Ecdadımıza ve Tarihimize Sövenler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Pazar
Atalarımız, Türkiyeli Müslümanlar mimarlık şaheserlerinin en güzel, en ölçülü, en ahenkli, evrensel boyut ve ölçülere en uygun olanlarını ortaya koymuşlardır. Süleymaniye Camii’ne, Selimiye’ye, Sultanahmet’e bakalım. İnsanlık, bu binalardan daha güzelini, daha estetiğini ortaya koyamamıştır.
Atalarımız, cihan tarihinin gördüğü iki nizam-ı âlemden biri olan Osmanlı devletini, Osmanlı sistemini, Osmanlı barışını kurmuşlardır. Bu devletin duraklamış, gerilemiş ve sonunda çökmüş olması, onun büyüklüğüne gölge düşürmez.
Atalarımız adaleti, merhameti, insanca yaşamayı, devletlerinin hâkim olduğu topraklar üzerinde hayata uygulamışlardır.
Atalarımız bütün bunları sırf kendi akılları ve bilgileri ile gerçekleştirmemişler; evrensel bilgeliğin ışığında yürüyerek doğruları, iyileri, güzelleri bulmuşlardır.
Osmanlı medeniyeti, kuruluş ve yükseliş devrinde, Eflatun’un “İdeal Cumhuriyetine” en fazla yaklaşabilmiş sistemdir.
İnsanların karada yürüyerek yahut atla, deveyle, araba ile yol alarak; denizde yelkenli veya kürekli gemilerle seyr ü sefer ederek bir yerden öbür yere gitmesi gerilik ifade etmez. Medeniyet buhar gücü, benzin veya elektrik motoru, uçak, tren ve bunlara benzer teknik âlet ve vâsıtalarla ölçülmez. Medeniyet her şeyden önce doğru inanç ve düşüncelere sahip olmak, iyi işler yapmak, dünyaya iyiliği hâkim kılmak, güzeli sevmek ve aramak; kötüden, yanlıştan, çirkinden kaçmak demektir.
Kötülüklere, şeytanlıklara, çirkinliklere izin veren ve bunları temel insan hakları sayan bir medeniyet elbette medeniyettir ama örnek ve model bir medeniyet değildir.
Aşırı derecede hürriyet veriyor ama adaleti sağlamıyor. Bu ne biçim bir medeniyettir?
Sağlıklı ve yüksek bir medeniyette, topraktan yapılan basit, ilkel ve mütevâzi binalar bile güzel olur.
Eski Mısırlıların akıllara şaşkınlık veren bir medeniyetleri vardı. Bunu kimse inkâr edemez. Ancak, acaba bu medeniyet sağlıklı, dengeli, iyiye-doğruya-güzele yönelik bir medeniyet miydi? Tartışmaya hacet yoktur. Değildi.
Günlük alet ve eşyalarının bir kısmını kıymetli madenlerden yapan eski Güney ve Orta Amerika yerlilerinin medeniyetleri vardı. Ancak, insan kurban eden bu medeniyet iyi, doğru, haklı, güzel bir medeniyet değildi.
İnsanlara mutluluk, huzur, güvenlik, selamet ve kurtuluş getiremeyen bir medeniyet ne işe yarar?
Yalanın hâkim olduğu bir medeniyet, iyi bir medeniyet midir, kötü bir medeniyet mi?
Üç bin güçlü ve dişli ailenin on milyonlarca halkın hakkını yediği, gasp ettiği bir yerde medeniyet varsa, o nasıl bir medeniyettir?
Güçlü suçluların cezalandırılamadığı, güçsüz haklıların haklarını alamadıkları, adalet sisteminin son derece pahalı olduğu, en büyük değerin para ve madde olduğu bir yerde nasıl bir medeniyet vardır?
Atalarımız Osmanlı Müslümünları hakkında çok insafsız, çok haksız, çok amansız sözler söyleniyor. Bunları söyleyenler kimlerdir?
Müslümanlara ve Türklere “Acı Soğanlar” diyerek hor bakan, hakaret edenler Osmanlıya sövüp saymakla onun kadr ü kıymetini düşürebilir mi?
Dıştan Müslüman görünen, içten İslâm’dan ve Müslümanlardan nefret eden, onlara korkunç bir kin besleyenlerin Osmanlıya yönelttikleri suçlamalar ne kadar boş, kof ve gayr-i ciddîdir.
Osmanlı sistemi yaşasaydı Filistin faciası cereyan eder miydi?
Irak işgale uğrayıp Müslümanlar kendi vatanlarında tavuk gibi boğazlanabilir miydi?
Değil Arap ve İslam dünyasının, bütün insanlığın kalkınmasına, doymasına, mutlu olmasına yetecek Ortadoğu petrolleri bugün olduğu gibi emperyalist akbabalar tarafından yağma edilebilir miydi?
Osmanlı sistemi nasıl yıkıldı?
Hiç tereddüde ve şüpheye mahal yoktur ki, öncelikle içinden yıkılmıştır.
Müslümanlar Kur’an’ın ruhundan, Paygamberin Sünnetinden ve gösterdiği yoldan inhiraf ettikleri (şaştıkları) için yıkıldı.
İdareciler lükse ve israfa kapıldıkları için yıkıldı.
Muktedir, vasıflı, güçlü, üstün, faziletli, ehliyetli hizmet erbabı yetiştirilmediği için yıkıldı.
Emanetlere hıyanet edildiği, işler hezeleye bırakıldığı için yıkıldı.
Ancak, Osmanlı, en kötü zamanında, yıkılışının son günlerinde bile iyilikler, güzellikler, doğrular ve doğruluklar sergileyebilmiştir.
Hangi birini sayayım:
1915’teki Çanakkale müdafaası (savunması) bunlardan biridir.
Osmanlı devletinin hizmete açtığı sonuncu resmî bina olan Sultanahmet Hapishanesi’ne bakınız. Onun bir mimarlık şaheseri olduğunu kim inkâr edebilir?
Pierre Loti, imparatorluğumuzun yıkılış ve çöküş devrinde bile onda beğenilecek, takdir edilecek, hattâ hayran kalınacak nice üstünlükler, faziletler, güzellikler görmüş ama bizdeki birtakım iki kimliklilerde bu basiret ve insaf yok.
Mâzi elbette tenkit edilebilir. Nitekim yukarıda, Osmanlının niçin çöktüğüne dair kısa fikir ve görüşlerimi beyan ettim.
Mâzi tenkit edilebilir ama atalara sövülmez.
Atalarına sövenler soysuzdur, mânen piçtir.
İnsanlığın gördüğü en bilge şahsiyet olan son Peygamber “Ölülerinizi rahmetle anınız” buyuruyor.
Osmanlıyı yerin dibine batıran bazı İslamcılar, sırf bu hareketleriyle islamî çizgiden çıkmış olurlar ve iki kimliklilerin yoluna girmiş olurlar.
Osmanlı büyüklerini, haremdeki cariyelerle anlatmak hiçbir ciddî, seviyeli ilim adamına yakışmaz. Böyle bir şey, tarihî bir şahsiyeti, mesânesindeki idrar ve kalın bağırsaklarındaki kazuratla değerlendirmek kadar alçakçadır. Böyleleri pisliktir.
Osmanlının en fazla kötülenen, en ağır hakaretlere mâruz bırakılan talihsiz Padişahı, yurdundan ayrılırken devlet hazinesinden bir habbe bile almamış, yanındaki şahsî parası İtalya’nın San Remo şehrinde kısa zamanda eriyip bitmiş ve öldüğünde, alacaklı esnaf cenazesine haciz koydurmuştur. Osmanlının en beğenilmeyeni, en fazla hücuma uğrayanı böyle olursa…
Çamlıca tepesinden, Marmara’dan, Galata’dan tarihî İstanbul’a bakınız. Tepelerde ulu ve muhteşem mabetler göreceksiniz, kubbeler ve minareler göreceksiniz. Bunlar bu şehrin, bu vatanın bize, Müslüman Türkiyelilere ait olduğunu gösteren tarih ve kültür tapu senetleridir. Bunları o tepelere ecdadımız dikmiştir.
Mâzide yapılmış yanlışlıkları ciddî, seviyeli, ilmî bir şekilde araştırmak, incelemek, tahlil etmek bir hak değil, aynı zamanda bir vazifedir. Ancak, bunu vesile kılarak bütün bir tarihi, bütün ecdadı, bütün mâziyi karalamak, kötülemek, bunlara hakaretler yağdırmak hiçbir şerefli ve insaflı kişinin yapacağı bir iş değildir.
Haysiyetli toplumlar, gelenin keyfi için geçmişe sövmezler.
Müslüman Türkiyelilere Acı Soğan diyerek hakaret edenlerin, Müslüman Türkiye’nin tarihi hakkında uluorta konuşmaya, ecdada ve geçmişe çamur atmaya asla hakları yoktur. Cesaretleri varsa ortaya çıksınlar, onların büyükleri ile bizim büyüklerimizi, bütün millete ve insanlığa açık bir açık oturumda mukayese edip tartışalım.
Fatih mi daha büyük, Sabatay Sevi mi? Evet, cesaretleri var mıdır? Yoksa seslerini kessinler. Tarihimizden, ecdadımızdan kirli ellerini çeksinler. 03 Ekim 2005