Çarşamba

 

İmralı adasında, bir idam mahkumu için hayli lüks ve konforlu şartlar altında yaşatılan Abdullah Öcalan gündemden düşmüş vaziyette. Birtakım gizli ve esrarlı güçler böyle istediler. Abdullah’ı unutturmak, asılsın mı, asılmasın mı tartışmalarına son vermek için ne yapalım diye düşündüler ve bunun çaresini buldular.

Şimdi birinci gündem maddesi Hizbullah meselesi. Herkes bu meseleyi konuşuyor. Hizbullah’ın başı Beykoz’daki çatışmada öldürüldü. O çok şeyler biliyordu, sağ kalmış ve konuşmuş olsaydı, söyleyeceği şeyler Türkiye’yi altüst edecekti. Konuşmaması gerekiyordu. Ölüler konuşmaz.

Büyük medyanın gücü bir kere daha anlaşılmış oldu. Gündemi onlar tâyin ediyor. Peki onların arkasında hangi güçler var? İstihbarat var, derin devlet var. İstihbaratı anladık da, derin devlet nedir? Bu konuda fazla bir şey bilen yok. Devletin merkezi Ankara, derin devletinki İstanbul diyorlar.

Terör son bulur mu? İnşaallah. Lâkin terörün iktisadî ve malî tarafı var. Onbeş sene içinde terör sayesinde yüz milyar dolarlık uyuşturucu ve silâh ticareti yapılmış. Birtakım gizli, esrarlı, mafyavarî, mahiyeti karanlık güçler böyle bir gelirden mahrum kalmak istemezler. Onlar, şu veya bu şekilde terörü devam ettireceklerdir.

Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar bizdeki sistemin iki büyük korkusu vardı: Komünistlik ve irtica. Şimdi komünizm tehlikesi bitti. Eski komünistlerin yüzde doksanbeşi lâik, demokrat, çağdaş ve kemalist kesildi. Artık tek büyük tehlike irticadır. İrtica ne demektir? Bunun da mânâsını bilen, İslâm ile irtica arasındaki farkı ayırd edebilen yoktur. Toz duman içinde bir kör döğüşüdür gidiyor.

Türkiye’deki son gelişmelerde İsrail’in, uluslararası siyonizmin rolü var mıdır? Yoktur diyene gülmek gerekir. İsrail dünyanın en güçlü ve tesirli istihbarat servisine sahiptir. Orada mükemmel Türkçe bilen binlerce eleman mevcuttur. Türkiye’de iyi derecede İbranice bilen ve Yahudi kültürüne âşina olan kaç kişi çıkar?

Abdullah Öcalan’ı biz mi yakaladık? Onun, bazı dış güçler tarafından yakalanıp paketlendiği ve Türk makamlarına hazır lokma olarak sunulduğu konusunda israrlı rivayetler var.

2000 yılının başında büyük bir malî çöküş ve iflâs bekleniyordu. Böyle bir şey henüz gerçekleşmedi. Zelzele yardımları imdada yetişti. Bir de ABD yardım etti. Peki bu paralar da bitince ne olacak?

Demirel’i yeniden Cumhurbaşkanı yapmak istiyorlar. Şayet onun yerine koyacak adam yoksa bu bir felâket. Demek ki, Türkiye, başına geçirebileceği lider şahsiyetler yetiştiremiyor. Onun yerine geçecek adaylar var da, onlar istenmiyor, ille de Demirel kalsın deniliyorsa, bu da başka bir felâket. Peki Demirel’e bir emr-i Hak gelirse ne olacak? Türkiye bir kişiye mahkûm mudur?

Kokuşma, hırsızlık, talân, yağma cephesindeki durum nasıl? Bunlar Türkiye’nin müzmin dertleridir, devam ediyorlar. Kurutulmaları, durdurulmaları mümkün değil mi? Bugünkü sistemde mümkün değildir.

Halkta ve esnafta büyük bir bezginlik ve karamsarlık görüyorum. Bazıları önümüzdeki ilkbahardan itibaren turizm piyasasının açılacağını, memlekete yine döviz akacağını söylüyor. İnşaallah. Fakat zelzele ihtimali devam ediyor. İstanbul zelzelesi. Terör de bitmedi. Acaba kütle halinde turist gelir mi?

Sanırım şu anda ülkedeki en canlı ticaret cep telefonu ticaretidir. Halk çılgın gibi cep telefonu alıyor. Bu gidişle dünya birincisi olacağız bu sahada. Pazar günü ikindi namazında Beyazıt Camii’ndeydim, farz kılınırken saygısız bir unutkanın telefonu uzun müddet çaldı, ibadette huzur kalmadı. Bazıları için cep telefonu su gibi, hava gibi, ekmek gibi, namus gibi bir şey oldu. Onsuz yaşayamazlar. Gelirleri olmasa, acından geberse yine alacaktır.

Büyük medyanın ve egemen güçlerin gündeminde olmayan önemli maddeler de var. Eğitim bitmiş, iflâs etmiş vaziyettedir. Kimin umurunda. Üniversitelerin, akademik çalışmaların durumu berbat. Bu konu da kimsenin dikkatini çekmiyor. Yeter ki, resmî ideoloji ayakta kalsın.

Küçük bir azınlık ülkenin balını, kaymağını yemeye devam ediyor. Yüz kadar büyük şahıs, aile, firma var. Onları beş binler takip ediyor. Beş bin aile. Şu yetmiş milyonluk ülkede bir iki milyon kişi iyi yiyor, iyi yaşıyor, keyf sürüyor. Onların büyük derdi fazla yemekten dolayı aldıkları kiloların bir kısmını eritebilmek. Doğuda fakir çocuklar, ellerinde ayakkabı boyası sandıkları gelip geçene, camiye girip çıkan cemaate yalvarıyor, “Amca ayakkabını boyayım mı?” Bir yanda lüks, sefahat, konfor, rahat, bolluk; öbür yanda sefalet, sıkıntı, darlık. Vahşi kapitalizm. Bugünkü fakirler de zenginleşince Mercedes arabalar, lüks televizyonlar, müzeyyen meskenler edinecekler. En pahalısından da cep telefonları.

İslamî kesim karmakarışık. Bazı cemaatlerin baronları sisteme, düzence kul köle olmuş vaziyette, kraldan daha fazla kalcılık yapıyorlar. Efsanevî sevretlerini kaybetmekten korkuyorlar. Gizli şer güçleri Müslümanları bölmek konusunda çok başarılı oldu. Birtakım adamlara milyonlarca dolarlık servetler edindirdiler.

Kendilerini din temsilcisi olarak gösteren, dindar geçinen bazı kimselerde büyük zaaflar görlüyor. Para, maddî menfaat onların indinde din iman gibidir. Nefs-i emmarelerine de put gibi tapıyorlar. Mürüvvetsiz, ufuksuz, çapsız, kültürsüz, sanatsız, faziletsiz adamlar. Bunlarla ne köy olur, ne kasaba.

İslamî medyanın bazı büyük organları içine (hepsine demedim) ajanlar, casuslar, provokatörler sokuldu. Köşebaşlarına düzenin emin adamları getirildi. Bazı Müslüman medyacıların dinsiz, ateist, militan, İslam ile savaşan solcularla pek sıkı fıkı olduklarını biliyorum. Onların bu dostluklarının ardında ne var? Samimî bir mü’minle militan ve saldırgan bir din düşmanı nasıl sıkı dost olabilir? Evvel böyle şeyler yoktu. Son otuz sene içinde çıktı.

Sabataycılar islamî hareketin içine ajan sokmak için çalışıyor. Bir Hıristiyan, bir Marksist, bir Budist ihtida eder, Müslüman olur ve Ümmet’in içine dahil olur. Lakin bir Sabataycının ihtida ettiğini nasıl anlayacağız? Zaten adam “Dönme”, fakat gerçekten dönmemiş. Bu sefer döndüm derse, bu yeni dönüşün doğrulduğundan emin olmamız gerekmez mi? 1992’de başında kippa (Yahudi takkesi), Musevî cemaati içinde dolaşan, kutlama törenlerine katılan bir kimse şimdi başında İslam takkesi olduğu halde islamî hareketin içinde icra-i faaliyette bulunuyor.

Müslüman kesimdeki zındıklar da boş durmuyor. Kur’an-ı Kerimi kendi heva, re’y ve heveslerine göre yorumluyorlar. Sünnet’i inkâr ediyor, hadîslere uyduruk diyorlar, istenilen her fetva ve ruhsatı kolayca veriyorlar. Fıkıhsız, Şeriatsız, dünyevî ahkamsız, suya sabuna dokunmaz yeni bir İslam türetmek için çabalayıp duruyorlar. Yaptıkları iş kârlı. Bir zındığın bankalarda bir milyon dolardan fazla birikmiş parası varmış. Ar yılı değil, kâr yılı.

Velhasıl ülke pek karışık, hayli kirli iş oluyor. Düzelme ümidi ve ihtimali az. Allah’tan ümid kesilmez. 10 Şubat 2000