Perşembe

 

Düzelir miyiz, adam olur muyuz, kendimizi islah eder miyiz? “Çok zor” diyorum. Allah’tan ümit kesilmez ama bizim düzelmemiz gerçekten çok zordur. Bio-jenetik, sosyolojik, antropolojik, kültürel, stratejik dağ gibi engeller, güçlükler var karşımızda.

1. Bio-jenetik yahut etnik engeller. Nüfusumuz ırk bakımından, fizikî kalite bakımından gittikçe kötüleşiyor. Genç nesilleri iyi besleyemiyoruz, iyi eğitemiyoruz, iyi yetiştiremiyoruz. Anadolu halkı bir ırklar aşuresidir. Kaliteli olanlar, üstün ve vasıflı olanlar fazla çoğalmıyor. Netameli konulara fazla girmek istemiyorum ama 2015 yılında ülkemizdeki ırkî-etnik denge değişecek, tepetaklak olacaktır.

2. Türkiye halkı sağlıklı bir toplum yapısına mı sahiptir, yoksa toplum sağlığı her gün biraz daha mı bozulmaktadır? Bir toplumu ayakta tutan, ona yaşama hırsı ve heyecanı veren, varoluşuna bir mâna kazandıran değerlerimizi koruyor muyuz? Yoksa erozyona uğratıp yozlaştırıyor muyuz? Bizi yükselten, bizi vasıflı, üstün ve güçlü kılan birtakım değerlere sırt dönmüşüz; onların yerine para, maddî menfaat, servet, zevk ü sefa, yeme, içme, seks, gösteriş, gününü gün etme gibi değerler ve prensipler koymuşuz. Bunlar bizi ayakta tutmaya yeter mi?

3. Biz, Akdeniz-Latin kültürü sahası içinde bir ülke ve halk haline gelmiş bulunuyoruz. Hayli de Bizanslaşmışız. Bir çok yönden Güney İtalya, Latin Amerika ve Afrika ülkelerine benziyoruz. Bu kültürün vahim sakıncaları ve zaafları vardır. Bundan kurtulmamız, sıyrılmamız mümkün müdür? Biz, kültürel yapı olarak bir Finlandiya, bir Güney Kore gibi olabilir miyiz? Bunun için ne yapmamız lazım? Bu konuda ciddî, dört başı mâmur bir stratejimiz, islah çarelerimiz ve çözümlerimiz bulunuyor mu?

4. Hafızasız bir toplumuz. Eski nesiller öldüler, yeni nesiller bu milletin, bu ülkenin, bu devletin bin yıl boyunca kullanmış olduğu geleneksel millî yazıyı okumasını bilmiyor; onunla yazılmış milyonlarca yazma veya basma kitabı, arşiv evrakını, mezar taşını, kitabeyi, belgeyi, bilgiyi okuyamıyor. Okumasını öğrense bile, lisan üzerinde çok manipülasyon ve zorlama yapıldığı için anlayamıyor. Kültürümüzde büyük bir kopukluk vardır. Bu kopukluğu tâmir edip de devamlılık çizgisine geçmek mümkün müdür, kaabil midir?

5. Türkiye’nin jeo-stratejik durumu çok merkezî, çok hayatî, çok önemli olduğu için başta ABD olmak üzere büyük devletler bizi kendi halimize bırakmıyor. Onlar, bizim kendimize gelmemizi istemiyor. Kendi milli menfaatlerimize uygun bir sisteme, idareye, düzene, felsefeye, siyasete sahip olmamıza izin vermiyorlar. Bizim bir nevi sömürge olarak kalmamızı istiyorlar.

6. Bizdeki bazı güçlü azınlıklar Türkiye’de bir tür Atina demokrasisi istiyor. Yirmi bin hür vatandaş, elli bin köle… Onlar çoğunlukla eşit olmayı kabul etmiyor. Halkımız sun’î sınıflandırmalara ayrılmıştır. Birinci sınıf vatandaşlar, ikinci sınıf vatandaşlar, zenginler, köleler, paryalar. Birinin Sabataycı, Mason veya pozitivist olmasının bir sakıncası yoktur ama öbürünün dindar, Müslüman olması son derece sakıncalıdır. Niçin? Birincisi niçin ilerici, uygar oluyor da ikincisi niçin gerici, yobaz, tehlikeli oluyor? Mason, Sabataycı banka kurar, holding çalıştırır, büyük işler yaparsa bu bir kabahat değildir de, Müslüman aynı işleri yapmaya kalkarsa niçin Cumhuriyet için bir tehdit ve tehlike oluşturmuş olur? Ötekiler kızıl, kara, sarı, mavi sermaye olmuyor da, berikiler yeşil sermaye damgasını yiyor.

7. Türkiye için en büyük tehlike ve tehdit toleranssızlık, çeşitliliği kabul etmeme, paylaşmama, işbirliği ve uzlaşma içinde yaşamak istememedir. Hoşgörüsüzlük konusunda Müslümanlar mı birincidir? Bence değil, dindar kesim içinde de hoşgörüsüzler olabilir ama bu konuda şampiyonluk ilerici, çağdaş, uygar geçinenlere aittir.Başörtüsü konusundaki sertliklerini, ödünsüzlüklerini, hoşgörüsüzlüklerini açıkça sergiliyorlar. Bu hususta medenî, demokrat, ileri dünyaya ayak uydurmaları gerekirken militanlık ve fanatizm sergiliyorlar. Dedikleri dedik, bir milimetre bile tâviz vermiyorlar. Bu taassupla Türkiye’de toplumsal barış, millî uzlaşma nasıl sağlanacak? Dinî inançlar, emirler, yasaklar tartışılamaz. Lakin ideolojiler tartışılabilir…

8. Türkiye’nin yakın tarihinde müzmin, bitmez tükenmez bir din-siyasî yönetim kavgası, zıtlığı, çekişmesi süregelmiştir ve bizi ülke, devlet ve halk olarak bu kavga ve savaş bitirmiş ve batırmıştır. Hiçbir medenî, ileri, sağlıklı, dengeli, hukuklu, insan haklarına bağlı ülkede böyle bir savaş yoktur. Peki bizde niçin sürüp gitmektedir? Bunun bu ülkeye, bu halka, bu devlete ne faydası vardır? Barışılsa, anlaşılsa, uzlaşılsa iyi olmaz mı? Bazılarının böyle bir savaşta maddî ve manevî menfaatleri, rantları, ikballeri mi vardır?

9. Devamlılık çizgisine oturmuş ve bu çizgide seyreden sağlıklı, hukuklu, medenî, ileri, demokratik ülkelerde sadece bir devlet vardır, birkaç devlet yoktur. Bizde ise bir konvansiyonel devlet vardır, bir de onun üzerinde esrarlı derin devlet vardır. Ayrıca, her biri devlet içinde devlet halinde güçlü ve egemen lobiler, azınlıklar, şebekeler bulunmaktadır. Âdil, hukuka bağlı devletin üzerinde; halk iradesinin, hukukun, millî kimliğin, millî menfaatlerin, tarihî devamlılığın üzerinde en son sözü söyleyen, son kararı veren bir gücün, otoritenin bulunması Türkiye’nin en büyük ve vahim problemini teşkil etmektedir. Türkiye’nin düzelmesi için tek devlet sistemine geçmek ve dönmek gerekmektedir. Ancak bu iş hangi irade, niyet ve güçle yapılacaktır?

10. Batı ülkelerinde olduğu gibi bizde güçlü, köklü, tesirli, vasıflı bir burjuva sınıfı olmadan demokrasi olmaz. Burjuva sınıfı olmadan medeniyet ve şehir kültürü olmaz. Türkiye son elli yıldan beri, okulların ve üniversitelerin çoğalmasına rağmen hızla kırsallaşmakta, gecekondulaşmakta, taşralılaşmakta, varoşlulaşmaktadır. Tabiî ki, bununla zihniyeti, kültürü kasdediyorum. Kırsal kesim, gecekondu, varoş kültürü ile medenîleşmek, vasıflı olmak, güçlenmek, yükselmek mümkün ve muhtemel değildir. Bizde burjuva sınıfının olmaması asırlar ötesine dayanan tarihî sebeplerden ileri geliyor. Bu noksanlığın bir çaresi, çözümü, telâfisi var mıdır? Keşke birkaç güçlü fikir adamımız çıksa da bu konuda ciddî kitaplar yazsalar.

Velhasıl Türkiye’nin işi zor, geleceği karanlıktır. Ümitsiz değilim ama zorlukları görmek hususunda gerçekçiyim.

– Anayasa değişir, her şey düzelir…

– Bizim parti iktidara geçer, her şey düzelir…

– Yeni bir darbe olur, her şey düzelir, ortalık süt liman olur…

Bunlar boş teselliler, kuruntular, hayallerdir. 02 Mayıs 2003