Salı

Çocukluğumda ortaokullarda

Yurtbilgisi

dersleri okutulurdu. Bu derslerin ana teması

“Egemenlik Ulusundur”

ilkesi ve inancı, iddiası idi. 1946’dan önce tek parti, CHP vardı. Seçimler iki dereceli idi. Birinci seçmenler ikinci seçmenleri seçer, onlar da

saylavları

(milletvekillerini). Peki nasıl seçerlerdi? Ankara’da parti merkezinde listeler hazırlanır, yurdun her yerine gönderilir, onlar da bu listeleri sandıklara atarlardı.

Gizli oy vermek, bunları açık tasnif etmek (saymak) yoktu. Tabiî, CHP yüzde 99,9999 olarak seçimi kazanırdı.

Bunun adı da

“Egemenlik ulusundur”

idi…

1945’te çok partili sisteme geçildi.

1946’da genel seçimler yapıldı.
Muhalefetteki Demokrat Parti kazanacaktı ama kazandırılmadı.
Aslanköy, Senirkent ve daha nice yerde muhalif partiye oy verenler, sandıklar açıldıktan ve tasnif başladıktan sonra, sahtekârlıkları protesto ettikleri için topluca zincirlenerek süründürülmüşlerdi.

1950’de CHP gümbür gümbür yıkıldı, yerine Demokrat Parti geçti.

Geçti de, egemenlik ulusun mu oldu? Heyhat!.. Aradan altmış yıl geçti, egemenlik bir türlü ulusun olmuyor.

Egemenlik ulusun olsaydı:

  • Başörtüsü meselesi olur muydu?..

    Olsa bile bu kadar sürüncemede kalır mıydı?

  • Egemenlik ulusun olsaydı,

    yaz tatillerinde, 15 yaşından küçük çocuklara din ve Kur’ân dersi verilmesi yasak olur muydu?

    Bunları veren hocalar hapis cezasına çarptırılır mıydı?

  • Egemenlik ulusun olsaydı,

    Türkiye’nin temeli olan aile kurumu sarsılır ve yıkılır mıydı?

  • Egemenlik ulusun olsaydı,

    ulusun dinine, imanına, tarihine, kimliğine bu kadar hayasızca saldırılıp hakaret edilebilir miydi?

  • Egemenlik ulusun olsaydı

    ABD’ye ve İsrail’e bu kadar bağımlı olunur muydu?

  • Egemenlik ulusun olsaydı,

    bir ideoloji; ulusun da, devletin de, vatanın da, millî menfaatlerin de üzerinde tutulabilir, bir tabu ve totem haline getirilebilir miydi?

  • Egemenlik ulusun olsaydı

    birtakım egemen azınlıkların mensupları Müslüman çoğunluktan daha hür, daha fazla eşit, daha korkusuz bir hayat sürebilir miydi?

  • Egemenlik ulusun olsaydı

    PKK terörünün gölgesinde milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, alavere dalavere yapılabilir miydi?

  • Egemenlik ulusun olsaydı

    asillerin bir kısmı sefalet içinde yaşarken vekiller kendilerine kıyak üzerine kıyak yapabilirler miydi?

  • Egemenlik ulusun olsaydı,

    …… üzerine Fatih, Barbaros, Sokollu ve benzeri geçmiş büyüklerin resimlerinin

    (de)

    basılması gerekmez miydi?


    Türkiye’deki idareyi, sistemi, düzeni öğrenmek ve anlamak için

    “Yurtbilgisi”

    derslerinde anlatılanlar yeterli değildir. Her ülkede olduğu gibi bizde de bir düzen veya sistem vardır ama bunun özellikleri, mahiyeti nedir?

    Bizdeki gerçek bir demokrasi midir?

    Ulusun istediği haklı, meşrû ve doğru şeyler yerine getirilmiyorsa bu ne biçim bir demokrasidir? Bir halk vesayet altında ise orada o halkın egemenliğinden bahs edilebilir mi? Devletin, halkın, millî iradenin, insan haklarının, millî kimliğin, millî menfaatlerin, millî kültürün üzerinde sorumsuz ve denetimsiz

    DERİN GÜÇLER

    varsa orada demokrasiden, hukuk devletinden bahs edilebilir mi?

    Ömür Tâlimatnânesi

    (Bu yazı, Müslümanlara özel bir broşüre konulacaktır)

    Çocuk anasının karnından çıkarak dünyaya gelir. Bunun vakti yıl olarak, ay olarak, gün olarak, saat olarak bellidir. Dünya hayatı başlamıştır. Sonra aradan uzun veya kısa bir müddet geçer, o kişi ölür. Bunun da yılı, ayı, günü, saati bellidir. İşte ömür dediğimiz şey bu doğuş ile ölüş arasındaki zamandır. Yüce Yaradan insanın ömrünü nasıl geçirmesi gerektiğine dair bir talimatname göndermiştir.

    Bu talimatname İslâm dinidir.

    İnsan ‘akîl, baliğ, mükellef olduktan sonra onun günlük, haftalık, yıllık, ömürlük vazifeleri vardır.

    Günde beş vakit namaz kılacak… Haftada bir gün Cuma namazına gidecek… Yılda bir ay Ramazan orucu tutacak… Senede iki kez Bayram namazı kılacak… Gücü yetiyorsa ömründe en az bir kez hac yapacak… Bunlar vakitli vazife ve ibadetlerdir.

    Bir de devamlı olanları vardır;

    Allah’ı hatırından hiç çıkartmamak, O’nu zikretmek/anmak, haramlardan ve günahlardan kaçınmak, azıp isyan etmemek, daima, her fırsatta iyi işler işlemek, iyilik yapmak, devamlı olarak ilim, irfan, ahlâk, fazilet, iyilik, güzellikte ileriye gitmek

    (duraklamamak, hele hiç gerilememek)


    Elinizdeki bu broşür dindar bir Müslümanın yirmi dört saatini nasıl geçirmesi gerektiğini, neler yapması icap ettiğini çok kısa olarak anlatmaya çalışmaktadır. Hiç şüphe yoktur ki, bu yirmi dört saatin içinde en önemli vazife

    Beş Vakit Namaz

    kılmaktır.

    Allah Elçisi

    (salât ve selam olsun O’na)

    “Namaz müminin miracıdır”

    buyurmuşlardır.

    İslâm dini bağlılarını başıboş bırakmamıştır.

    Onlara, ebedî mutluluk kazandıracak birtakım vazifeler, yükümlülükler getirmiştir. Dindar Müslümanın bunları bilmesi, dosdoğru bir şekilde işlemesi, yerine getirmesi gerekir.

    Bilgili, kalp gözü açık, şuurlu (bilinçli), uyanık, firasetli mü’minin çok zengin, çok boyutlu, çok güzel, çok renkli bir hayatı vardır.

    Asıl mutluluk, asıl zevk u sefa, asıl manâlı hayat dindar Müslümanındır.

    O çok küçük şeylerle de mesut ve bahtiyar olabilir. Resulullah Efendimiz

    “Kâfir yedi mideyle yer, mümin bir mideyle…”

    (Buhârî) buyurmuşlardır. Mümin biraz ekmek, biraz katık yer, bir bardak çay içer ve çok mutlu olur. Çünkü o alçak gönüllüdür, mütevazıdır, kanaatkârdır, nimetlere şükreder, rızkı az da olsa asla isyan etmez daima sabreder.

    Bu broşürü sevgili din kardeşlerimize küçük bir armağan olarak yayınlamış bulunuyoruz. İçindeki bilgiler

    ilmihâl, fıkıh, ahlâk kitaplarında yazılı olan, bilinen şeylerdir.

    Bir ilavemiz ve iddiamız yoktur, minicik bir hizmet edebilirsek, meselâ sadece bir kişinin namaza başlamasına, cemaate katılmasına, faydalı kitap okumasına vesile olabilirsek kendimizi bahtiyar addedeceğiz. Tevfik Allah’tandır. 09 Mayıs 2007