Cumartesi

 

1945’te Türkiye çok partili rejime geçti, az buçuk da olsa halka hürriyet verildi. Müslümanlar altmış yıla yakın bir zamandan beri kurtulmak, yücelmek, din ve inançlarına uygun bir şekilde yaşamak için çalışıyorlar. “Karşı taraf” Müslümanların önüne engeller çıkarttı. Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesi bunların en büyüğüydü. Onyıllar boyunca dindarlar bu madde ile kösteklendi, engellendi, sindirildi, cezalandırıldı. Merhum Turgut Özal’ın himmetiyle bu maddeden kurtulduk.

Benim tahminime göre son yarım yüzyıl içinde Müslümanlar, dinî hizmet ve faaliyetler için bir trilyon dolar para toplamışlar ve harcamışlardır.

Bu kadar büyük bir para kurtulmamıza yetmedi. Çünkü plansız programsız çalışıldı. Müslümanlar yeni cami binaları yapmakla, eski camileri tamir ettirmekle, Kur’an kursları açmakla, İmam-Hatip okullarının sayısını çoğaltmakla, hafız yetşitirmekle kurtulacaklarını, düze çıkacaklarını sandılar.

Ankara iktidarları İmam-Hatip mektebi açılmasını frenledikçe, halk kitleleleri yenilerini açtırtmak için baskı yapıyordu. Böylece beş yüzden fazla din okulu açıldı. Sayı büyüktü ama islamî eğitim kaliteli, tatminkâr ve yeterli miydi?

Bir ara bütün okullara mecburî din dersi konuldu, dindar halk sevindi, bayram etti. Çocuklara din dersi vermekle iş bitiyor muydu? Bunu düşünmedik. Bu dersleri verecek kaliteli personel var mıydı? Din derslerinde neler okutulacaktı?

Kırk senede kırk binden fazla yeni cami yaptırdık. Kubbeli, uzun minareli, şatafatlı mabetler. Lakin bunların mihrablarına geçecek minberlerine çıkacak, kürsülerine oturup halkı irşad edecek elemanlar yetiştirebildik mi, bunlardan müteşekkil bir islamî kurtuluş ordusu kurabildik mi?

Resmî Diyanet’e paralel olarak on kadar büyük özel Diyanet teşkilatına sahip olduk. 1924’ten bu yana Müslümanların bir İmam-ı Kebir’i, üniter bir din teşkilatı olmadığı için özel Diyanet’ler arasında bir işbirliği olmadı, her biri kendine göre bir program uyguladı. Onların çalışmaları da kurtuluşa yetmedi.

Müslümanlar politika ve demokrasi denilince sadece sayı çokluğunu düşündüler, meselenin keyfiyet ve kalite boyutunu ihmal ettiler.

Son elli yıl içinde Müslümanların ellerine büyük tarihî fırsatlar geçti, bunlardan gereği gibi yararlanamadılar.

Medya çağımızda en büyük güç. Kuvvetli ve tesirli bir medyaya sahip olmadan kurtulmak, hürleşmek mümkün mü? Müslümanlar medya sahasında ikinci ve üçüncü ligde oynayabildiler; karşıtları, ellerindeki güçlü gazeteler ve televizyonlar ile her türlü tahribatı yaptılar.

Gönül arzu eder ki, birkaç büyük fikir adamı çıksın ve Türkiye Müslümanlarının son elli yıllık macerası ciddî ve seviyeli kitaplarda açıklasın, anlatsın.

Müslümanlar niçin başarılı olamadılar? Bu başarısızlığın sebeplerini araştırmamız ve bilmemiz mutlaka gerekir.

İslamî hareketin ve siyasal İslâm’ın içine sızan birtakım adamlar ve zümreler kutsal dinimizi şahsî ikballere, maddî rantlara âlet etmişlerdir. Bu adamlar, bu zümreler kimlerdir?

Saf ve câhil de olsalar, Müslüman kitleler kurtulmak, selamete çıkmak için çırpınırken birtakım münafıklar ve insî şeytanlar, milyonlarca, on milyonlarca, yüz milyonlarca, hattâ birkaçı milyarlarca dolar sahibi olmuştur. Bu soygun, bu vurgun nasıl yapılmıştır?

İç ve dış düşmanlarımızın ajanları, provokatörleri, casusları Müslümanları nasıl birbirlerine düşürmüştür?

İslâm’ın, dünya işlerindeki temel emri ve tavsiyesi istişare (danışma) olduğu halde, islâmî hizmetler, faaliyetler, işler niçin danışılmadan, plan ve program yapılmadan yürütülmüş ve bu yüzden hezimetten hezimete duçar olunmuştur?

Müslümanlar keyfiyete ve vasfa niçin önem vermemişlerdir?

İslâmî kesimde nasıl olmuş da, bu kadar bozuk ahlaklı, kötü karakterli “el’amanlar” yetişmiştir. Bunlar niçin dışlanmamıştır?

Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa, yakın geçmişi sorgulamak zorundadırlar.

Bir zamanlar, ucuz ve popülist “Ayasofya açılsın!..” edebiyatı yapan bazıları şimdi Anadolu’dan İslâm’ı ve Müslümanları kazımaya ahd etmiş agresif Evangelistlerle işbirliği yapıyor.

Kendilerini tenkit eden Müslümanlara ağır şekilde saldıran bazı dindarların, İslâm düşmanı Siyonistlerle, teslisçilerle işbirliği yaptıklarını görüyoruz.

Dini imanı para ve menfaat olan bazı uğursuz ve münafıklar islâmî hizmet ve faaliyetleri dejenere etmektedir.

Agresif misyonerlerin her yıl milyonlarca İncil ve propaganda yayın dağıttığı Türkiye’de, Müslümanlar henüz bir tek broşürle bile yıkıcı propagandalara cevap vermemişlerdir.

Müslümanlardan, hizmet gayesiyle toplanan milyarlarca dolar yardım parasının bir iki milyon doları ile Misyoner hareketine karşı reddiyeler hazırlatılıp bunların milyonlarca adet basılıp dağıtılması gerekmez mi?

Medeniyet demek yazı demektir. Müslümanlar niçin yazılı hizmetler yapamıyor?

Müslüman bir ülkede yaşayan Müslüman bir halkız. Paramız var, imkan var, yüzde yüz olmasa da demokrasi var. Peki niçin kurtulamıyoruz, niçin temel insan haklarına sahip olamıyoruz?

Elimizde İslâm’ın ilkelerine ve öğretilerine uygun, çağın şartlarını gözönünde tutan bir kurtuluş reçetesi ve programı var mıdır?

Böyle bir reçete olsa bile bunu uygulayacak ve üniter bir hiyerarşi içinde yer almış vasıflı, becerikli, güçlü bir hizmet teşkilatı var mıdır?

Kutsal bir Ramazan ayındayız. Bu ayda ne gibi irşad, uyarı müjdeleme, yetiştirme, islah faaliyetleri ve hizmetleri yapıyoruz?

Acı gerçek: İslâm’ın önündeki en büyük engel cahil ve vasıfsız Müslümanlardır; hain ahlaksız, rantçı din sömürücüleridir. 24 Ekim 2004