Onaltı yaşındaki bir kız pek genç bir delikanlı olan sevgilisini kışkırtarak babasını, annesini, ablasını kıtır kıtır doğratarak öldürtmüş. Sevgilisi cinayeti işlerken kız cep telefonu ile “İşlerini bitirdin mi?” diye soruyormuş…

Böyle bir cinayet karşısında bütün Türkiye’nin ayağa kalkması, milyonlarca vatandaşın feryad u figan ederek gözyaşı dökmesi, memleketin koyu bir mâtem havasına bürünmesi gerekirdi.

Cinayetin sebebi, babanın ve annenin küçük kızın sevgilisi ile birlikte olmasına karşı çıkmasıymış. Kız itiraf ediyor,

“Ben kendi arzumla sevgilimle yatıyordum…”

diyor.

Farkında mısınız, beş altı aydan beri liselerdeki, hattâ ilköğretim okullarındaki cinayetler, istisnâî vak’alar olmaktan çıktı, günlük hadiseler haline geldi.

Peki bu durum düzelir mi, yoksa bozula bozula devam eder mi? Benim görüşüm, daha da kötüye gideceğidir. Okullardaki bu üzücü hadiseler, cinayetler, yaralamalar sebep değil, neticedir. Bunların sebeplerini araştırmak gerekir. Kimler araştırmalıdır?

(1) Gerçek aydınlar (aydın müsveddeleri değil), (2) Büyük düşünürler, (3) Ülkenin bilge kişileri, (4) Sosyologlar (Toplumbilimciler), (5) Sosyal psikoloji uzmanları, (6) Tarih felsefecileri, (7) Büyük din ve tasavvuf hocaları, (8) Vasıflı politikacılar…

Bendeniz yukarıda saydığım kategorilerden birine dahil değilim ama müsaadenizle gençlikteki bu çürümenin, bozulmanın bazı sebeplerini arz etmek istiyorum:

(1) Okullar, sadece bilgi ve kültür kazandıran kurumlar değildir. Okul, öğrencilerine aynı zamanda ahlâk ve karakter terbiyesi vermekle mükelleftir.

Bizde uzun yıllardan beri okullarda ne doğru dürüst bilgi verilebiliyor, ne de ahlâk ve karakter terbiyesi.

Bizim millî eğitim sistemimiz bilgi, kültür, ahlâk, karakter yerine kuru bir diploma veriyor. O da bir işe yaramıyor, gençler üniversiteye girebilmek için, okullarda okutulan (fakat öğretilemeyen) bilgileri özel dershanelerde ve kurslarda öğrenmek zorunda kalıyor. Bunun için de, yekûnu milyarlarca dolar tutan paralar ödeniyor.

(2) Gençler ahlâkı ve karakteri öncelikle evlerinde, aile yuvalarında edinirler. Herkesi suçlamıyorum ama bizde bir kısım aileler çocuklarını ahlâklı ve karakterli olarak yetiştiremiyor. Bunun da sebepleri var: Toplumun temeli olan aile kasıtlı, planlı ve programlı olarak çökertilmekte, dinamitlenmektedir.

(3) Bizde devletin, millî iradenin, Millet Meclisi’nin, hukukun, millî kimlik ve kültürün, tarihî mirasın üzerinde tutulan bir ideoloji vardır. Bu ideolojiyi sahiplenenler maalesef gençliğe ahlâk ve karakter terbiyesi vermiyorlar, verdirtmiyorlar. Tam tersine…

(4) Çoğunluğu teşkil eden Müslümanların, her şeye rağmen, çocuklarını bilgili, kültürlü, ahlâklı, faziletli, yüksek karakterli olarak yetiştirmesi gerekirken onlar da, bu vazifeyi hakkıyla yerine getiremiyorlar. Memlekete kırsal kesim, varoş, köylü, gecekondu kültür ve zihniyeti hâkim olduğu için, gençliğin tâlim ve terbiyesine, cep telefonuna veya otomobile verilen değer ve önem kadar değer verilmiyor.

(5) Popülist politikacılar 1950 demokrasi devriminden bu yana millî eğitimi sulandıra sulandıra bitirmişlerdir. Eskiden lise bitirilirken iki imtihan veriliyor; bir lise diploması, bir de bakalorya (veya olgunluk) diploması alınıyordu. Bütün bunları kaldırdılar, sınıf geçmeyi çok kolaylaştırdılar, sonunda eğitim sistemi tavşanın suyunun suyunun suyu haline geldi.

(6) Agresif din düşmanları okullarda gerçek bir din eğitiminin verilmesine karşı çıktılar. Din dersleri bir gösterme, bir aldatmaca haline geldi. Dinî konuda tatbikat (uygulama) yapmak için öğrencilerini camiye götüren din dersi hocaları, sanki cinayet işlemişler gibi dinsiz gazetelerde teşhir edildi, hakaret ve tehditlere uğradı, ağır baskılar karşısında kaldı. Çağımızın büyük düşünürlerinden Edward Said’in dediği gibi “Ortadoğu’da her şey din üzerine kuruludur, din çökerse her şey yıkılır.” (E. Said Hıristiyan bir Araptır.)

(7) Toplumun, bilhassa gençliğin bozulmasında en büyük menfi faktör televole medyası olmuştur. Medya, kötü yayınları ile halkı batırmış, bitirmiştir. Üç ay kötü televizyon yayınlarını takip eden bir genci düzeltebilmek için iki sene rehabilitasyon ve zehirden arındırma tedavisi gerekir.

(8)

İnternet de gençliği vahim şekilde bozmuştur.

Yeni yapılan bir anket, internete müracaat eden gençlerin ve çocukların yüzde doksan sekizinin seks, gayr-i ahlâkî görüşmeler, hava civa, lüzumsuz, faydasız ve eğlenceler ile meşgul olduklarını ortaya koymuş bulunuyor.

(9) Bu madde bazılarını şaşırtacak ve öfkelendirecektir. Dış düşmanlarımız ve onların içteki yardakçıları ve işbirlikçileri çoğunluğu teşkil eden Müslüman gençliği bilgisiz, kültürsüz, ahlâksız, karaktersiz yetiştirmek istemektedir. Ben buna “cehalet ile terbiye” diyorum. Vaktiyle, 1945’ten önce Japonlar, sömürdükleri Korelilerin ortaokuldan yüksek tahsil yapmalarına izin vermezlermiş. ABD’de zenci ve hispanik kökenlilerin de kaliteli yüksek tahsil yapmaları hoşgörülmüyor, böyleleri sinsi şekilde engelleniyormuş. Bizde tahsil konusunda bir kısıtlama yoktur. Seçme imtihanını kazanan yüksek tahsil yapar, ancak bu tahsilin kalitesi nedir? Ülkemizdeki mutlu ve putlu bir azınlık çocuklarını dünyanın en güzide üniversitelerinde okutuyor, içte de paralı müesseselerde vasıflı yüksek tahsil yaptırıyor.

(10) Yakın tarihimizde eğitim mesleğine gereken önem verilmemiş, teşvik edilmemiş, itibar sağlanmamıştır. Fransa’da agregé (mümtaz) öğretmenlik vardır.
Yirminci asırda o ülkenin nice yüksek düşünürü, filozofu, tarihçisi, edibi, sanat adamı lise öğretmenleri içinden çıkmıştır.

Müslümanlığı kabul eden, İsrail’i tenkit ettiği için medyatik linçe tabi tutulan

Roger Garaudy

yirmi yıldan fazla liselerde estetik öğretmenliği yapmış bir kimsedir.

Bizde de eskiden, üniversite profesörleriyle boy ölçüşen lise öğretmenleri vardı: Âgâh Sırrı Levent, Nihat Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökyay, İsmail Habip Sevük, Fuat Köprülü gibi büyük edebiyatçılar ve araştırıcılar uzun yıllar lise öğretmenliği yapmışlardır. Sonraları öğretmenlik mesleğine gereken önem verilmedi. Halbuki, bir ülkenin doktordan, hukukçudan, mühendisten, işletmeciden önce kaliteli ve üstün öğretmenlere ihtiyacı vardır.

Üniversitelerin en gözde fakülteleri eğitim fakülteleri olmalıdır. Buralara en yüksek puanı tutturmuş gençler girebilmeli ve mezun olduktan sonra kendilerini müreffeh şekilde geçindirecek öğretmenlikler alıp hizmet etmelidir.

Aldığı azıcık maaş ile geçinemeyen, boş zamanlarında ikinci işler yaparak bütçesini denkleştirmeye çalışan, evinde özel kütüphanesi olmayan, her ay, gelirinin en az 10’da birini kitaba, kültüre, sanata yatıramayan bir öğretmen elbette vazifesini yapamaz.

Birkaç gün önce gazeteler pek gösterişli bir şekilde “Doğuya Beş Yıldızlı Eğitim” şeklinde manşetler attılar. Ne yaparlarsa yapsınlar, bunlar edebiyattan öteye geçmez. Bizdeki sistem bozuktur. Binayla, bilgisayarla, lüks dershane ile, para ile düzelme olmaz.

Sistem mutlaka değişmelidir… Ülkemizde İngiltere’deki okullar gibi kaliteli okullar açılmalıdır. Birkaç dil bilen, şehir ve burjuva kültürüne sahip son derece vasıflı, güçlü, öğretmenler yeştiştirilmelidir. Fransa’daki ders kitapları gibi ders kitapları hazırlanıp basılmalıdır. Liselere bitirme ve bakalorya imtihanları konulmalıdır. Doğru dürüst edebiyat, lisan, tarih, psikoloji, mantık, estetik, metafizik, sanat kültürü okutulmalıdır. Okul çocuklarına, bilhassa liselilere çok yüksek ahlâk ve karakter terbiyesi verilmelidir… Bunları yapabilirler mi? 01 Haziran 2006