz.
Aksiyonla, yapmakla ilgili her şey ahlâkın dairesi içine girer. Ahlâk, yapılan bütün işlerde iyinin ve kötünün ölçülerini koyar. Sırf akıl ile üstün ve mükemmel bir ahlâk nizamı kurulamaz. Vahyin ışığı akla yol göstermelidir.
Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde “Benden sonra Arabistan’da putlara tapılacağından korkmam. Korkum, Müslümanların dünya mallarına, paraya, maddî menfaate kapılmalarıdır” mealinde buyurmuşlardır.
Bugünkü Müslümanların bir kısmı para, mal, zenginlik, madde, dünya menfaatleri konusunda Kur’an’ın, Şeriatın, Sünnetin sınırlarını ihlal etmişler, ölçülerini çiğnemişlerdir.
Böcek kadar aklı olan bir Müslüman haramdan, şüpheli kazançlardan uzak durur. Bunlar zenginlik, menfaat, hayır değil; tam aksine felaket, ateş, azap ve vebaldir.
Münafıklar ve sapıklar haram kazanç elde etmelerini ve yemelerini mâzur göstermek için “Müslümanın güçlü olması lazımdır, bu devirde en büyük güç kaynağı para ve zenginliktir, biz de bu yüzden devşiriyoruz…” diyorlar. Yüce İslâm dini helâl ticareti teşvik ediyor ama haramı yasaklıyor. Haram kazançlar, haram gelirler güç değil, en vahim zaaf sebebi ve kaynağıdır.
Haramla zenginleşen ve semirenlerin ne haltlar yediklerini duyuyoruz. Böyleleri Nemrudluk ve Firavunluk taslıyor, yeryüzünde kibir ve gururla dolaşıyor, milyon dolarlık köşklerde oturuyor, yüz bin dolarlık binitlerle dolaşıyor, kalitesiz bir ihtişam ve saltanat sergiliyor.
Âdemoğullarının Seyyidi olan, insanlığa en güzel bir örnek ve model olarak gösterilen, en yüksek ahlâk ve karaktere sahip olan Muhammed Mustafa aleyhisselatü vesselam nerede, birtakım yarı mühtedî sefiller nerede? Muhakkak ki, Peygamber bir vâdide, onlarsa bambaşka bir vâdide…
Kişiyi azdıran, kudurtan, günaha düşüren servet ve zenginlik onun için büyük felâkettir. Böyleleri öldüklerinde uyanacaklar, lakin iş işten geçmiş olacaktır.
Haram paralarla şişen, semiren, zenginleşen azgınlar bu imtihan dünyasını kendileri için yalancı ve sahte bir cennet haline getirmek isterler. Onların âhirete olan inançları sadece dillerindedir, boğazlarından aşağıya, kalplerine inmemiştir.
Dünyayı cennet yapma arzu ve emeli İslâm’ın temel inançlarına aykırıdır. Dünya fânilikler yurdudur, gelip geçicidir, sebat ve kararı yoktur. “Dünya bir leştir, ona talip olanlar köpektir” buyurulmuştur.
Bu dünya mü’mine nasıl cennet olabilir?
Peygamber “Dünya kâfire saray, mü’mine zindandır” buyurmamış mıdır?
Bu dünyanın gençliği ihtiyarlığa dönüşür; sağlığı hastalığa; ikbali idbara…
Dünya ikballeri ve saltanatları ne kadar aldatıcı ve kararsızdır. Nice sultanlar, şahlar, hükümdarlar tantana ve debdebe ile oturdukları tahtlarından alaşağı edilmişler, zindanlara atılmışlar, idam edilmişlerdir.
İhtişam içinde yaşayan nice zenginler servet ve mallarını kaybetmiş, fakr u zarurete düşmüştür.
Nice bayındır şehirler düşman istilâsıyla, savaşlarla, âfetlerle yerle bir olup haritadan silinmiştir. Sodom ve Gomore’den, Pompei ve Herculanum’dan ibret almamız gerekmez mi?
İnsanların en akıllısı, en bilgesi, en olgunu olan Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz Hazretleri bakınız ne buyuruyor:
“Her sabah bir melek dünya semasından şöyle nida eder: Ey bugün doğacaklar, ölmek üzere doğunuz!.. Ey bugün bina edilen yapılar, harap olmak, yıkılmak üzere bina ediliniz!..”
Yaşadığımız tarihî şehirlerden şu ana kadar kaç medeniyet, kaç kuşak gelip geçti? Toprakları kazdığımızda duvar kalıntıları, temel taşları görüyoruz. Onlar eski medeniyetlerin, bizden öncekilerin binalarıydı. Doğdular, yaşadılar, öldüler, o eski insanlar; yaptıkları binalar, içinde oturdukları şehirler de yıkıldı, hep harap oldu.
Müslüman elbette ticaret yapar, sanayi işleriyle uğraşır, iktisadî faaliyetlerde bulunur, ancak hiçbir zaman gaflete düşmez. Ticaretinin, sermayesinin, fabrikasının, işinin, kazancının kendisi için bir sınav olduğunu bilir. Bunlar hep ona verilmiş emanetlerdir. Mülkün hakiki sahibi Allah-u Teâlâ Hazretleridir. Yaptıklarından dolayı O’na hesap verilecektir.
Kazancı, serveti, ticareti, fabrikası, işyeri, müzeyyen meskeni, lüks otomobili, pahalı ve markalı elbiseleri, evindeki şatafatı, dekorasyonu, parası, çoluk çocuğu, makamı mevkii, ikbali, ünü kendisini azdıran, şaşırtan, gaflete düşüren ve hattâ maazallah bazen kudurtan insan ne kadar acınacak bir mahluktur?..02 Aralık 2003