Durgunluk ve Bezginlik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Cumartesi
Geçtiğimiz günlerde Kastamonu’nun ilçelerinden Çatalzeytin tarafına birkaç günlük bir seyahat yaptım. Ülkenin bazı bölgeleri terkedilmiş ve ıssız bir haldedir. Öyle ilçelerden geçtik ki, sokak ve meydanlarda bir iki insandan başka bir canlı görülmüyordu. Her yer sessiz, durgun, hareketsiz. Kilometrelerce gidiyorduk da, o güzelim asfalt yollarda ticarî eşya, ziraî ürün, emek mahsulü mamulat taşıyan kamyonlar, kamyonetler görülmüyordu. Bir kısım tarlalar artık ekilmiyordu. Deniz bile kurumuştu, kurutulmuştu. Artık balık çıkmıyordu. Çatalzeytin taraflarına, deniz dibinden kum midyesi toplayacağız diye balıkçı gemileri gelmişler, zemini tırnaklı âletlerle kazımışlar, bütün balık yuvalarını tahrip etmişlerdi. Artık balık yoktu. Görüştüğümüz biri, “Canım balık isteyince epey uzaklardan alabalık getirtip yiyorum” diyordu.
Denizde tek bir şilep, büyük gemi görmedik. Çatalzeytin’in nüfusu eskiden köyleriyle birlikte otuz bin kişiymiş. Şimdi sekiz bine düşmüş. Büyük şehirlere göçenler yazın tatil için geldiklerinde bu rakam onbeş bine yükseliyormuş. “Burada ne üretilir?” diye sordum. Bir şey üretildiği yokmuş. Sadece fındık şekeri yapan bir dükkan varmış. Çatalzeytin’in o tek sanayiinin ürünü olan bir kutu fındık şekeri satın aldım.
Her yerde Coca Cola var. Firması, soğuk tutan vitrinli dolaplar yaptırmış, her yere koymuş. Yerli yoğurttan yapılmış bir bardak ayran bulamazsınız ama adım başında soğuk kola içebilirsiniz. Ne garip ülke şu Anadolu.
Peki bu bölgenin insanları nasıl geçinirler. Birtakım insanlar emekli maaşı alıyor, onu yiyorlar. O civardaki Abana’ya yerli turistler ve ora kökenli zenginler geliyor, biraz para bırakıyor.
Bizi misafir eden Ebüzziyâfe Şevket Bey’in evindeki üç büyük masanın üzerinde nefis granit taşları vardı. Brezilya’dan ithal edilmiş, tanesi bugünkü para ile beşyüz milyon liraymış. Düşünün; ziraati, üretimi, hayvancılığı, çalışmayı terketmiş Türkiye Brezilya’dan taş ithal ediyor. Türkiye’de taş yok mu?
Ormanlar, deniz, ekilebilecek arazi, her şey çok güzel, çok müsaitti. Lâkin Anadolu çöküyordu. İnsanlarda bir bezginlik, bir karamsarlık, bir hüzün gördüm. Politikacılar, bürokratlar, aydınlar Anadolu’yu imar hususunda yetersiz kalıyorlardı. İnsanların büyük bir kısmının çalışmaya, didinmeye, güçlüklerle savaşmaya niyeti yokmuş gibi geldi bana.
Eskiden buraların halkı ne kadar çalışkandı. Tarlalar ekilir, biçilir kışa hububat (buğday ve saire) ve bakliyat (fasulye, nohut ve öteki kuru sebzeler) hazırlanırdı. Pestiller, pekmezler, kuru meyveler hazırlanırdı. Tarlalara keten ekilir, bunların liflerinden evlerdeki el tezgâhlarında kumaşlar dokunurdu. Keşkek kaynatılır, taş dibeklerde döğülürdü.
Halk artık üretmek istemiyor, sadece bol bol tüketmek istiyor. Peki bir ülkenin ve bir milletin üretmeden tüketmesi mümkün müdür?
Bizim insanlarımıza Hollanda gibi Avrupa, Taiwan gibi Asya ülkelerini tanıtmak, göstermek gerekir. Ekilebilecek bütün arazi ekilmiş, mer’alarda cins inekler otluyor, fabrikalar harıl harıl çalışıyor, insanların her biri bir iş ile meşgul oluyor; yollarda, kanallarda, demiryollarında, limanlarda kamyonlar, gemiler, vagonlar üretilen malları taşıyor. Hattâ bazı değerli mallar kargo uçaklarıyla ihraç ediliyor. Onlarda faaliyet, üretim, ticaret. Bizde tembellik, miskinlik, atalet. Bu memleketin hali ne olacak?
Bu halkı bu hale resmî ideoloji, politikacılar, bürokratlar, medya, üniversiteler getirmiştir. Üst tabakanın şu anda tuzu kurudur ama onların da istikbali parlak değildir. Büyük ve genel bir çöküş olduğu takdirde, onlar da enkaz altında kalacaktır. “Biz İvsiçre’ye, ABD’ye kaçarız, istiflediğimiz servetleri orada afiyetle yeriz” demesinler. Bu memlekete, bu millete, bu devlete yaptıkları kötülüklerin ve hıyanetin cezasız kalmayacağını bilsinler. Allah’ın sillesi ansızın sessizce tepelerine iniverir.
Bir grup İslâmcı var. Onları iyi tanıyan biri, bu güruhun üçte birinin içki içtiğini söyledi. Seks ve kadın bakımından da durumları pek doğru ve parlak değil. Bazılarının kaçamakları gizli kameralarla tesbit edilmiş. İleride bunları ya tehdit unsuru olarak kullanırlar, yahut yayınlarlar. Para ve maddî menfaat konusunda da bu İslâmcılar geçer not alamaz.
Müslüman da nihayet bir insandır, onun da elbette kusuru, günahı, eksiği olur. Lâkin bu adamlar, ortaya İslâm adını kullanarak, “Biz İslâm’a ve Müslümanlara hizmet edeceğiz” diyerek çıkmışlardır. Daha kaliteli, daha idealist, daha dikkatli olmaları gerekmez mi?
Ahlâkı yetersiz, iradesi zayıf, karakteri bozuk adam dâvâ adamı olamaz. Deve adamı başka şey, dâvâ adamı başka şeydir. Bakınız Güney Afrika’da Mandela yirmi sekiz sene hapis yatmıştır. O bir dâvâ adamıydı. Nobel ödülünü kazanan Rahibe Tereza da dâvâ adamıydı.
Yiyen, götüren, hortumlayan, emaneti ehline değil de ehil olmayana veren, yalan söyleyen, rahatına bakan, vicdanını ve kalemini kiralayan, küçük hesapları olan, benliğine tapan, yalan övgülerden hoşlanan, doğru da olsalar tenkit ve uyarılardan nefret eden, nefs-i emmâresine tapan, kendilerini destekleyen saf ve câhil halkı soyan, onları aldatan, uyutan, afyonlayan, gerçekleşmeyecek hayallerle avutan adamlar dâvâ adamı değil, deve adamıdır.
İslâm yenilmez, yenilen Müslümanlardır. Bunun sebebi de, islâmî hareketin ve dâvânın içine sızmış olan rantçı, yetersiz, ahlâksız, karaktersiz, bozuk, düşük, bayağı adamlardır. Bunlar tasfiye edilmedikçe, bunlar dışlanmadıkça Müslümanlar zilletten kurtulamaz. 15 Ağustos 1999