Cumartesi

Yetmiş milyonluk Türkiye’de; memleketin siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî tablosunu ciddî ve vasıflı bir kitap şeklinde ortaya koyacak yedi adam çıkmaz. Gidin büyük kitabevlerine ve tezgâhtarlara sorun:

‘Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumu anlatan ilmî ve kaliteli bir kitap arıyorum…’


deyin; sorunuza şaşıracaklar ve

‘Böyle bir kitap yoktur’

diyeceklerdir.

Öylesine medeniyetsiz, kültürsüz, tefekkürsüz şifahî bir toplum haline getirilmişiz ki, içimizden manzarayı tablolaştıracak büyük düşünürler, büyük kalemler, büyük beyinler çıkartamıyoruz.

Bu konuda her biri dört beş yüz sayfalık, yüzbinlerce baskı yapmış, ilgi ile okunmuş, geniş ve seviyeli tartışmalara, yorumlara mazhar olmuş en az beş kitap çıkmış olmalıydı. Bunları takiben bir altıncı kitapta, yine engin kültürlü, geniş ufuklu bir Türkiye aydını ve düşünürü, öncekilerin tahlilini ve terkibini yapmış olmalıydı.

Türkiye krizler içinde bocalıyor, batıyor çıkıyor, bütün çivileri yerinden oynamış, gemi her yerinden su alıyor, eski değerler bırakılmış, yerine bir şey konulamamış; siyaset kirlenmiş, iktisat ve maliye çökmüş, kokuşma bir tufan halini almış ve bu ülkenin düşünürleri, beyinleri çare ve çözüm üretemiyor, reçete yazamıyor; hastalıkları teşhis edemiyor.

Ortada reçete yok değil. Uyduruk, işporta işi, gülünç, zekâ özürlü seviyesinde ucuz reçeteler. Anayasa değiştirilir, liberal ve hürriyetçi yeni bir metin getirilirse her şey düzelirmiş… Filan parti iktidar olursa Türkiye kurtulurmuş… 1930’lu yılların kanunlarına ve realpolitiğine dönmek bizi selâmete çıkartırmış… Aman ne reçeteler ne reçeteler…

Kimse gücenmesin, gocunmasın, darılmasın ama Türkiye hastadır. Bu hastalığı sosyal ilimlerin, yüksek kültürün, hikmetin (bilgeliğin), tarih felsefesinin, sosyoloji ve antropolojinin, sosyal psikolojinin, evrensel felsefenin ışığında incelemek, tahlil etmek ve şifa ve kurtuluş sağlayacak ciddî, tutarlı çare ve çözümler bulmak gerekir. Türkiye’nin manzarasını tablolaştıracak kaliteli bir kitaptaki bütün fikir ve görüşlerin doğru ve isabetli olması gerekmez. Hatâlar da olacaktır. Ancak hatâların tartışılması gerçeğe ulaştırır.

Türkiye nereden geliyor, nereye gidiyor? Bu gidişin sonu iyi midir, kötü müdür? Siyasetteki kirlenme ve yozlaşma nasıl düzeltilecektir? Eğitim ve üniversite sistemimiz yeterli midir?.. Bunlar gibi onlarca, hattâ yüzlerce soruya ilmin, yüksek kültürün ve bilgeliğin ışığında cevap aramak ve bulmak gerekiyor.

Bu memleketin politikacıları, aydınları, çokbilmişleri, büyük bürokratları, resmî ideoloji brehmenleri şu sorulara cevap vermekle yükümlüdür:

– Türkiye Ortadoğu’nun Japonya’sı olamaz mıydı? Niçin olamamıştır?

– Türkiye bir Güney Kore, bir Taiwan, bir Singapur kadar kalkınamaz, zenginleşemez miydi?

– Japonya’da o çok zor ideografik yazı sistemi ile bir tanesi günde on üç buçuk milyon satan mükemmel gazeteler yayınlanıyor da bizde Latin yazısıyla çıkan gazetelerin en kabadayısı günde yarım milyon tirajı niçin aşamıyor?

– Otuz sekiz kırk milyonluk Polonya’da haftalık

‘Nie’

haber ve yorum dergisinin her sayısı

750 bin adet

satılabiliyor, o ülkede yayınlanan haftalık dergilerin yekun satışı iki milyonu buluyor da, bizde en büyük haftalık dergi satışı niçin 15-20 bini geçemiyor, haftalıklarımızın yekun satışı niçin elli bin civarında seyrediyor?

– Türkiye niçin yüz yıldan beri bir tek Nobel bile kazanamamıştır?

– Yeni Türk nesilleri niçin atalarının bin yıl boyunca kullanmış oldukları millî yazıyla yazılmış kitapları, kitabeleri, mezar taşlarını, tarihî belgeleri okuyamamaktadır?

– Beş milyon nüfuslu küçük Finlandiya kendi dilini geliştirmiş,

200 bin kelimeli bir Fince

meydana getirmiştir de bizim zengin Türkçemiz niçin fakirleştirilmiş, yirmi bin kelimelik

(onun da çoğu ilmî terimlerdir)

fakir ve sade suya tirit bir kabile dili haline getirilmiştir?

– Eserleri yabancı dillere çevrilip dünyanın birçok ülkesinde ilgi ile okunan Türk mütefekkirleri

(düşünürleri)

niçin yoktur?

– Niçin çağdaş bir Türk mimarîsi yoktur?

– Beş on sene öncesine kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan ve dışarıya buğday satabilen Türkiye şimdi ekmeklik buğdayını yetiştiremez ve dışarıdan almaya mecbur bir hale nasıl getirilmiştir? Türkiye’de bu sorulara doğru dürüst, ipe sapa gelir cevap verecek beyin kalmamış mıdır?

– Bütün medenî, demokrat, insan haklarına bağlı, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş ülkelerinde ve sistemlerinde başörtüsü diye bir mesele olmadığı halde ülkemizde niçin Müslüman kızlar okul ve fakültelere başörtülü olarak kabul edilmemektedir?

– Bu devirde hangi medenî, demokrat, hukuklu ülkede resmî ideoloji vardır? Resmî ideoloji sistemleri tarihe karışmamış mıdır? Resmî ideoloji ile demokrasi birlikte yürür mü?

– Medenî, demokrat, çağdaş bir siyasî sistem ve yönetim tarzı, ülkenin hâkim dini ile müzmin şekilde kavgalı olabilir mi?

– Bünyesinde, genel müdürlük seviyesinde resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı bulunan, kabinesinde din işlerinden sorumlu bir bakan bulunan, kırk bin camiye sahip, beş yüzden fazla din okulu, on yedi ilahiyat fakültesi, yüz binden fazla imam, hatip, vaiz, müftü ve müezzini bulunan bir sistem laik olabilir mi? Buna laiklik denebilir mi?

– Devlet vatandaşların inançlarına, düşüncelerine, görüşlerine karışabilir mi? İnanç ve düşüncelere resmî ideolojinin ışığında sınır çizebilir mi?

– Dünyanın hangi medenî, demokrat, dengeli, ciddî ülkesinde fikir adamları, yazarlar, gazeteciler, resmî ideoloji muhalifleri mahkemeye verilmekte, hapis cezasına çarptırılmaktadır?

Evet bunlara ve benzeri sorulara bu memlekette cevap verecek bir makam yok mudur? Beyinler yok mudur?

Evet sayın baylar, sayın bayanlar!.. Türkiyemizi ilerletecek, kalkındıracak, ülkeler yarışında ön safta koşturacak çareleriniz, çözümleriniz, projeleriniz yok mudur?

Meselâ Türkiye’nin de, Güney Kore gibi mükemmel yerli–millî otomobiller üretip bunları en zengin ve gelişmiş ülkelere bile satabilmesi için neler yapılması gerektiğini bize söyleyebilir misiniz?

Bu ülke iki yüz küsur milyar dolar iç ve dış borca niçin batmıştır? Kimler tarafından batırılmıştır? Bu konuda söyleyecekleriniz yok mudur?

Cumhuriyet’in kuruluşunda bir dolardan daha kıymetli olan Türk Lirası bugün dünyanın en değersiz parası haline gelmiştir. Bu hıyaneti bu ülkeye, bu halka, bu devlete kimler yapmıştır? İsim verebilir, suçlamalarda bulunabilir, itham edebilir misiniz?

Türkiye bu hallere düşecek bir ülke miydi? Bu konuda söyleyecek sözünüz, bir açıklamanız yok mudur?

Yılda 200 bin dolar geliri olan kalemşörün birine göre, Türkiye için en büyük tehdit ve tehlike dincilikmiş. Yılda eline bin iki yüz dolar geçmeyen on milyonlarca halk böyle düşünmüyor. Acaba kim haklıdır?

Yahu konuşsanıza, bu sorulara cevap versenize, ortaya tutarlı fikirler, görüşler, çareler, çözümler, teklifler, reçeteler koysanıza… 16 Mart 2003