PerşembeSultanahmet Ramazan çarşısında Çinliler küçük bir dükkan açmışlar, hediyelik eşya tarzında ufak tefek şeyler satıyorlar. Çin dehası, zekâsı, azmi, üreticiliği… Onbinlerce çeşit mal üretiyorlar, bunları dünyanın her yerinde satıyorlar.

Biz Çinlilerin tam aksine, üretmeyen bir toplum olduk. Aklımız fikrimiz tüketmekte, yemekte, harcamakta. Üretmeden tüketmek olur mu? Olacağını sandık, sonunda iflâs ettik, devleti ve ülkeyi de batırdık.

Türkiye’mizde genel bir üretimsizlik vardır. Tarımda, hayvancılıkta, sanayide, her sahada. Düşünce, kültür, sanat dallarında da üretimimiz çok az. Dünyada en az kitap okuyan büyük ülke biziz.

Fransa’nın yüzölçümü bizden küçük ama fikir üretimi bizden bin kat fazla. Fransa hem bir sanayi devi, hem de düşünce ve kültür üreten bir ülke.

Yetmiş milyonluk Türkiye’de iki milyonluk zengin, yüksek, güçlü bir tabaka var. Mutlu ve iyi yiyen tabaka. Bunların aklı fikri lüks meskenlerde oturmak, lüks otomobillerle gezmek, lüks yemek, lüks giyinmek, lüks bir hayat sürmektir. Lükste birincidirler ama kültürde, sanatta, düşüncede, kitapta liste sonundadırlar.

Okumuş, aydın, seçkin geçinenlerimize bakınız. Bunların yüzde kaçı muntazaman kitap alır, okur? Yüzde biri alsa kitap tirajlarımızın beş on bin olması gerekir. Şu anda (Yayıncılık yaptığım için iyi biliyorum) bizdeki kitap baskıları 500 adede kadar düşmüştür. Yayınevleri normal olarak bin adet basabiliyor.

Çok satan kitaplar yok mu? Var… Birkaç roman, “Esrarlı ve meraklı Kur’ân Şifresi” gibi bazı kitaplar.

Eskiden Türkiye bir “Gazete Toplumu” idi. Şimdi gazete tirajları ve satışları da düştü. Yetmiş milyonluk kocaman bir ülkede en büyük günlük gazete 500 bin civarında satış yapabiliyor. Geçenlerde yazdım, bizdeki haftalık haber ve yorum dergilerinin satışları da gülünecek veya ağlanacak kadar düşüktür. Polonya’da haftalık Nie dergisi her hafta 750 bin adet satılırken, bizim en büyük dergimiz 15-20 bin satabiliyor.

Batı ülkelerinin toplu taşıma vasıtalarında yolcuların büyük bir kısmı kitap okur. Bizde otobüslerde, tren ve vapurlarda kitap okuyan birini gördünüz mü?

Medenî ülkelerde okumuş, aydın, yüksek tabaka insanlar konuştuklarının mânâsını bilir. Bizde “Devlet, demokrasi, rejim, hukuk, adalet, iç barış, laiklik, medeniyet…” gibi lâflar eden yüksek tahsilliler imtihana çekilse, birkaç kavram ve terimin mânâsı sorulsa, başarılı bir not alabilirler mi? Bir lâiklik edebiyatıdır gidiyor. Lâiklik nedir? Dünyada kaç çeşit lâiklik vardır? Bizdeki lâiklik nasıl bir lâikliktir? Fransa’daki lâiklik ile Türkiye’deki lâiklik arasında ne gibi farklar bulunmaktadır?.. Stalin lâikliğinin özellikleri nedir? Bu konuda doğru dürüst, ciddî, seviyeli bir kompozisyon yazacak kaç okumuşumuz, aydınımız çıkar?

Yıllardan beri bir “İkinci Cumhuriyet” tartışması yapılıyor. Profesör Mehmet Altan insan haklarına bağlı, halka ve ülkeye hizmet eden, daha demokratik bir cumhuriyet isterken, onun karşıtları “Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti yıktırtmayız. İlle de birinci cumhuriyet…” diye direniyor. Altan’ın istedikleri fena mıdır? Birinci ikinci cumhuriyet tartışmaları niçin fikir, kültür planında yapılmıyor da bir sokak kavgası havası içinde cereyan ediyor?

Yıllardan beri bir başörtüsü kavgası içindeyiz. Bu konuda da ciddî düşünce kitapları, makaleler yazılmıyor. Başörtüsü karşıtları da, taraftarları da gerekçeli fikir ve delillerini ortaya koymakta zorlanıyor. Lâfa, feryada, gürültüye gelince birinciyiz; yazıya, fikre gelince nal topluyoruz.

Türkiye’de bir yazılı-edebî lisan meselesi vardır. Zengin Türkçe tahrip edilmiş; halkımız, ülkemiz, devletimiz lisansız kalmıştır. Pek küçük bir zümre dışında şu yetmiş milyonluk millet, atalarının bin yıl kullanmış olduğu yazı ile yazılmış, basılmış kitapları, mezar taşlarını, arşiv vesikalarını, belgeleri, bina kitabelerini okuyamıyor. Okusa bile anlayamıyor. Gidin kitapçılara, bu konuda bir tek ciddî, ilmî, seviyeli kitap bulamayacaksınız.

Bizde, iki milyonluk tuzu kuru, mutlu, zengin, iyi yiyen tabakanın aylık bütçelerinde kitap, kültür, sanat harcamaları bölümü yoktur. Adam otomobilinin bakımı, yakıtı için büyük paralar harcar ama kitap, sanat ve kültür için belli bir harcama fonuna sahip değildir.

Tuzu kurular lüks lokantalara giderler, eski Romalıların Orgie’lerindeki gibi tıkınırlar. Marketlere giderler, tekerlekli arabalarını doldururlar, en pahalı elbise ve ayakkabılara keselerinin ağzı açıktır. Kitaba, sanata gelince cimri mi, cimridirler. Peki üniversite profesörlerimiz, yazarlarımız, düşünce adamlarımız ne yapıyor? Onlar Türkiye’nin çeşitli meseleleri, bozuklukları konusunda ne gibi ciddî ve seviyeli kitaplar yazmıştır?

Kendi ahmaklığımız ve tembelliğimiz, IMF’nin sabotajları yüzünden tarımımız çöktü. Ekmeklik buğdayımızı, yemeklik yağımızı bile dışarıdan satın alıyoruz. Bu konuda hangi uzmanımız, hangi düşünürümüz bir kitap yazmıştır? Gazetelerde bazen binde bir nisbetinde faydalı, önemli yazılar çıkıyor. Lâkin günlük bir gazetenin ömrü birkaç saattir. Gazete saklanmaz ki. Önemli, ciddî, hayatî konuları gazete makalesi şeklinde değil, kitap ve broşür olarak yazıya geçirmek gerekir. Önemli kitapların onbinlerce, yüzbinlerce, bazısının milyonlarca satılması, okunması gerekir.

Türkiye ile Ermenistan arasında çok ciddî kopukluk vardır. İki ülke normal siyasî, ticarî, iktisadî, kültürel, turistik münasebetler kurmamıştır. Siz bir vatandaş olarak Türkiye ile Ermenistan arasındaki anlaşmazlıkları öğrenmek istiyorsunuz, kitapçılarda bu konuda bir kitap bulabilir misiniz?

Bundan on yıl kadar önce Erzincan’ın Başbağlar köyünde çok feci bir toplu cinayet işlendi. Camiden çıkan otuz küsur mâsum vatandaşımız kurşunlanarak şehid edildi. Bu konuda, vak’ayı iyice anlatan, aydınlatan bir araştırma kitabı çıkmış mıdır?

Türkiye bugünkü kitapsız, düşüncesiz, kültürsüz şifahî toplum halinde kaldıkça düze çıkamaz, selamet bulamaz. 22 Kasım 2002