Düzelmez!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 08 Şubat 2019
Cuma
Ortalık düzelir, işler iyiye gider, her taraf güllük gülistanlık olur mu?.. Olmaz! Fitne ve fesadın daha da artmasından korkulur; rahatımız daha fazla bozulur; hattâ harpler darpler, fitne ve fesatlar, nifak ve şikaklar artar; yer yerinden oynar; akla hayale gelmeyen fenalıklar zuhur eder. Kim kalır kim gider şimdiden bir şey söylenemez. Yakınlarda, Ortadoğu’da büyük bir Müslüman şahsiyet ortaya çıkar, önemli tarihî hadiseler olur, savaşlarda, çarpışmalarda çok kanlar dökülür, çok yerler harap olur. Kahtanîler, Süfyanîler, Deccal, nüzul-i İsa aleyhisselam… Bundan bindört yüz yıl önce Muhbir-i Sâdık tarafından olacağı haber verilmiş çatışmalar… Ancak onlardan sonra bir Altın Devir gelir. Bir rivayete göre yedi sene, başka bir rivayete göre kırk sene devam eder bu iyilik ve rahatlık devri. Sonra dünya, artık bir daha düzelmemek şartıyla iyice bozulur ve kıyamet kopar.
Öyle savaşlar olur ki, bunlara katılan yüz kişiden doksan dokuzu sağ kalmaz. Fırat nehri kurur, altından hazineler çıkar, bunlara saldıran açgözlüler perişan olur, yok olur. Haberci, o altınlara sakın yaklaşmayın buyurmuştur. Yaklaşan yanar.
Ahmağın biri bana uzun mavallar ve masallar okumaya kalktı. Herşey düzelecek, her şey çok iyi olacak diye konuşup durdu. Ona bu dünya kolay kolay düzelmez, olmayacak dualara âmin demekten vaz geç dedim. Bana çok kızdı, ağır sözler etti, çekip gitti. Güle güle…
Bırakın her şeyin iyi olmasını; çok kötüler kötüye dönüşse ona da razıyım. Korkarım, bugünkü şartlar altında o da olmaz.
Münkirler, gerçeğin düşmanları şeytanî hile ve mekirler peşindedir. Onların tuzaklarına düşmemek, onlara âlet olmamak gerekir.
Onların hile ve mekirleri varsa biz de takiyye yaparız diyenlere şaşılır. Ehl-i Sünnet görüşüne göre takiyye ancak zaruret olduğu zaman yapılır. Bizde genel takiyye olmaz. Takiyye konusunda Şeriat’ın sınırlarını zorlamak olmaz. Karşımızdakiler şeytan gibi zekidir. Bizim takiyelerimizi yutmazlar. En iyisi “Festaqim kemâ umirt…” (Sana nasıl emrolunduysa öyle dosdoğru ol) âyetine uymaktır. En-necatü fi’s-sıdk (Kurtuluş sadakat ve doğruluktadır) buyurulmuştur. Allah doğruların yardımcısıdır.
Müslümanın birinci ve temel vazifesi, kendisini yaratmış olan Rabbine ibadet-kulluk etmektir. İbadeti ikinci plana atıp da havaiyatla vakit ve imkân öldürenler şaşkındır.
Şu adamlardaki tûl-i emele bakınız:
– Çok pahalı, çok lüks, çok şaşaalı, çok müzeyyen meskenler edinecekler.
– Yine çok pahalı ve çok lüks yazlıkları olacak.
– Çok gösterişli, çok pahalı, çok lüks binitleri olacak.
– Çok para kazanacaklar, çok para harcayacaklar, israf edecekler.
– Nefs-i emmâreleri ne istiyorsa yerine getirecekler.
– Nemrud, Firavun, neron gibi kuduracaklar, gururlanacaklar, azametlenecekler.
– Çatlayıncaya, patlayıncaya, hasta oluncaya kadar yiyecekler, içecekler.
– Ün, alkış, riyaset elde edecekler, benliklerini tatmin edecekler.
Âhir zaman alametleri zuhur etmiş; dünyayı fitne, fesat, isyan, tuğyan, küfür, şirk, nifak, şikak yangınları sarmış ve bizim sahte dindarlarımız neler peşinde koşuyorlar. Zavallılar… İnsanlar uykudaymış, öldüklerinde uyanırlarmış, o zaman da çok geç olurmuş…
Namaz ü niyaz yok, zikr u tesbih yok, hayır hasenat yok, zekat ve sadaka yok, alçakgönüllülük ve mahviyet yok, akıl yok iz’an yok, vicdan yok; takva, vera, itidal, teenni, mürüvvet, kanaat yok… Sonra bu herif dindarmış, İslâmcıymış… Sevsinler.
Efendi! Yediğin, tıkındığın lüks ve pahalı yemekler seni kurtarmaz. Sadaka vermeye bak. Kuş kadar, böcek kadar aklın olsa bol bol sadaka dağıtır, muhtaçlara, sefalet çekenlere yardım ederdin.
Musibet ve belâlardan kurtulmak için mülklerinden birini sattı ve parasını fakirlere, muhtaçlara, sürünenlere dağıttı; bir yığın hayır duâ aldı, nice kimse kendisi için “Allah ondan razı olsun” dedi. Ben akıllı Müslüman diye böyle adama derim.
Yaş ilerlemiş, mal ve mülk hesapsız kitapsız, adam hâlâ daha fazla, daha fazla deyip duruyor. Bunun aklı da yok, vicdanı da yok. A nâbekâr, sen Müslüman mısın, materyalist misin?
Yer depreniyor, haber veriyor… Gökte nice uyarılar var. Bütün varlıklar uyanın, uyanın diyor. Bin dört yüz sene önce Haberci gelmiş. Kitab getirmiş. O kitap müjdelerle, uyarılarla dolu. İnsanlara, aklını başına toplayanlara, ilahî kanunlara uyanlara, iyilik yapanlara, günahtan kaçanlara, hatâ ederse tevbe edip bağışlanmak dileyenlere müjdeler veriliyor; azgınlık ve zulüm yapanlara, isyan edenlere, yeryüzünde fitne ve fesat çıkartanlara, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlara, gurur ve kibre kapılanlara uyarılar var. Âkıbetiniz çok kötü olur diye.
Şu hoca kılıklı kişi, kendisini İslâm büyüğü olarak gösteriyor ama aklı fikri, işi gücü para para para… Bir hocanın, Peygamberin vekili ve vârisi olarak, dünya mallarından, dünya zenginliklerinden, denânir ve derâhimden uzak durması gerekmez mi?
Şu şeyh taslağına bakın… Para saymaktan, hesap yapmaktan, tesbih çekmeye vakit bulamıyor.
Ben ben ben… A musibet sen hiç biz demeyi bilmez misin?
Kendini derviş sanan şu tarikatçiye bakınız. Hizip asabiyeti ve efendi hazretleri perestişkârlığı ile derviş olunur mu, tarikatli olunur mu?
Şu fâsık kendini dindar ve sofu zannediyor. Peki namaz ve cemaat nerede? Niçin mütevâzı ve alçakgönüllü olamıyor?
Şu sefil kinini din haline getirmiş…
Şu solucan herif fazilet taslıyor. Peki faziletle yalan, gıybet, iftira, nemîme bir arada olur mu?
Peygamber, Ashabına “Siz benim bildiklerimi bilseniz, az güler, çok ağlardınız…” buyurmuş. Şu adamlar, âhir zaman fitneleri içinde ne çok gülüyorlar. Deli mi bunlar?
O cemaate mensup olanlar çok iyiymiş, ötekiler kötüymüş… Kötülük için bu böbürlenme yeter de artar onlara.
Geri zekâlının biri dindarlığı futbol kulübü tutmak gibi bir şey zannediyor.
Kafalar karışık, gönüller kararmış, akıllar şaşırmış… Bu insanları kimler uyaracak? Paralarını, alkışlarını, bağlılıklarını alıyorsunuz, bari uyarın onları… 04 Ocak 2003