Düzen Değişmeli
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Düzenden herkes şikâyetçi. Solcular, sağcılar, gerçek Atatürkçüler, namuslu laikler, çağdaşlar, ateistler… Artık hepsi çekinmeden yazıyor, yerden yere vuruyor. Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’a saldıranların kimler olduklarını biliyoruz. Birincisi yalancı ve müfteridir onlar; Selçuk’u Atatürkçü olmamakla, irticaya tâviz vermekle suçluyorlar. Statükocu bir profesör Selçuk’u show yapmakla suçladı. Ben sayın Yargıtay başkanının bütün fikir ve görüşlerine katılmayan bir vatandaşım. Dinî inanç ve kanaatlerim ona yüzde yüz katılmaya izin vermiyor. Lâkin onun gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü sistemi, insan hak ve hürriyetlerine saygı ve riayet konusundaki isteklerini kabul etmemek mümkün mü?
Selçuk’a karşı çıkanların saatleri 30’lu yıllarda durmuştur. O zamanların realpolitiği hep sürsün istiyorlar. Dünya globalleşiyor, insan bilgi çağına girdi, resmî ideolojiler bitti ama bizimkilerin sanki bunlardan haberi yoktur.
Peki bu düzeni hangi güç değiştirecektir? Müslümanlar mı? Onların gücü yetişmez, bu işi kemmiyet (kelle sayısı fazlalığı) halletmez, keyfiyet üstünlüğü gerekir. Bu işi, bu memleketin her kesimine mensup namuslu aydınları, sivil baskı grupları halledecektir. Müsaade etmezlermiş. Ellerinde mi? İsteselerdi zelzeleye de izin vermezlerdi. Önleyebildiler mi?
Sayın Süleyman Demirel’den sonra statükocuların işleri çok zorlaşacaktır. Demirel’in yerine koyacakları aynı ağırlıkta, aynı hünerlere sahip ikinci bir ağır kişileri yoktur. Emekli bir generali devlet başkanı mı yapıverirler? Bundan sonra iş bu kadar basit değildir.
Henüz vakit ve fırsat varken yeni bir Misak-ı Millî havası içinde ulusal ve toplumsal bir barış ve uzlaşma gerçekleştirilse ve en kısa zamanda:
1. Gerçek demokrasiye,
2. Hukukun üstünlüğü sistemine,
3. Temel insan haklarına, hürriyetlerine samimî bir şekilde riayet eden ve saygı gösteren siyasî ve idarî bir yapıya geçilmelidir.
Türkiye’nin kendine mahsus özel şartları, kirlilikleri karşısındabu üç hedefe ulaşmak mümkün müdür? Soruya kesin cevap veremem ama bu hedeflere ulaşmak için mutlaka harekete geçilmeli, ülkenin bütün namuslu, vatansever, iyilikten ve doğruluktan yana şahsiyetleri, grupları ve güçleri bütün enerjilerini ve imkânlarını bunun için seferber etmelidir.
Ülkeyi, milleti, devleti soyan ve yağmalayan, devlet ve belediye bütçelerini hortumlayan, uyuşturucuyu helikopterle taşıyan, mafya ve çete metodlarıyla dehşet saçan kesim ne kadar cesursa, namuslu ve vatansever kesim de o kadar cesur ve gözükara olmaya mecburdur.
Kış geliyor, depremde evleri yıkılan, eşyasız ve meskensiz kalan, işlerini kaybeden, yakınlarının acılarıyla ağlayan binlerce aile daha bir çadır bile alamamıştır. Çirkin, iğrenç, dehşet verici rivayetler ve dedikodular dolaşmaktadır. Lüks kostümlü, kravatlı, limuzinli eşkiya kol gezmektedir. Bütün eşkiyalıklar, bütün namussuzluklar, bütün alçaklıklar devam etmektedir. Haydutlar zelzele rantlarını yemek için birbirini çiğnemektedir.
Zelzele bölgesinde “Çadır istiyoruz” diye yürüyüş yapan, ağlayan halkın karşısına polis çıkartılmış, bazı vatandaşlar coplanmış, bazıları gözaltına alınmış. Anayasada “Devlet sosyal bir devlettir” maddesi var. Depremde evleri yıkılan ve bir aydan beri çadır alamayan mağdur ve mazlum vatandaşlar yürüyüş yaparlarsa sosyal devlet nasıl bir karşılık verir? Elbette polis göndererek, coplatarak…
Dağıstan’daki cihad hareketini Vehhabiler yapıyormuş. Afganistan’ı, Cezayir’i de dolaylı şekilde Vehhabiler bu hale getirmiştir. Kimdir bu Vehhabiler? Onlara Selefî de deniliyor. Pirleri, imamları İbn Teymiyye’dir. Tasavvufa karşıdırlar. 1925’te İslâm dünyasına mensup iki ülke tasavvuf tarikatlerini yasaklamıştı. Biri Kemalist Türkiye, diğeri Vehhabî Suudî Arabistan.
Çeçenistan islâmî gücünü iki koldan alan küçük bir İslâm ülkesidir. Onlar Şeriat ve Tarikat kanatlarıyla uçarlar. Halk hemen hemen yüzde yüz tarikat mensubudur. Bu kanadın birini kestiniz mi uçmak, başarılı olmak, ilahî tevfik ve yardıma mazhar olmak çok zordur.
Sünnî, ortodoks İslâm terorizmi kabul etmez. Dinimiz sivil halkın, suçsuzların öldürülmesine izin vermez.
İslâm İbn Teymiyye’nin, Muhammed bin Abdülvehhab’ın, Cemalüddin Afganî’nin, çömezleri Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın anlayış ve metodlarıyla zafere ulaşamaz. Arap dünyasındaki, Pakistan’daki aktivistlerin metodları da faydalı değildir. İran’da “Allah gerçek bir Janus’tur” diye yazarak, korkunç bir zındıklık yapmış olan adamın metod ve meşrebi ile de bir şey yapılamaz.
Yol Peygamber’in, Ashab’ın, Selef-i Sâlihîn’in, âmil ulemanın, evliyaullahın, müceddidlerin yoludur. Muhyiddin Arabî’nin, Celalüddin Rumî’nin Gazalî’nin, Abdülkadir Geylanî’nin, Hacı Bayramı Velî’nin, Hacı Bektaşı Velî’nin meşrebleri ve metodlarıyla hedefe varılabilir ancak.
Vehhabiler Müslümanların çoğunluğunu mü’min olarak kabul etmezler, onları müşriklikle suçlarlar. Macar mühtedisi Abdülkerim Germanus, “Allahu Ekber” adlı kitabında, İngilizler zamanında Dehli Vehhabilerinin, sünnî camilerinde namaz kılmadıklarını, kendilerine mahsus bir Vehhabî mescidi bulunduğunu yazmaktadır. Eyyüb Sabri Paşa’nın “Tarih-i Vehhabiyan” adlı eserini okuyanlar, Vehhabilerin din adına ne vahşetler yaptığını, Müslüman Osmanlı askerlerini ve hacıları nasıl perişan ettiklerini, nice Müslümanı öldürdüklerini, mallarını yağmaladıklarını öğrenirler. Onlar Arabistan’da, Resulullah efendimizin türbesi dışında bir tek mezar bırakmamışlar, hepsini tahrip edip düzlemişlerdir. Efendimizin türbesini de yıkmak istemişlerse de, üzerine kazma ile çıkan habis düşüp öldüğü ve İslâm dünyasının şiddetli reasiyon ve lânetine dayanamayacaklarını anladıkları için bundan vaz geçmişlerdir.
İslâm orta bir yoldur. Ümmet-i Muhammed orta bir ümmettir. Bizim dinimiz ifrata ve tefrite karşıdır. Vehhabilik bir ifrat hareketidir. Korkarım ki, Çeçenler bu Vehhabilik işi yüzünden zarara uğrayacaklardır. 24 Eylül 1999