PazarHelen Keller (1880–1968) Amerikalı ünlü bir kadın yazar ve düşünürdür. Onun yazar ve düşünür olmaması için önünde gerçekten büyük engeller vardı. Çünkü on dokuz aylık bir bebekken görme ve işitme duyularını yitirmiş; sessiz ve kapkaranlık bir dünyada kalmıştı. Henüz anadilini de öğrenmemişti. Dış dünya ile sadece dokunma hissiyle iletişim kuracak bir durumdaydı.

İşte bu zavallı kıza iyi ve uygun bir eğitim metodu ile birtakım sabırlı ve azimli öğretmenler lisan öğrettiler, okuma yazma öğrettiler, kültür verdiler ve sonunda o meşhur bir yazar ve düşünür oldu. Hakkında birçok kitap yazılmış, film çevrilmiştir; eserleri vardır.

İşte eğitim böyle mucizevî bir şeydir.

Bütün medenî, ilerlemiş, zengin, kalkınmış, meselelerini çözmüş, insanlık yarışında önde koşan, beşerî faaliyetlerin birinci liginde oynayan ülkeler ve devletler eğitimi birinci madde olarak ele alırlar. Evet, en önemli olan ne siyasettir, ne iktisat, ne de maddî zenginlik. Öncelikle iyi bir eğitim sistemi kurulacak ve ülkenin, milletin çocukları, genç nesilleri vasıflı, güçlü, üstün insanlar olarak yetiştirilecektir.

Türkiye, tarihinin en büyük krizine eğitim sisteminin kötülüğü, yetersizliği yüzünden mâruz kalmıştır. Ana sebep budur. Öteki kötülükler neticedir.

Türkiye’de iyi, faydalı, kalkındırıcı, güçlendirici, kurtarıcı, yüceltici bir eğitim nasıl olmalıdır?

Birinci husus: Bilgi faktörüdür. Yaşadığımız çağdaş dünyanın bir bilgi ve genel kültür seviyesi vardır. Bizim eğitimimizin verdiği bilgi bunun çok altındadır, çağdışıdır, geridir; çocukları ve genç nesilleri câhil bırakmaktadır. Zaman zaman, merak ettiğim, ilgilendiğim için başta Fransa olmak üzere ileri ve medenî ülkelerin liselerinde okutulan edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe kitaplarını alır tedkik ederim ve onlarla bizim aramızdaki uçurumu görerek üzülürüm. Fransa liselerindeki tarih kitapları o kadar geniş, kapsamlı, meraklı, yetiştiricidir ki, biz o seviyede tarih bilgisini üniversitelerimizin tarih bölümlerinde bile veremiyoruz. O ülkede liselerde iki ciltlik felsefe kitabı okutulur. Diploma alabilmek için de zor bir imtihandan başarıyla geçmek gerekir, ayrıca bir de bakalorya sınavı vardır.

“Bütün öğrenciler bu kitapları iyice okuyup da içlerindeki bilgileri kazanabiliyorlar mı?” suali hatıra gelebilir. Elbette ki, otuz kişilik bir sınıfın otuz öğrencisinin de başarılı olması gerekmez. Her sınıftan üç kişi edebiyatta, üç kişi tarihte, üç kişi felsefede başarılı olsa, bunlar bilahare Fransa’nın bu konulardaki ehliyetli ve güçlü eleman ihtiyacını karşılamaya yeter.

Bizdeki eğitim sistemi, ders programları, ders kitapları, müfredat bir felakettir. Mevcut düzene bilgili, ahlâklı, karakterli, vasıflı, güçlü, üstün Türkiyeliler değil; robotlar, zombiler, beyni yıkanmışlar, resmî ideoloji bendeleri gereklidir.

İkinci husus: Ahlâk ve karakter terbiyesidir. Bizim eğitimimiz bunu da veremiyor. Türkiye’de ahlâkın ana kaynağı dindir. Bir ülkede din ile savaşılır, dindarlık rejim için bir tehlike ve tehdit unsuru olarak görülürse o ülkenin çocuklarına, genç nesillerine nasıl ahlâk ve karakter terbiyesi verilebilir. İngiltere’deki eğitim sisteminin iki ana hedefi vardır: Bilgilendirmek, ahlâk ve karakter bakımından güçlü ve üstün kılmak.

Üçüncü husus: Estetik, sanat, güzellik kültürü kazandırmaktır. Sanat ve güzellik hayatın, varoluşun ayrımaz parçasıdır. Bizim eğitim sistemimiz genç nesillere bunları verebilmiş midir? Türkiye’nin şu haline bakınız. İnsan ayağının bastığı her yer çirkinleşiyor, pisleniyor. Yeni binalar, yeni anıtlar ne kadar çirkin ve zevksiz.

Türkiye eğitiminin üzerinde durması ve koruması gereken değerlerden biri de millî kimlik, millî kişilik ve millî kültürdür. Bizim bugünkü eğitim sistemimiz bunları koruyor, yüceltiyor, öğretiyor mu? Heyhat! Bizde her şey resmî ideolojiyi korumak, yüceltmek, müdafaa etmek için planlanmıştır.

Japonlar iyi, güçlü, tesirli bir eğitim ile kırk yılda ortaçağ seviyesinden modern dünya seviyesine çıkıverdiler. Kendi kimliklerini, kişiliklerini, kültürlerini, özelliklerini, çetrefil yazılarını, kimonolarını, ikebanalarını, çay seremonilerini, Japonu Japon yapan bütün millî hususiyetleri koruyarak Batı dünyasının ilmini ve fennini, üstün ve faydalı bilgi ve tekniklerini aldılar ve 1905’te Rus imparatorluğunu dize getirdiler.

Küçücük site devleti Singapur’u bu kadar güçlü, zengin, ileri, üstün yapan nedir? Elbette bunun birçok faktörü vardır ama bunların birincisi eğitim sistemlerinin mükemmeliyetidir. Singapur belki de şu anda dünya üzerindeki ülkeler içinde, eğitimi birinci olan ülkedir.

Bizdeki Tevhid-i Tedrisat ilkesi ve uygulaması ülkemize, halkımıza, milletimize faydalı değil, zararlı olmuştur. Bunun değiştirilmesi, eğitimin liberalleştirilmesi, özelleştirilmesi gerekir. İslâm, Türkiye’nin kimliğinin ana faktörüdür. İslâm’ı dışlayarak, ona cephe alarak, onu devlet ve rejim için bir tehlike ve tehdit unsuru olarak görerek sağlıklı bir eğitim yapılamaz.

Ülkemizde öyle mükemmel, parlak, cazibeli okullar kurulmalıdır ki, bunlara dışarıdan bile öğrenci gelsin.

Türkiye yüz yılı aşan bir zamandan beri tek bir Nobel bile kazanamadı. Bunun suçlusu eğitim sistemi ve üniversitelerdir. Onların arkasında da ideoloji vardır.

Medeniyetin, insanlığın, kültürün, sanatın, hikmetin ana vasıtası yazılı–edebî lisandır. Biz çocuklarımıza, gençlerimize zengin edebî Türkçeyi bile öğretemiyoruz. Üç yüz kelimelik konuşma, sokak, iletişim, medya Türkçesiyle elbette medeniyet ve ilerleme olmaz.

Bu ülkede Ermeni, Grek, Rus, İbrani, hattâ Çin ve Japon yazısı ile yayın yapmak; gazete, kitap, dergi çıkartmak serbest de niçin İslâm–Kur’an yazısıyla Türkçe yayın yapmak yasaktır? 2000’li yıllarda bu bir insan hakları ihlâli değil midir? Türk çocukları niçin 1928’den önce yazılmış ve basılmış milyonlarca kitabı, tarihî belgeyi, mezar taşlarını, kitabeleri okuyamıyorlar, okuyabilseler bile anlayamıyorlar?

Bizde niçin biri resmî, ötekisi gerçek iki tarih vardır? Bizde niçin bir sürü tabu vardır? Bizde niçin zorlamalar, yasaklar, fikir suçları vardır? Niçin bizde nice aydın vatandaş fikir, görüş ve vicdanî kanaatlerinden dolayı mahkemelerde sürünmekte, zindanlarda çürütülmektedir? Zavallı Türkiye… 21 Mayıs 2001