Mehmet Şevket Eygi

EĞİTİM VE GENÇLİK

 

 

 

 

 

YAZARIN MİLLİ GAZETE’DE YAYIMLANMIŞ KÖŞE YAZILARINDAN DERLENMİŞTİR.

İslâm Mektepleri

Bu memleketin, bu halkın, bu devletin

Tevhid-i Tedrisata değil, “Tevhidî Tedrisata”

büyük ihtiyacı vardır.

Lâik Fransa’da Katolik kilisesine tanındığı gibi, bizde de Müslümanlara İslâm okulları, İslâm liseleri açmak müsaadesi verilmelidir. Devlet elbette bu okulları kontrol edecek, denetleyecektir.

Lâkin bu kontrol ve denetleme:

1. Âdil hukukun ışığında olacak.

2. Temel insan hak ve hürriyetlerini zedelemeyecek.

3. Din, inanç, vicdan hürriyetini ihlâl etmeyecektir.

Bugünkü imam-hatip liseleri, benim bahs ettiğim İslâm liselerinin yerini tutabilir, vazifesini görebilir mi? Kesinlikle hayır…

Çünkü imam-hatip okulları sözde lâik devlete bağlıdır. Resmî ideolojinin zincirlerine vurulmuştur.

Bağımsız İslâm okulları ve liseleri, yine bağımsız ve hür İslâm Cemaat teşkilâtı tarafından kurulacak ve idare edilecektir.

Bugünkü Türkiye’de böyle bir teşkilât yoktur. Böyle bir teşkilâtı kurmak çok zordur.

Çünkü Müslümanlar tek bir Ümmet, tek bir büyük Cemaat halinde değil; bir yığın cemaatçiklere bölünmüş vaziyettedir. Bunların bir kısmı birbiriyle rekabet etmektedir.

Ümmet içinde rekabet olamaz. Müslümanlar, rekabet değil, hayırlı işlerde müsabaka (yarışma) yapmalıdır.

Özel, bağımsız İslâm okulları ve liseleri kurma izni verilse, birbirleriyle rekabet eden birtakım cemaatler

“meşreb, küçük cemaat, fırka, hizip, tarikat”

okul ve liseleri kuracaktır. Böyle bir şey kesinlikle doğru olmaz.

İslâm okulları ve liseleri küçük bir cemaate, bir mezhebe, bir tarikata değil, İslâm’a ve Ümmet-i Muhammed’e (s.a.v) hizmet etmelidir.

Bir İslâm okulunun idarecileri ve öğretmenleri içinde her meşrepten, her tarikattan, her cemaatten eleman olmalı ve bunlar ahenk içinde çalışmalıdır.

Müslüman kesimde böyle okullar açacak, yeterli sayıda güçlü ve vasıflı eğitimci var mıdır? Maalesef yoktur. İstisnâlar kaideyi bozmaz.

İslâm liselerinde en az üç yabancı lisan, Arapça, Farsça, İngilizce iyi derecede öğretilecek, öğrenemeyenlere diploma verilmeyecektir.

Bu mekteplerde Osmanlıca mükemmel şekilde öğretilecek, mezunları

Fuzulî’nin, Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın

şiirlerini orijinal metinlerinden, mânâsını anlayarak metinlerini şerh edebilecek, bu kıraatten haz ve zevk alarak okuyabilecektir.

Bu okullarda talebeye estetik, mimarlık ve şehircilik, hukuk kültürü, mantık, psikoloji, ahlâk, metafizik çok iyi derecede, çok ehil öğretmenler tarafından okutulup öğretilecektir.

İslâm liselerinde lise bitirme ve bakalorya imtihanları olacak, bunları veremeyenlere diploma verilmeyecektir. İslâm okullarında İslâmcı değil; vasıflı, ahlâklı, yüksek karakterli Müslüman yetiştirilecektir.

Bu okullarda bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi de verilecektir.

Erkek çocuklar ve kız çocuklar için ayrı İslâm okulları açılacaktır.

Beş vakit namaz kılmak mecburî olacaktır.

Bu okullar dinde reform, dinde değişiklik, dinde yenilik, Fazlurrahmancılık (Tarihsellik), islâmî aktivizm, İslâmcılık, Selefîlik gibi bid’at akımlarına kapalı olacak; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat İslâmlığına uygun tedrisat yapacaktır.

İslâm liselerinden geleceğin vasıflı, güçlü, üstün Türkiyelileri yetişecektir.

Bu okullarda kopya çekmeye asla izin ve fırsat verilmeyecektir.

Bu okullardaki Müslüman gençlere mürüvvet ve fütüvvet ahlâkı aşılanacaktır.

Bu okullarda okuyan delikanlılar küçük beyefendi, genç kızlar küçük hanımefendi olacaklardır.

İslâm liselerindeki öğrencilerin büyük kısmı, istidatlarına ve kabiliyetlerine göre geleneksel sanatlarımızdan birini öğreneceklerdir.

Uluslararası anketlere göre dünyanın en iyi ve kaliteli okul ve liseleri Türkiye’deki İslâm Mektepleri olacaktır.

Böyle okullar açılmazsa, Türkiye’nin işi zor, geleceği karanlıktır. Bugünkü maarifle (millî eğitimle) köy olmaz, kasaba olmaz. Yukarıda anlattıklarımı gerçekleştirmek çok zordur.

Lâkin bunlar imkânsız, mümteni ve muhal değildir. Bütün aklı başında ziyalı ve medenî Müslümanları eğitim meselesini gündeme almaya çağırıyorum.

Kurtarıcı İslâm Mektebi

* Kötü, berbat, aklı donduran ideolojik bir eğitim sistemiyle zeki bir çocuğun IQ’su birkaç sene içinde 80’e düşürülebilir… Buna mukabil iyi, doğru, hak bir eğitim ile 80 IQ, 100 seviyesine çıkartılabilir.

* Müslüman çocuklara ve gençlere iyi, üstün, yüksek bir eğitim verilmezse Türkiye’nin geleceği karanlıktır.

* Bugün Türkiye’de yüz bin cami vardır ve yenileri yapılmaktadır ama Müslümanların İslâm’a uygun, çağ seviyesinde, dünyanın birinci lisesi durumunda bir tek okulu yoktur.

* Eskiden böyle okullar açılmasına izin verilmiyordu ama bugünkü ortamda açılabilir. Lakin Müslümanlar böyle okullar açamıyor.

* Kemalist lâik sistemin imam-hatip okulları İslâm okulları değildir.

* Bir İslâm okulundaki bütün Müslüman öğrencilerin beş vakit namazı, okul camiinde, okulun resmî imamının ardında cemaatle kılmaları gerekir.

* Sultan Abdülhamid-i Sânî zamanında, Türkiye’nin Batıya açılan penceresi Galatasaray Sultanisinde (lisesinde) böyleydi.

* Okulun öğrenci sayısı 750, bunların 749’u namaz kılıyor, sadece biri kılmıyor. Okul İslâm Mektebi olmaktan çıkar. Namaz kılmamakta direnen ve direten çocuğun okuldan atılması gerekir.

* Türkiye Müslümanları, İngiltere’deki Eton Koleji gibi üstün ve vasıflı bir okul (okullar) açamazlarsa kurtulacaklarını sanmasınlar.

* Bu İslâm Mektebi, Eton’dan ve benzeri ünlü kolejlerden üstün olmalıdır.

* İslâm Mektebinin üstünlüğünü, Müslümanlar değil, İslâm karşıtları kabul etmelidir.

* Bu okulda dünyanın en büyük din alimleri ve tarikat şeyhleri Kur’ân, İslâm, ahlâk dersleri okutmalıdır.

* Bu okulda biri zengin Osmanlıca, üçü yabancı dil olmak üzere dört lisan öğretilmelidir.

* İslâm okulunun kütüphanesinde bir milyon kıymetli ve faydalı kitap ve doküman bulunmalıdır.

* Bu okulda bir tek, evet bir tek çürük elma, bir tek it, bir tek uğursuz ve serseri bulunmamalıdır.

* Okulun müdürü sadece Türkiye çapında değil, dünya çapında, ciddî kitaplar ve ilmî makaleler yazmış bir düşünür ve şahsiyet olmalıdır.

* Okul müdürünün ofisi, sanat ve dekorasyon itibariyle, dünyanın en güzel ofisi olmalıdır.

* Okul açıldıktan bir sene sonra dünyanın birçok yerinden röportaj yapmak üzere televizyon ekipleri, gazeteciler gelmelidir.

* Türkiye Müslümanlarının böyle bir İslâm Mektebi açmaya niyetleri var mı?

* Bunu açabilecek, başarı ile idare edebilecek birikimleri, kültürleri var mı?

* Böyle bir İslâm Mektebi açacak para ve maddî imkân var mı? Var, var, var.

* Böyle bir okul kurtarır, yüceltir, aziz ve hür kılar.

* Böyle okulların olmayışı zelil ve esir kılar.

* İngiltere’deki Eton Koleji ülkesine, beş yüz yılı aşan tarihi boyunca 19 başbakan kazandırmıştır.

* Kaç defa yazdım… Eton kolejinin öğrencileri okul içinde frakla gezer.

* Eton kolejinde kız öğrenci yoktur. İslâm Mektebinde de olmayacaktır.

* Böyle bir İslâm Mektebi açılırsa bütün müşrikler, bütün kâfirler, bütün münâfıklar, bütün fesatçılar, bütün İslâm düşmanları, bütün …istler, bütün fâsıklar ve fâcirler, nice geri zekâlılar saldıracak ve yıkmaya çalışacaktır.

* İslâm Mektebinde temizlikçi, müstahdem, hademe olmayacak, okulun temizliğini, tuvaletleri dahil öğrenciler yapacaktır. (Japon okullarında olduğu gibi).

Adını

“İslâm Koleji”

koysanız bile orada İslâmî eğitim verilmiyorsa o kolej bir İslâm Mektebi değildir.

İslâm Mektebinin belli başlı özellikleri:

1.

Haftada altı gün

(İslâm Mektebinde beş buçuk gün eğitim yapılır)

her sabah bir saat din dersi verilir.

Bu din dersini

ilahiyatçılar değil icazetli Ehl-i Sünnet uleması

ve fukahası verir.

2. İslâm Mektebinde bütün öğrenciler, öğretmenler, idareciler ve personel

beş vakit namazı, mektebin camiinde, mektep imamının ardında

cemaatle kılar.

Bu iki şart yoksa o okul, az çok İslâmîyet’e hizmet edebilir ama İslâm Mektebi olamaz. Şimdiye kadar eğitim konusunda, İslâm Mektepleri konusunda hayli yazı yazdım. Keşke bunları bir araya getirip kitaplaştırabilsem.

Bu ülkede çoğunlukta olan Ehl-i Sünnet Müslümanlarını eğitim konusunda, köstekleyen, engelleyen kanunlar, baskılar, tabular, derin güçler yok mudur? Elbette vardır… Lakin Müslümanların akıllarını, zekâlarını, imkanlarını, bu günkü serbestlik ve hürriyeti kullanarak yasakları delmeleri gerekir.

Ülkemizde Saint Joseph, Saint Benoît, Notre Dame de Sion, Sainte Pulchérie gibi Katolik okulları var da niçin İslâm okulları olmasın?

İdeolojik tevhid-i tedrisat devrimi tevhidî-İslâmî eğitimi durdurmak, baltalamak, kösteklemek için çıkartılmıştır.

28 Şubat post-modern darbesinin azgın ve şiddetli günlerinde elbette İslâm Mektebi açılamazdı. Bugün açılabileceğini iddia ediyorum. Yeter ki bu konuda bilgi, birikim, niyet ve aksiyon olsun.

İdeal İmam-Hatipli Genç

İdeal imam-hatipli genç nasıl olur, İslâm’ın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kıstaslarına göre sıralamak istiyorum:

1. İtikadı sahih olur. Kendisinde inançla ilgili hiçbir bid’at ve aykırılık olmaz. İcazetli ulemânın ve fukahanın telif ve tasnif etmiş olduğu akaid kitaplarındaki bilgileri öğrenir, kabul ve tasdik eder… Allah’a kesinlikle noksan sıfatlar izafe etmez. İtikat konularında İmam-ı Eş’arî’yi veya İmam-ı Mâturidî’yi inanç önderi olarak benimser.

2. Beş vakit namazı cemaatle kılar. Normal lisede okuyan bir Müslüman gencin namaz kılmaması bir ayıp ise, imam-hatipli Müslüman gencin kılmaması bin ayıptır. İzninizle şu hususu da belirtmek isterim:

Bütün imam-hatip mekteplerinde beş vakit namaz (okul saatleri hangi namazlara denk geliyorsa) okul imamının ardında cemaatle kılınmalıdır. 1908’e kadar Türkiye’nin en parlak lisesi olan Galatasaray Sultanîsinde (lisesinde) namazlar böyle cemaatle kılınırdı.

Namaz kılmak, cemaate katılmak ihtiyarî (seçimlik, keyfe kalmış) değildi, mecburî idi. Hem imam-hatipte öğrenci, hem de namaz kılmıyor. Ben olsam böylesini okuldan atarım.

3. imam-hatip öğrencisi Kur’ân, Sünnet, İslâm ahlâkıyla mütehallîdir (ziynetlidir). Onbeş yaşında bir imam-hatipli, yirmi beş yaşındaki bir insan kadar ciddî, olgun ve ağırdır. Onda gevezelik, zevzeklik, şımarıklık, cıvıklık olmaz. İslâm’ın kazandırdığı bir vakar ve asalet örtüsüne bürünmüştür.

Yirmi tane liseli genç bir arada, bunların dördü imam-hatipli… Baktığınız zaman, onların hangisinin imam-hatipli olduğunu hallerinden anlamalısınız.

4. imam-hatipli gençler, gece gündüz ilimde, irfanda, ahlâkta, marifette kemâl bulmak için çalışırlar. Zaruret olmadıkça tatil yapmazlar, dinlenmezler.

5. imam-hatipli gençler, bugünkü tedrisat programı yetersiz olduğu için dışarıdan paralel ve alternatif dersler alırlar, eğitim görürler. İlim ve irfan sahibi üstadları bulurlar, önlerinde diz çökerler, âli, â’li ilimleri, faydalı ve müsbet kültürü adamakallı tahsil ederler.

6. imam-hatipli gençler, geleneksel İslâm sanatlarından birini de mutlaka öğrenmelidir. On kadar sanat ismi veriyorum: Hüsn-i hat, Tezhip ve süsleme… Ebru… Edirnekâri tahta işleme… Ahşap üstüne dağlama sanatı… El dokuması kumaşlar üzerine ahşap kalıplarla ve doğal boyalarla yazmacılık… Sedefkârlık… Elyapımı kağıt… Aherleme… Porselen, seramik, çini, çömlek sanatı… Daha çok sanatlar var…

7. İstidadı olan imam-hatipli gençler, fotoğrafçılık, (Şeriata aykırı olmamak şartıyla) ressamlık gibi sanat dallarına da yönelmelidir.

8. imam-hatipli gençlerimize mutlaka çok iyi derecede Arapça öğretilmelidir. Yarım yamalak Arapça ile Zeyd ile Amr’ın kavgasıyla hoca olunmaz.

9. imam-hatipli gençler, fikir kitaplarını okuyacak, fikrî tartışma yapacak derecede İngilizce bilmelidir. İleride içlerinden bazısı İngilizce düşünce ve kültür kitapları yazacaktır.

10. İmam-hatipli gençler zengin, edebî, yazılı Türkçeyi (Osmanlıcayı) mükemmel şekilde bilmelidir. Bunun ölçüsü de şudur: İslâm harfleriyle yazılmış bir Fuzulî Divanı gencimize verilecek, içinden bir gazel ve kaside seçilecek, bunu oku ve metin şerhi yap denilecek. O da hiç aksamadan, duraklamadan mükemmel şekilde okuyacak, şerh edecek…

Adam yetiştirmede önemli olan kemmiyet değil keyfiyettir.

Yazımı bitirirken, İstanbul’un yakın tarihteki camii imamlarından merhum Necmeddin Okyay Efendinin özelliklerini sıralıyorum:

1. Camii derslerine devam ederek ilim tahsil etmiş ve icazet almıştır.

2. Arapça bilirdi.

3. Farsça bilirdi.

4. Çok iyi edebî Osmanlıca bilirdi.

5. Bu üç dilde aruzla ve ebced hesabıyla tarih düşürürdü.

6. Tasavvuf neşesi vardı.

7. Ta’lik hattının büyük üstadıydı.

8. Ebruda ve bilhassa çiçekli ebruda üstaddı.

9. Millî sanatımız okçulukta üstaddı.

10. Ok ve yay yapardı.

11. Harikulâde ve şahane Osmanlı ciltleri yapardı.

12. Bahçesinde dörtyüz çeşit gül yetiştirir ve hepsinin Latince isimlerini ezbere bilirdi.

Camii imamı dediğin böyle olmalı…

İmam-Hatiplerde Beş Vakit Namaz Mecburî Olmalıdır

Bütün imam-hatip okullarında, bütün öğrencilerin vakit namazlarını okul camiinde,

okulun resmî imamının ardında

hep birlikte cemaatle kılmaları mecburî olmalıdır.

Gerekçesi:

Günde beş vakit namaz kılmak, Kur’ânla, Sünnetle, icmâ ile farzdır.

imam-hatip okulları, isimlerinden de anlaşılacağı üzere dinî okullardır ve öğrencilerinin namaz kılmalarından daha tabiî bir şey olamaz.

Osmanlı devleti zamanında bütün okullarda, medreselerde, kışlalarda cemaatle namaz kılınırdı. Bırakın medreseleri,

ülkenin en gözde lisesi olan Galatasaray Sultanîsinde bile Müslüman talebelerin cemaatle namaz kılması mecburî idi.

Hem de cemaatle…

Hiçbir öğrencinin, şimdi biraz başım ağrıyor, sonra münferiden tek başıma kılarım demeye hakkı yoktur. Sen imam-hatip mektebi aç ve orada bütün talebelerin cemaatle namaz kılması mecburî olmasın. Olur mu böyle şey?

Bir kere yazmakla olmuyor, bin kere yazmak gerekiyor.

İngilterenin değil, dünyanın en vasıflı koleji olan

Eton’un kilisesinde her sabah ayin yapılıyor

ve talebelerin buna katılması mecburî.

Eton İngiltereyi İngiltere yapan okuldur.

Ilımlı, light, sulandırılmış, suya sabuna dokunmaz yeni bir İslâma taraftar olanlar, yukarıdaki teklifime soğuk bakacaklardır.

Onların istediği olsa, İslâmın ismi ve resmi kalır ancak.

Namazsız İslâm olmaz… Namazsız imam-hatip mektebi olmaz.

Vak’anüvis Lütfi Tarihinde

Sultan İkinci Mahmud Han’ın valilere irade göndererek, bütün

Müslüman halkın beş vakit namazı camilerde cemaatle kılmalarını emr ettiği yazılıdır.

Sultan Abdülhamid-i Sânî namaza çok önem verirdi. Hem kendisi kılar, hem de halka kıldırırdı.

Sultan Reşad, Harem-i Hümayun’da muallimelik= öğretmenlik yapan

Safiye

(Ünüvar)

Hanımı «huzuruna çağırtmış,

“Hoca Hanım, Harem kapısına: ‘Beş vakit namazı kılmayanlara tuzum ve ekmeğim haram olsun! Sultan Reşad» yazılı bir levha astır.”

demiş.

Resulullah Efendimizin

(salât ve selâm olsun ona)

namaz konusunda ısrarlı emirleri,

namazı terk edenler hakkında da ağır tehdit ve uyarıları vardır.

Başta imam-hatipliler olmak üzere bütün çocuklarımıza beş vakit namazı sevdirmeli ve kıldırmayız.

İslâm dini

canım isterse kılarım, istemezse kılmam

demeyi kabul etmez.

Müslümanlar namazı yitirir ve şehvetlerine uyarlarsa

(dünya, para, lüks, konfor, gel keyfim gel, zevk u safa, gurur, kibir, aşırı tüketim şehvetlerine)

zillete düşerler, hürriyetlerini kaybederler, rezil rüsva olurlar.

Bülûğa ermiş oğullarına ve kızlarına namaz kıldırmayan anne ve babalar dinen suçludur ve evlatlarına kötülük etmektedir.

Antalya’da ve başka yerlerde yan yana cami, kilise ve sinagog yaptıran, nice kilise harabesini restore ettiren iktidarın, imam-hatip mekteplerine de,

bütün talebeyi içine alabilecek genişlikte camiler yaptırmasını istemek hakkımızdır.

İtiraz eden olursa İngiltere kolejlerinin kiliselerindeki sabah ayinlerini örnek gösteririm.

İmam-Hatip Son Sınıf Öğrencisine Açık Mektup

Sevgili ve değerli, fakat çoğunluğu harcanan imam-hatipli gençlere:

Selamdan sonra…

Affınıza ve hoşgörünüze sığınarak sizlere bazı sorular yöneltmek istiyorum:

Birinci Soru: Ehl-i Sünnet itikadına göre

Allahu Teala’nın on dört sıfatını sırasıyla sayınız.

İki:

Bütün Peygamberlerde bulunan beş sıfatı sayınız.

Üç: En az dört senedir Arapça okuduğunuza göre Türkçesi’ni verdiğim şu basit mektubu Arapça’ya tercüme ediniz:

“Aziz ve muhterem kardeşim…

Mektubunuzu aldım, teşekkür ediyorum. İnşallah sıhhat ve afiyettesinizdir. Bendeniz çok şükür iyiyim. Yakında Türkiye’ye geleceğinizi yazıyorsunuz. Bu haberiniz beni çok memnun etti. İştiyakla bekliyorum. Hüda’ya emanet olunuz. Selâm ve hürmetlerimle.”

(Çok kısa ve çok basit olduğu için bir tek Arapça gramer ve kelime hatası bile kabul edilmeyecektir.)

Dört: Kaç çeşit Kur’ân tefsiri vardır? Bunların hangisi muteber ve meşrudur, hangisine güvenilmez?

Beş: Ehl-i Sünnet’in itikatta iki imamı kimlerdir?

Altı: Şeriat kelime ve kavramının kısa bir tanımını yapınız.

Yedi: İmamet-i Kübra nedir? Müslümanların bir İmam-ı Kebir’e biat ve itaat etmelerinin hükmü nedir?

Sekiz: Selef-i Sâlihîn nedir? Bu konuda on beş satırlık bir kompozisyon yazınız.

Dokuz: Mü’minlerin oluşturduğu topluluğa Kur’ân ve Sünnet’te verilen ad nedir? Özellikleri nelerdir?

On: Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘an’i-l-münker nedir? Yirmi satırlık ciddi, derli toplu bilgi veriniz.

Aziz gençler! Siz dört sene dinî bir okulda okudunuz, yukarıdaki on sorunun her birine, doğru cevap verebilirseniz, bir not veriniz, yekûn on olsun.

Kendinizi imtihan ediniz, on üzerinden kaç not alacaksınız bakalım?

Bu sorular bir din okulunun son sınıf öğrencisi için pek kolay, pek basit, pek bilinen şeylerdir.

On üzerinden yedi alırsanız orta derecelisinizdir, notunuz beşe düşerse zayıftır, beşten aşağısı felaket ve rezalettir.

Sizleri zerrece suçlamıyorum. Eğitim sistemini ve rejimi suçluyorum.

Müslüman bir genç iyi bir metot ve yoğun bir eğitimle dört senede bırakın Arapça’yı, Çince’yi ve Japonca’yı bile öğrenebilir.

Dört sene Arapça oku ve yukarıda verdiğim basit metni Arapça’ya tercüme edeme. Olacak şey midir bu?..

Yukarıdaki on imtihan sorusu dışında bir soru daha yönelteyim:

Beş vakit namazla aranız nasıldır? Eğer hiç kılmıyorsanız, doğrusu çok üzülürüm.

Siz

Robert Koleji

öğrencisi değilsiniz ki, bilgisizlik mâzeretiniz olsun. Bir din okulunda tahsil görüyor ve sonra o dinin imandan sonra eylem ve ibadetle ilgili ikinci temel emrini yerine getirmiyorsunuz.

Bunda sizin yüzde kırk dokuz kabahatiniz vardır, suçun yüzde elli biri rejime, eğitim sistemine, idarecilerinize ve öğretmenlerinize aittir.

Bir sual daha:

Hiç camiye, cemaate gittiğiniz oluyor mu?

Ayda kaç kez sabah namazı kılmak için camiye gidiyorsunuz?

Bu yazıyı birinin yazması, bu soruları birinin yöneltmesi gerekiyordu. Bu iş bendenize kaldı. Belki de vehle-i ûlâda

(ilk anda)

bana darılacak, kırılacak, üzüleceksiniz.

Rica ediyorum: Sabırlı olun. Biraz düşünün bekleyin, öyle karar verin. Bu yazı faydalı ve hayırlı bir yazı mıdır, değil midir? Elinizi vicdanınıza koyun, öyle cevap verin.

Not:

Yazılarımı devamlı okumayanların belki haberleri yoktur… Sultan Abdülhamid-i Sânî zamanında Galatasaray Lisesi’nde (Galatasaray Sultanisi) vakit namazları bütün Müslüman öğrencilerin okul camiinde okulun resmi imamının ardında cemaatle kılması mecburi idi…

Diğer liselerde de böyleydi. Farz namazların şer’î bir özür olmaksızın tek başına kılınmasına cevaz verilmezdi… Bütün Osmanlı liselerinde icazetli, sarıklı ulema ve fukaha tarafından akaid, fıkıh, mâlumat-ı diniye dersleri verilirdi.

Galatasaray Lisesi din dersi hocalarından biri, Nimet’ül İslâm kitabının yazarı büyük âlim merhum

Hacı Mehmed Zihni Efendi idi…

Bilgilerinize…

Yeni Nesiller Birer Homodüzenus Olsun İstiyorlar.

Bence Müslümanlar bütün dikkatlerini, himmetlerini, yardımlarını, desteklerini, imam-hatip okullarına yönlendirmekle hata etmişlerdir.

Asıl önemli ve hayatî olan liselerdeki gençliğin imanının kurtulmasıdır.

Elimde imkân ve fırsat olsa

lise gençliğini

ele alırım.

“Hiç bırakırlar mı?”

Tabiî bırakmak istemezler, onlar engellemeye çalışacak, Müslümanlar bütün gayretleriyle hayırlı, faydalı hizmetler yapacaklar, dini tebliğ edecekler,

gençleri ve halkı imana, İslâm’a, Kur’ân’a çağıracaklar.

1970’li yılların sonuna doğru

“Liseli Genç”

isminde küçük bir dergi çıkartmıştım. Hayatın dağdağaları içinde devam ettiremedim. Yazılarımdan ötürü üç mahkûmiyetim vardı, hapse atıldım; Sağmalcılar, Gerede, Şile cezaevlerinde epey çile doldurdum…

Fransa’da Katolikler, lise gençliğine hitap eden renkli, bol sayfalı, meraklı yazı ve resimler ihtiva eden

(içeren)

dergiler çıkartırlar.

Bunların bazı sayıları elime geçtiği zaman merakla, zevkle, ilgiyle okurum. Türkiye Müslümanları lise öğrencileri için yazık ki, bu kalitede islâmî dergiler çıkartamıyor

Lise gençleri için çıkartılacak bir dergi, ilmihal kitabı gibi olmamalıdır.

Doğrudan doğruya dinden bahsedilmemeli; tarih, edebiyat, seyahat, ilmî icatlar, keşifler, yabancı ülkelerin tanıtılması, başka kültür ve medeniyetlerin anlatılması, sanat, mimarlık, şehircilik gibi konular işlenmelidir.

Bir ders kitabı gibi de olmamalıdır.

Halkımız ve gençlik okumuyor diyoruz.

Okumamanın suçu ve kabahati sırf okumayanlara ait değildir.

Okutamayanlar da suçludur.

Öyle kaliteli, öyle meraklı, öyle ilgi çekici, öyle cezbedici yazılar yazacak, resimler basacaksın ki gençler bunları koşa koşa gidip alacaklar, heyecanla okuyacaklar.

Derin Devletin eğitim sistemi döküm tezgâhı, torna makinesi gibidir.

Yeni nesillerin aynı ideolojiye gönül vermiş, pozitivist zihniyete sahip

birer homo düzenus, birer zombi ve robot olarak yetişmesini istiyorlar.

Çeşitlilikten, farklılıktan, hür düşünceden hoşlanmıyorlar.

Lise gençliğinin tamamını kurtarmak belki mümkün olmaz ama bir kısmını kurtarmak, aydınlatmak mümkündür. Lakin bizim kültürümüz, ahlâkımız, karakterimiz, kapasitemiz, himmetimiz buna el vermiyor.

Müslüman Gençler!

Sizin şu veya bu mezhebe, filan veya falan tarikata, A veya B cemaatine mensup olmanız sizi vasıflı, güçlü, üstün, mükerrem kılmaz. Güç ve üstünlük ilimle, irfanla, kültürle, ahlâkla, faziletle, hikmetle ve sanatla olur.

Siz, aptalca öğünmeleri, futbol kulübü tutar gibi hizip ve fırka fanatizmini bırakınız da yukarıda saydığım şeyleri elde etmeye bakınız. Bunları size bugünün eğitim sistemi veremez. Peki nereden bulup alacaksınız.

Kitap okumakla da olmaz. Büyükleriniz size ilim, irfan, kültür, hikmet, ahlâk, fazilet, sanat öğretmekle mükelleftir. Sizi robot, zombi, şartlı refleksli, fanatik yetiştirmek için çırpınan adamlar, size iyilik değil kötülük etmektedir.

“Bizim baronumuz, bizim hazretimiz şöyle büyüktür, böyle yücedir…”

gibi hezeyanların bir kıymeti yoktur. Gerçekten büyük, himmetli, yüce zatlar ise haydi sizi ilimli, irfanlı, kültürlü, hikmetli, ferasetli, fetanetli, sanatlı, edepli Müslümanlar olarak yetiştirsinler.

Gençler! Harcanmayınız, kendinizi harcatmayınız.!

İslâm’da kemmiyetten (sayı çokluğu, kantite) önce keyfiyet gelir. Kuru kalabalığın, molozluğun kıymeti yoktur. Bir tek güçlü, vasıflı, üstün, bilge, faziletli adam, bin molozdan daha üstündür…

Gençlerimizi Yetiştiremiyoruz!

Bir toplantıda iki genç yanıma gelip hal hatır soruyor. Büyük bir islâmî cemaate mensuplarmış. Biri üniversiteye devam ediyormuş, diğeri giriş imtihanlarına hazırlanıyormuş. Yârenlik esnasında soruyorum:

– Türkçe okuma yazma biliyor musunuz?


Şaşırıyorlar, sonunda bilmedikleri meydana çıkıyor. Türkiyeli bir aydın ve okumuş olabilmek için sadece latin harfleriyle okumak ve yazmak yetmez.

Bu millet edebî ve yazılı lisanını bin yıl boyunca İslâm-Kur’ân harfleriyle kaydetmiştir.

Gençlere başka bir sual yöneltiyorum:

– Evinizde şahsî kütüphaneniz var mı? Varsa kaç kitaba sahipsiniz?

Samimiyetle

“Kütüphanemiz yok”

cevabını veriyorlar. Birinin on beş kadar kitabı varmış.

Büyük islâmî cemaatler maalesef kendilerine bağlı gençleri iyi yetiştiremiyorlar.

1. Yüksek tahsil yapan, ileride bu ülkenin aydın, okumuş, diplomalı sınıfının bir parçasını teşkil edecek olan dindar, inançlı gençlerin mutlaka

edebî-yazılı Türkçeyi

bilmeleri gerekir.

Bu da Osmanlıcayı bilmekle olur.

Osmanlıca iki şekilde bilinir:

Birincisi; İslâm-Kur’ân yazısıyla okuyabilmek. İkincisi; zengin Türkçede mevcut olan binlerce, hatta on binlerce kelimeyi ve terimi bilmek.

2.

Yüksek tahsil gençlerinin kendi özel kütüphanelerini kurmaya başlamaları gerekir.

Rastgele kitap toplamakla kütüphane kurulmaz. Kütüphanede,

lügat

(sözlük),

ansiklopedi

gibi kaynak kitaplar olacak; tarihe

, edebiyata, din kültürüne, sanata ait eserler

bulunacaktır. Üniversiteyi bitirmiş

bir gencin en az bin kitaplık bir kütüphanesi

bulunmalıdır.

Bir münevver veya adayı için

kitap ve kütüphane

yeme içme, giyim, barınma ve para kadar önemlidir.

3.

Bazı büyük dinî cemaatler, kendilerine bağlı gençleri hür Müslümanlar olarak değil, robot, zombi ve şartlı refleksli mahlûklar olarak yetiştiriyor.

“Kitap okuma bozulursun… Bizden olmayan, başka meşreblere mensup Müslümanlarla görüşme bozulursun…”

Zihniyet budur ve bu çok kötü bir zihniyettir.

4. Bazı büyük cemaatler kendilerine mensup gençleri kasıtlı olarak cahil bırakıyor.

“Hazretimize bağlan, başka bir şeye karışma…”

Bu kafa ve zihniyetle aydın Müslüman yetişmez. Müslüman gençlere

sanat kültürü

verilmiyor. Üniversite son sınıfa gelmiş, beş vakit namaz kılan gence soruyorum:

“Hilye ne demektir?”

Şaşkın şaşkın bakıyor. Hilyenin ne olduğunu hiç duymamış.

5.

Lâik, çağdaş, dinsiz, resmî ideoloji cephesi yarı aydınlar yetiştiriyor.

Onların aydınları ne millî kimliği ve kültürü biliyor ne çağdaş seviyede genel kültürleri var.

Maalesef Müslüman cephede de birtakım büyük cemaatler, hizipler, gruplar, tarikatlar yarı aydın Müslüman yetiştiriyor.

Mimarlık hakkında hiçbir sağlam bilgisi ve kültürü yok.

Sülüs yazı ile tâlik yazı nedir bilmiyor. Türk evi ne demektir, nasıl olur, haberi yok. Beş vakit namaz kıldığı halde namazın vaciplerini say deseniz sayamaz. Bırakın namazın vaciplerini, Allah’ın sıfatlarını bile öğrenmemiştir.

Az da olsa sosyoloji, felsefe, antropoloji, hukuk kültürü yoktur… Bildikleri mi? Onun hocası çok yüksekmiş, öteki hocaların kıymeti yokmuş(!) Onun tarikatı veya hizbi hakmış, ötekiler berbatmış(!) Zavallının kafasında İslâmî çeşitlilik hakkında ufacık bir bilgi bile yoktur.

Gripin tarifesi kadar küçük, ucuz kolay bir kurtuluş reçetesi…

Bol bol gurur, kibir, kendini ve cemaatini beğenme… Fransızların

“imbecile heureux”

dedikleri mutlu salaklar…

İyi yetiştirilmeyen; bilgi, aksiyon (ahlâk) ve estetik boyutları geliştirilmeyen; vasıflı, güçlü ve üstün Türkiyeliler hâline getirilmeyen gençlerin vebali, bağlı bulundukları cemaatlere, din baronlarına aittir.

“Bize bağlı gençler pırlanta gibidir!”

demekle iş bitmiyor. İslâm’ın, Türkiye’nin ham pırlantaya ihtiyacı yoktur. Bu ülke, bu din, bu dâva adam istiyor, beyin istiyor.

Efendi hazretlerine veya din baronuna tam bir teslimiyetle bağlıymış. Şeyhini zamanın gavsi, kutbu, yegânesi sanıyormuş. O, öl dese ölürmüş. Cemaati, tarikatı, hizbi için her fedakarlığı yaparmış…

Bu gibi, kendilerinden menkul kerametlerin kıymet-i harbiyesi yoktur.

Tenkit ettin mi, münafık ve bozguncu damgasını yersin. Çünkü hazretler, doğru da olsa tenkitlerden nefret ederler; yalan da olsa övgülere ve pohpohlanmalara bayılırlar.

Elli senedir bu memlekette, dine hizmet etmeleri için milyonlarca hafız, hoca, mürid, ilahiyatçı, yüksek tahsilli , okumuş kimse yetiştirildi ama hâlâ birinci ligde gazete çıkartacak, televizyon kuracak uzmanlarımız yok.

Kaç tane büyük eğitimcimiz, büyük medyacımız, büyük hukukçumuz, büyük mimarımız, büyük edibimiz, büyük tarihçimiz, büyük aydınımız var?

Eserleri İngilizce, Fransızca, Almanca gibi Batı dillerine çevrilen kaç yazarımız var?

Bin dört yüz yıllık İslâm tarihi boyunca, hâfız yetiştirerek hayata hâkim olmuş bir Müslüman topluluk var mıdır?

Beş yüzden fazla betonarme imam-hatip mektebi yaptırıp resmî ideolojili sisteme teslim ettik:

“Biz betonarme binayı yaptık, siz de buralarda İslâm’a hizmet edecek aydınlar yetiştiriniz!”

dedik. Sonunda bu hallere düştük.

Müslümanların hem kendilerine, hem dine, hem de ülkeye hizmet edebilmek için gerçek aydınlara, büyük beyinlere ihtiyacı vardır. Bunlar lafla, cemaat militanlığıyla, futbol kulübü tutar gibi tarikatçılık yapmakla, olmayacak duâlara âmin demekle yetişmez.

Galatasaray Lisesi Hakkında Hayırlı Dilek ve Temennilerim

Öncelikle Galatasaray Lisesinin, sonra olabildiğince öteki liselerimizin;

İngiltere’deki Eton Koleji ayarında, seviyesinde, çok vasıflı, çok güçlü, dünya çapında liseler olmasını

candan arzu eden bir vatandaşım.

On iki yıl boyunca

(1939-52)

Galatasaray’da okudum, çok feyz aldım, ona çok şey borçluyum.

Okulumun iyi olmasını, yücelmesini, eğitimde ahlâk ve karakter terbiyesinde dünya birincisi olmasını istememden daha tabiî ne olabilir?

Böyle bir temenniye karşı çıkacak bir tek Galatasaraylı, bir tek iyi niyetli vatandaş olabileceğini, çıkabileceğini sanmam.

Olabilir (mümkün) istek ve temennilerin sınırı yoktur. Okulumun Türkiye birincisi değil, dünya birincisi olmasını istiyorum. Bu mümkündür. Yeter ki imkânlar bulunsun.

Arşimed

, “Bana uygun bir istinat noktası ve manivelâ sağlayın, dünyayı yerinden oynatabilirim.”

demiş.

Bu konuda yazacaklarım, öteki liselerimiz için de örnek olabilir, onları sevenlere de yol gösterebilir. Bütün liselerimiz,

dünyanın ilk on lisesi listesine

girebilmek için müsabaka (yarışma) yapmalıdır.

Yapılması gereken şeyler ve işler nelerdir?

Birincisi:

1868’de, devletimizi misyoner okullarına karşı ayakta tutacak, olumlu ve güçlü elemanlar yetiştirmek için kurulmuş olan

Galatasaray ülkenin dominant

(hâkim)

dini, millî kimlik ve kültürümüzün ana faktörü olan İslâm ile barışacaktır.

İngiltere’de Eton Koleji nasıl Hıristiyanlık ile barışık ise…

Diğer dinlere de saygılı olacaktır.

Sultan Abdülhamid-i Sânî

zamanında Galatasaray Lisesi’nde (1908’e kadar) namaz vakti gelince mubassırlar Fransızca

A la mosquée!..”

diye bağırarak öğrencileri camiye götürürlermiş. İngiltere’de bugün aynı uygulama Hristiyanlık modeliyle var. Bundan tabiî ne olabilir?

İkincisi:

Bugünkü

çağdışı ideolojik eğitim

sistemi ile

Galatasaray ümit ve temenni ettiğim yüksek seviyeye

çakamaz.

Üçüncüsü:

Dünyanın, Türk dünyasının, Türkiye’nin en değerli eğitimcilerinden, öğretmenlerinden oluşan bir idare ve tedris (öğretmenler) kadrosu kurulacaktır. Okula hiçbir moloz eleman alınmayacaktır.

Dördüncüsü:

Okul Farmasonların, militan ateistlerin, sekter zihniyetlerin, resmî ideolojinin, egemen azınlıkların, holdinglerin, kriptoların, vesayetçilerin, global kapitalistlerin at oynattıkları, kurumu tekellerine aldıkları bir zemin olmayacaktır.

Beşincisi:

Okul, evrensel bilgelik kurallarına göre idare edilecek, eğitim verecektir.

Altıncısı:

Çok yüksek seviyede bilgi ve kültür verilecektir.

Yedincisi:

Galatasaray Lisesinin edebiyat, tarih, beşerî ve iktisadî coğrafya, felsefe, sanat kültürü eğitiminde dünyada birinci olacaktır.

Sekizincisi:

Galatasaray Lisesi son sınıf öğrencileri ve mezunları Türk edebiyatını Türkologlardan daha iyi bilecektir.

Dokuzuncusu:

Bilgi ve kültürün yanında çok güçlü bir ahlâk ve karakter terbiyesi verilecektir. Öğrenciler doğrulukta, dürüstlükte, adalet ve insafta, efendilikte, kibarlıkta, nezakette, mürüvvette, insan severlikte, yardım severlikte ve centilmenlikte dünyaya örnek olacaklardır.

Onuncusu:

Bilgi ve kültürden, ahlâk ve karakter terbiyesinden sonra, üçüncü olarak Galatasaray öğrencilerine yüksek sanat, estetik, güzellik kültürü aşılanacak ve kazandırılacaktır. İleride mimar olacak bir Galatasaraylının çirkin bina yapma ihtimali kalmayacaktır.

On birincisi:

Okuldan ileride Türkiye’ye, Türk dünyasına, İslâm âlemine ve bütün insanlığa hizmet edecek idealist, güçlü insanlar yetişecektir.

On ikincisi:

Galatasaray’ın bütün öğrencileri küçük beyefendiler olacaktır.

On üçüncüsü:

Galatasaray’ın bu seviyeye çıkabilmesi için Eton Kolejinde müdürlük yapmış bir kimse, okula

ders nazırı

olarak tayin edilecektir

Eton Koleji İngiltere’ye 19 başbakan kazandırmış…

Bunu da unutmayalım.

Galatasaray İslâm ile millî kültür ve kimlik ile barışmadan anlattığım yüksekliklere çıkamaz, uçamaz.

Galatasaray Farmasonların, ateistlerin, Kriptoların, ahtapot holdinglerin, fosil bir ideolojinin fideliği olmaktan çıkartılmalıdır

. Onlar Galatasaray’a hizmet etmiyor, ayak kösteği ve yük oluyor, Galtasaray’ı kullanıyor.

Galatasaray Lisesi hakkındaki bu istek ve temennilerimin hangisi kötüdür?

Bendeniz dindarmışım, okulu ele geçirmek istiyormuşum… Bırakın bu geri zekâlılıkları, paranoyakça kuruntuları…

Sıradan bir Müslümanım, okulu ele geçirmek gibi aptalca bir düşüncem de yoktur.

Okulun yükselmesini istemek başka, ele geçirmek için çalışmak başkadır.

Bu safsatayı, okulu ellerine geçirmişler veya geçirmek isteyenler çıkartıyor.

Dinsizin, İslâm düşmanının Galatasaray konusunda sözü olacak, okulda hükmü geçecek, Müslüman olduğum için benim olmayacak (!) Bu ne garip ayırımdır?

Tekelci beyler!..

Bu fakir gibi kıdemli ve iyi niyetli bir Galatasaraylıya kulak vermenizde hayır vardır.

Okulun yükselmesini arzulayan bütün iyi niyetli Galatasaraylılara hürmetlerimi sunuyorum.

Galatasaraylı Müslüman Öğrenciler!

Değerli Galatasaray Liseli Gençler,

Bendeniz Galatasaray’a 1940’ta yedi yaşında iken girdim, 1952’de 19 yaşında iken diploma aldım.

O tarihlerde lise diploması almak için “Bitirme imtihanı” vermek gerekirdi.

Üniversiteye gidebilmek için bir de

“bakalorya yahut olgunluk”

sınavına girilirdi. Bugünkü gibi dershaneler falan yoktu.

Lise vardı, lise tahsili vardı. Bugün Galatasaray okulunda 12 sene okumak mümkün değildir. Bu bakımdan

kıdemli ve imtiyazlı bir Galatasaraylı

sayılırım.

İzin verirseniz sizlere -haddim olmadığı hâlde- bazı nasihatler vermek, uyarılarda bulunmak istiyorum. Bu öğüt ve uyarılarım Müslüman Galatasaraylılar içindir.

Birinci olarak şu gerçek bilinmelidir ki

1868’de Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi Osmanlı İmparatorluğuna, onun Müslüman unsurlarına, Din-i İslâm’a hizmet edecek kültürlü ve ahlâklı gençler yetiştirmek için kurulmuştur.

Galatasaray’dan birkaç sene önce, Amerikan misyonerleri (Hamlin ve şürekâsı), Osmanlı devletini yıkmak, Hilafeti çökertmek, Hıristiyan unsurları bağımsızlaştırmak için

Robert College’i açmışlardı.

Devlet, buna karşı önce Paris’te bir

“Ecole Impériale Ottoman”

açmış, orada bir okul idare edip yürütmenin çok zor olduğu görülünce, İstanbul’daki mevcut okul faaliyete geçmiştir.

Galatasaraylı üstadlarımızdan merhum

Ziyad Ebüzziya

Bey, liseyle ilgili dev eserinde Sultan Abdülhamid-i Sânî’nin tahttan indirilişine kadar okulda bütün Müslüman öğrencilerin öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını, konferans salonunun altındaki büyük mescid’de, resmî imamın arkasında cemaatle kılmak mecburiyetinde olduklarını yazar.

Benim Beyoğlu’ndaki (daha önce beş sene Ortaköy’deki ilk mektep kısmında okumuştum) yedi senelik öğrencilik zamanımda bu mescid duruyordu.

Kapısının üzerinde “Debboy”

(Depo)

yazılı bir tabela vardı.

Sonra depoluktan çıkardılar, kapalı spor salonu yaptılardı.

Çiniyle kaplı bir mihrabı ve duvarında Hulefa-i Râşidîn levhálârı vardı.

Daha sonra mihrabı yıkmışlar, levhaları kırmışlar diye duydum, üzüldüm.

Galatasaray için Batı’ya açılmış bir penceredir denir.

Doğrudur ama Batı’ya açılmaktan maksat İslâm’a, millî kimliğe yüz çevirmek değildir. İslâm’a bağlı kalarak, İslâmî kimliği sımsıkı koruyarak Batı kültürüne açılmaktır.

Galatasaray’da günlük namazları kılmak mecburiyeti 1909’da kaldırılmış ama mescid kapatılmamıştı.

1924’te bu mescid tamamen kapatılmış ve namaz kılmak da açıkça olmasa bile örtülü bir şekilde yasaklanmıştı.

Ülkemizi bir Yahudi sömürgesi hâline getiren Avdetîler,

Galatasaray’ı da bozmuşlar, kuruluş amacına aykırı bir hale sokmuşlardır. Yıllardan beri Galatasaray’da dindar olmak sanki bir suçtur.

Galatasaray, bir ara Türkiye’nin Eton’u idi. Öğrencilerine hem bilgi ve kültür hem de ahlâk ve karakter terbiyesi veriyordu.

Şimdi sizlere, Galatasaray’ın Müslüman öğrencilerine bir soru yöneltmek istiyorum: “

Okulun verdiği bilgi ve kültür seviyesinden, ahlâk ve karakter terbiyesinden memnun musunuz?”

Yine soruyorum: Sizler, Türkiye’nin en ünlü ve köklü okulunun gençleri olarak, “

Atalarımızın mezar taşlarını okuyabiliyor musunuz?”

Büyük Britanya okullarının

şapelleri

(özel kiliseleri) vardır ve oralarda, 1944’ten bu yana, derslere başlamadan önce öğrencilerin tamamı ibadet etmek zorundadır.

Galatasaray’ın mescidi niçin kapatılmıştır?

Namaz mecburî olmasa da kendi arzu ve istekleriyle kılan dindar öğrencilere hizmet veremez miydi bu mekân?

Bine yakın öğrenci içinde birkaç genç namaz kılıyorsa, şu anda nerede kılmaktadır? Hayır, beni yanlış anlamayın, sizlere din propagandası yapmıyorum. Zaten yazımın iki yerinde

“Galatasaray’ın Müslüman öğrencileri”

dedim.

Varsa (ki olduğunu tahmin ederim) namaz kılan Galatasaraylılara sesleniyorum. Öncelikle kendilerini tebrik ederim. Müslüman olup da henüz namaz kılmayanlar varsa, onlara da göstermemek, gizliliğe dikkat etmek şartıyla namaza başlamalarını tavsiye ederim.

Ülkemizde, Müslümanların kafalarını karıştırmak, onları bin türlü hizbe ve fırkaya ayırmak için bâtıl ve bid’at cereyanlar çıkartılmıştır.

Galatasaraylı dindar gençler bunlara kapılmamalıdır. Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisinde kalmalıdır.

Galatasaraylı gençlere Osmanlıca öğrenmelerini de tavsiye ediyorum.

Lisenin bugünkü bilgi ve kültür seviyesi kesinlikle yeterli değildir.

Edebiyat, tarih, psikoloji, mantık, ahlâk (felsefenin bir dalı), estetik, metafizik konusunda mutlaka özel ve paralel dersler alsınlar. Kendilerini, bütün sapık ideolojilerden uzak durmaları konusunda uyarırım.

İyi ve vasıflı bir Galatasaraylı ne demektir?

İyi insan demektir, İyi Türkiyeli demektir, İyi Müslüman demektir…

Galatasaraylı Müslüman gençlere, kendilerini bozmak, dinsiz yapmak isteyen

Avdetîlerin ve Benzetilmişlerin tuzaklarına düşmemelerini

de önemle tavsiye ederim.

Galatasaray mektebinden feyz almış bir Türkiyeli olarak, bir hizmet niyet ve amacıyla bu satırları yazmış bulunuyorum. Başka bir gayem ve hesabım yoktur.

Namaz Kılan Galatasaray Öğrencisine Açık Mektup

Galatasaray Lisesinde okuduğunuzu ve namaz kıldığınızı öğrendim, memnun oldum, tebrik ediyorum. Bazıları size takılıyor; softa, molla, gerici diyormuş. Hiç aldırmayın. Asıl Galatasaraylı sizsiniz.

Çünkü

“Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi”

Amerikan misyonerlerinin

Robert Kolejine mukabil İslâmîyet’i ve Osmanlılığı yüceltmek maksadıyla kurulmuştur.

Sultan Abdülhamid Han zamanında okulun camiinde vakit namazı bütün Müslüman öğrenciler, devletin tayin etmiş olduğu resmî imamın arkasında cemaatle kılarlardı.

1923’te kurulan İslâm Cumhuriyeti’nin (Anayasasının) ikinci maddesinde

“Devletin dini İslâm dinidir.”

yazılıydı. Cumhuriyetin ilânında namaz mecburiyetine eskisi kadar dikkat edilmemekle birlikte cami açıktı, imam vardı ve yine cemaatle namaz kılınıyordu.

1924’ten sonraki dinsizlik furyası içinde ne cami ne imam ne namaz kaldı! Galatasaray Lisesinde büyük bir kopukluk meydana geldi.

Siz kopukluğu değil devamlılığı temsil ediyorsunuz. Bu yüzden tebrike layıksınız.

Şu hususu da dikkatinize sunmak istiyorum,

Birleşik Krallık’

ın (UK, İngiltere) en büyük parçasını teşkil eden

Büyük Britanya’da

1944’ten bu yana bütün kolej ve liselerde sabahleyin derslere başlanmadan önce okulun şapelinde ayin ve ibadet yapılır.

Size bazıları müstehziyane (alaycı) bir tebessümle

“Evet, eskiden Galatasaray’da namaz kılmak mecburiymiş ama bazıları abdestsiz kılarmış!”

diyeceklerdir; onu da anlatayım: Okulda, dıştan Müslüman görünen asıl kimlikleriyse

Sabataycılık

olan bazı Dönme çocukları abdestsiz namaz kılmış olabilirler. Gerçek Müslüman gençler böyle bir şey yapmazlardı.

İzin verirseniz size bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum:

1. Edebi yazılı kültür Türkçesini mükemmel şekilde öğreniniz. 1928’den önce yazılmış ve basılmış Türkçe kitapları kolayca ve rahatça okuyabilmelisiniz.

2. Lisanımız ideolojik rejim terörüyle son derece bozulmuş ve yozlaşmıştır. 1920’lerin zengin Türkçesini okuyup anlayabilmelisiniz.

3. Fransızcanız güçlü ve sağlam olmalıdır. Ufak tefek üslûp hatalarınız olabilir ama Fransızca kültür metinleri yazabilmelisiniz.

4. İslâmî kültürünüz ve genel kültürünüz de olmalı.

5. Geleneksel sanatımızın tarih ve kültürüne vakıf olmalısınız.

6. Burası çok önemlidir: Yüksek ahlâk ve karaktere sahip olmanız gerekir. Öyle ki size gerici ve tutucu diyenler doğruluğunuzu, dürüstlüğünüzü, iyiliğinizi, efendiliğinizi kabul etmek zorunda kalsınlar.

7. İslâmî konularda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dairesi içinde bulunmanız; her türlü reformculuktan ve dini tahrif ve tahrip cereyanından uzak durmanız gerekir.

8. Faydalı kitaplarla aranız nasıl? İnşallah kitap meraklısı bir gençsinizdir. Özel kütüphanenizde kaç kitabınız var?

Bendeniz Galatasaray’da okurken lise birden son sınıfa kadar müze kütüphanenin anahtarına sahiptim. Etüdlerde orada keyfimce ders çalışır, daha ziyade kitap okurdum.

Osmanlıca öğrenmeye o zaman başlamıştım.

O kütüphanede geçirdiğim yıllar benim için çok istifadeli oldu. Faydalı bir kitap çok iyi bir arkadaştır. Açar okursun, kapattığın zaman kitabın çenesi de kapanmış olur.

Balık Pazarı Aslı Han’daki sahaf dükkânlarına gidiyor musunuz? İnşallah harçlığınız kitap almaya, özel kütüphane kurmaya yeterlidir.

Bir hususu daha arz etmek istiyorum:

Geniş, kucaklayıcı bir Müslüman olunuz; cemaat, grup, sekt holiganlığına, militanlığına, fanatizmine sakın saplanmayınız.

Müslümanlar olumlu çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik oluştururlar.

“Bizden olan Müslümanlar”

ve

“öteki Müslümanlar”

gibi ayırımlar yapmayınız.

Bütün Müslümanlar, iyi Müslüman olsunlar kötü Müslüman olsunlar kardeştir. Futbol kulübü tutar gibi cemaat ve parça fanatizmi ve holiganlığı sergilemek Müslümanlığa yakışmaz. Ö

lçü şu olmalıdır:

“Benim şeyhim çok muhterem bir kimsedir fakat öteki şeyhlere de çok hürmet ederim.”

Size hayırlı başarılar diliyorum. İnşallah ileride iyi bir insan, iyi bir Müslüman ve iyi bir Türkiyeli olursunuz. Selamlarımla.

Galatasaray Lisesinin Camii***

İnternette, Galatasaray Lisesi camiinin eski bir fotoğrafını buldum.

(forumkapsam.com/Galatasaray lisesi camii).

Bendeniz beş sene Galatasaray’ın Ortaköy’deki ilk kısmında okuduktan sonra 1945’te Beyoğlu’ndaki orta ve lise kısmına geçmiş ve orada da yedi sene tahsil gördükten sonra 1952’de mezun olmuştum.

Lisenin büyük konferans salonunun altında, kapısında Debboy=Depo yazan büyük mekân eski camiydi.

Son sınıfta iken bu

depo boşaltılmış, voleybol salonu yapılmıştı.

O zaman girip bakmıştım.

Çini mihrap ve duvarlardaki yine çiniden ism-i Celal, ism-i Nebi ve Hulefa-i Râşidîn levhálârı duruyordu.

Fotoğrafta görünen

minber

yoktu…

Galatasaray Sultanisinde, açıldığı 1868 senesinden itibaren okulun Müslüman öğrencileri için beş vakit namaz kılmak mecburî idi.

Devlet okula resmî bir imam tayin ederdi ve bütün Müslüman talebeler hep birlikte camide toplanırlar ve imamın ardında cemaatle namaz kılarlardı.

Merhum gazeteci üstad

Ziyad Ebüzziya

( 1911-1994) beyefendi

Galatasaray Tarihçesi

adlı kitabında bu konuda mufassal=ayrıntılı bilgi vermektedir.

Sultan İkinci Abdülhamid Han hazretleri tahttan indirilince namazda biraz gevşeme olmuştu ama 1924’de kadar okulun camii açık kalmış

ve kadrolu resmî imamı bulunmuştu.

1924’te, iki sene önce Büyük Millet Meclisi tarafından tayin edilen son Halife Abdülmecid Efendi ve Hanedan-ı Âl-i Osman yurttan sürülmüş, din hürriyetine, millî kimliğe, insan haklarına, millî kültüre, hukuka aykırı birtakım baskılar ve zorlamalar yapılmış, hattâ zalimane idamlar, sürgünler olmuştur.

Sultan Abdülhamid zamanında Galatasaray Sultanisinin bütün Müslüman talebelerinin namaz kılması

zamanımızda bazılarını rahatsız ediyor ve şöyle diyorlar:

Evet namaz mecburî idi ama bazı öğrenciler abdestsiz namaz kılıyordu…

Bu dedikleri doğrudur, lakin bu abdestsiz namaz kılanların büyük kısmı

Müslüman değildi.

Onlar,

dıştan Müslüman görünen ama içten Yahudiliğin Sabataycılar sektine mensup bulunan Avdetîler veya Dönmelerdi.

Bugün Galatasarayda beş vakit namaz kılan dindar öğrenci var mıdır?

Bir rivayete göre bin kişiye yakın öğrenci içinde beş kişi varmış, onlar da, okulda namaz kılacak küçücük de olsa bir yer bulunmadığı için zorlukla ibadet ediyormuş.

Nereden nereye!… Bundan yüz sene önce okulun beş yüz kişilik camii dolu olarak, resmî imamın ardında bütün Müslüman öğrenciler, birlikte namaz kılıyor, bugün ise namaz kılınacak küçük bir odaya sahip olmayan beş dindar çocuğumuz var…

Şimdi birileri irtica, lâiklik, lisede mescid mi olurmuş diye yaygara kopartacaklar. Lütfen sakin olsunlar, medenî olsunlar, toleranslı olsunlar ve bendenizi dinlesinler:

İngilterenin büyük kısmında 1944’te çıkartılan bir kanunla, bütün liselerde, dersler başlamadan önce her sabah lisenin kilisesinde ayin ve ibadet etmek mecburidir. Bundan muaf olabilmek için velilerin yazılı müracaatı gerekmektedir.

Galatasaray Sultanisi, İngilterenin 1440’ta kurulmuş olan Eton kolejine benziyordu.

Eton koleji, muazzam kilisesiyle aynen ayakta duruyor ama bizim Galatasarayın camisi spor salonu yapılmış… (

Eton kolejini de, Osmanlının Enderun Mektebine benzetebiliriz…)

Eton kolejinin kilisesi

spor salonu yapılsın diyen biri çıksa ona öfkeyle ve tahkirle gülmezler mi?

Galatasaray Lisesi müdürü

(müdiresi)

hanımefendiden rica ediyorum: Bütün okullarda olduğu gibi

Galatasarayda da mecburî din dersi okutulmaktadır.

Namaz kılan birkaç dindar çocuğumuza küçük ve mütevazı da olsa, bir mescid açmak bir insanlık borcudur.

Şu hususu da belirtmek isterim ki, Galatasaray’a birtakım fanatik, militan, holigan sektlerin sızmasını istemem.

Birtakım agresif dinsizlerin, iki kimliklilerin okula hakim olmasından ve terör estirmesinden de elbette bir Müslüman olarak hoşlanmam.

Dindar Galatasaraylıların bilgide, ilim ve irfanda, ahlâk ve fazilette, efendilik ve nezakette, centilmenlikte, hayırlı hizmetlerde yarışmalarını ve başarılı olmalarını arzularım.

Konya’da Mevlâna Celaleddin Rûmî İslâm Mektebi’ni ziyaret

(Hayat-ı Muhayyel Sahneleri)

Konya’da

“Mevlâna Celaleddin Rûmî İslâm Mektebi”

nin ana kapısından içeriye giriyorum.

Versailles Sarayı

bahçelerini aratmayacak ağaçlar, çiçekler, güller, havuzlar, selsebiller…

Ana kapıdan binaya giriyorum. Zemini antik terracota ile kaplı merasim salonu, karşıda çiniden bir pano: Mevlâna Hazretlerinin “Men bende-i Kur’ân’em eger can darem… / Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtar’em…” kıtası nefis bir tâlik ile yazılmış.

Bu salon rasgele bir mektep girişi değil, sanki bir müze. Vitrinlerde eski eserlerin orijinalleri veya replikaları yer alıyor. Üst kata çifte merasim merdiveniyle çıkılıyor, duvarlarda harika görsel malzeme…

Müdür beyin sekreteri beni birkaç dakika beklettikten sonra hazretin bürosuna alıyor. Kapıdan içeriye girer girmez gözlerim kamaşıyor…

Dost başa bakarmış, önce tavanlar beni büyülüyor. İşlemeli, dillere destan ahşap bir tavan… Sanki semâyı seyrediyorum… Kevkebler, kehkeşanlar, Süreyyalar, Âfitablar, Kamerler…

Eski Selçuklu, Osmanlı işi avizeler, duvarlarda tarihi canlandıran yağlı boya tablolar, gravürler, maun ve akaju ağacından kütüphane ve vitrinlerde maroken ciltli kitaplar, el sanatı ürünleri… Toprak ve madenî eşyalar…

Burada ne kokuyor? Hah bildim. Ruhaniyet, tarih ve sanatla karışık ûd kokusu bu.

Yerlerde kıymetli halılar, koltuklar, kanepeler, sehpalar, bir köşede 12 kişilik toplantı masası, üzerindeki kokulu güller her gün değiştiriliyormuş.

Size müdür beyden bahsedeceğim ama önce yazı bürosunu anlatmadan bunu yapamam. Büro başlı başına bir şaheser.

Yıldız’da Sultan Abdülhamid’in yaptığı bir yazıhane imiş. Binbir araştırma ve masraf ile satın alınıp buraya konulmuş.

Ön tarafında gümüş ve porselen harika bir hokka takımı, bir kenarında Sevr işi bir abajur. Dekoratif bir telefon. Bu masanın üzerinde adî, sıradan, bayağı hiçbir şey yok.

Dosyalar bile el yapımı Konya ebrusu kaplı. Müdürün arkasında Hz. Mevlâna’nın “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol…” öğüdü nefis bir çini pano halinde asılı.

Bu girizgâhtan sonra Müdür beyi anlatabilirim. Müdür bey,

Osmanlıca Türkçesini, edebi Farsça’yı, Arapça’yı, İngilizce’yi anadili gibi konuşan

bir zat. Mısır’da, İngiltere’de basılmış ilmî ve edebî kitaplar sahibi. Ayrıca

hattat ve neyzen.

Selâmdan, istifsar-ı hatırdan sonra çaylarımız geliyor. Tekke işi haydari giymiş son derece müeddeb, kibar, nazik bir genç,

çay ile tarçınlı kurabiye

getiriyor.

Bardaklar kesme kristal, tabakları el işi Japon malı, kaşıklar bile birer şaheser. Çay Çin, Hint, Seylan karışımı imiş. Kurabiye de ömrüm boyunca yediklerimin en nefis ve lezizi idi.

Okulu gezmeye başladık. Önce, Türkçe Edebiyat dersine girdik. Koca Ragıb Paşa’yı okuyorlarmış. Hocanın masasında

Ragıp Paşa Divanı

duruyordu, bize verdi:

“Efendim buyurunuz, herhangi bir sahifesini açıp çocuğumuza veriniz. Okusun, metin şerhi yapsın” dedi.

Bana en yakın sarışın, zayıf, nahif çocuğa verdim. Hiç tereddüt etmeden, bocalayıp kekelemeden, fasih bir Türkçe ile aruz kurallarına dikkat ederek okudu, veznini söyledi ve metin şerhine başladı. Nerede edebî bir sanat varsa, biliyor, anlıyor ve anlatıyordu.

Doğrusu bu başarıdan büyük haz ve zevk aldım. İşte, Türk Edebiyatı böyle okutulmalıydı.

Müdür bey, Arapça dersi verilen bir sınıfa götürdü. Harirî’den bir metin okuyorlarmış. Hoca efendi, seçimini bize bırakarak öğrencileri kontrol ve imtihan etmemizi arzuladı. Orada da hayran kaldık.

İşte Arapça böyle öğretilirdi. Çocuklar, kendi aralarında Arapça konuşuyor, birbirlerine Arapça mektuplar yazabiliyormuş. Hattâ çok istidatlı gençlerden biri

16 sayfalık Arapça bir broşür

yazmış ve yayınlanmış. Bir nüshasını bana hediye ettiler.

Girdiğimiz üçüncü dershanede

Hüsn-i Hat dersi

vardı. Öğrenciler, kamış kalemlerle aherli kâğıtların üzerine hat meşk ediyordu. Duvardaki zerendut

“men câle nâle”

levhası yüzümüze gülüyor, ruhumuzu güneş gibi aydınlatıp ısıtıyordu. Okulun Hüsn-i Hat öğretmeni yazmış.

Oradan da hayran, memnun, mahzuz, mes’ud ve mesrur ayrıldım.

Mektepte sanat atölyeleri de varmış.

Onlardan birini gezdik. Çocuklar geleneksel metotlarla

el yapımı kâğıt

üretiyorlardı. Yurt dışından bile sipariş almışlar…

Öğle yemeği vakti gelmişti. Müdür beyefendi ısrarla yemeğe kalmamızı istedi. Yemekhaneye geçtik. Bu müstesna mektebin yemekhanesi de bir âlemdi. Masalar, tabaklar, sürahiler, ekmek sepetleri, her şey güzel ve zarifti. Peygamber

(Salât ve selam olsun ona)

sünnetinin sınırlarını çiğnememek için lüks yemekler vermiyorlarmış. Doymayanlar, ekmeği biraz fazla yesinler…

O günkü menüde ismini yeni öğrendiğim bir Konya çorbası, üzerinde bir miktar kızarmış tavuk bulunan Özbek pilavı ve erik hoşafı vardı. Ve yanında salata… Yemeğe besmeleyle başlandı. Sonunda kısa bir duâ edildi.

Öğle namazına 15 dakika kalmıştı. Öğrenciler abdest tazelediler.

(Tazelediler diyorum çünkü Hz. Mevlâna’nın düsturlarına göre devamlı olarak abdestli bulunuluyormuş).

Okulun mescidine geçtik. Bu ilim, irfan ve maarif müessesesinde bütün talebelerin, öğretmenlerin, idarecilerin, herkesin farz namazları cemaatle kılması mecburiymiş…

Ezan-ı Muhammedî

okunmaya başlandı, hicaz makamından. Ya Rabbi ne kadar güzel ezandı o.

Sünnet kılındı, kamet getirildi. İmam efendi harika Osmanlı cübbesi ve yine harika sarığıyla mihraba geçti… Son sünnet, tesbihat, aşr-ı şerif…

Hoparlör tesisatı yoktu.

İmamın ve müezzinlerin sesi, mescidin akustiği, kıraati ve tilâveti güzelce işitmeye yetiyordu.

Talebenin elbiselerine baktım. Eski Galatasaray Sultanisi’nin öğrenci kıyafetine benziyordu. Başlarında Konya’da özel olarak üretilmiş devetüyü ile bal rengi arası serpuşlar vardı. Konya’yı ziyaret eden Amerikalı turistler bunları çok beğenmişler, alıp memleketlerine götürmüşler. Şimdi oradaki bazı şehirlere ihraç ediliyormuş.

Müdür bey, bendenize okulun yayınlarından birer nüsha hediye etmek lütfunda bulundu. Osmanlı harfleriyle basılmış, yılda üç nüsha çıkan bir dergi… Yılda bir nüsha çıkan Arapça dergi… Yılda iki nüsha çıkan İngilizce dergi… Bir de sanat yayını…

Ayrıca çeşitli konularda kitapçıklar, albümler… Son sınıf öğrencilerinin İznik gezisine ait nefis resimli bir kitap… Öğrencilerin deneme yazıları vesaire…

Okulun mescidinde, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gecelerde kışın yatsı namazından sonra, yazın akşamdan sonra Mevlevî ayini yapılıyormuş.

Başta vali ve belediye reisi beyefendiler, paşalar, erkân-ı devlet, ulema ve meşayih de geliyormuş.

Müdür beye sordum: Bütün talebeler Mevlevî midir? Hayır dedi. Altmış kadar öğrencimiz Mevlevî muhibbidir. Bin bir çilesi çekmedikleri için onlar henüz derviş olamadı.

Mektebimizde tarikat propagandası yapmak yasaktır. Hele cemaat propagandası hiç yapılmaz, yapılamaz.


Geçen sene cemaat militanlığı yapan bir öğrencimizi tard ettik…

Bu anlattıklarım

“Mevlâna Celaleddin Rumî İslâm Mektebi”

nin haslet, fazilet ve meziyetlerinden binde biri bile değildir…

Mektebi gezdikten sonra geleceğimizi daha parlak, daha hayırlı gördüm ve böyle hayırlı ve vasıflı maarif müesseselerinin çoğalmasını temenni ettim. İnşallah.

Rabiatü’l-Adeviyye İslâm Kız Mektebi

-Muhayyel hayattan sahneler-

Rabiatü’l-Adeviyye İslâm Kız Mektebi,

etrafı korunmuş büyük bir korunun içinde… Röportaj konusunda zorlukla izin alabildim.

Anlaştığımız tarih ve saatte ana kapıya geldim.

Formaliteler tamamlandıktan sonra ağaçlar, parklar, bahçeler içinden geçerek

İslâm mimarisine göre inşa edilmiş mektebe

geldim.

Müdire Hanım Mısır’da İslâm İlahiyatı, Heidelberg Üniversitesi’nde felsefe, Milano’da sanat tahsili yapmış; yüksek lisans ve doktora sahibi münevver bir hanımdı.

Bürosuna baktım: Yerde harika Gördes ve Uşak halıları, uçta on iki kişilik oval bir toplantı masası, duvarlarda vitrinler, kütüphaneler, antika kitaplar, porselenler; yazıhanesinin arka tarafında üstte duvarda

“Cennet annelerin ayakları altındadır”

levhası

Hizmetlere bakan bir hanım önce zarf içinde fincanlarla Türk kahvesi getirdi, yanında sakızlı lokum ve bir bardak Hamidiye suyu. Sohbetin ortasında da nefis kesme kristal bardaklarda enfes bir çay ikram edildi.

Mektep bu sene ilk mezunlarını verecekmiş… Burası bir din mektebi değil. Bildiğimiz klasik bir lise.

Fen derslerine ağırlık verilmiyor. Türkçe, Arapça, İngilizce çok yüksek seviyede öğretiliyor. Son sınıfa gelen bir kız bu üç dilde konuşabiliyor, yazabiliyor.

Mektebin masraflarının bir kısmı

Evkaf-ı İslâmîye

tarafından karşılanıyormuş.

Müdire Hanım, arzu buyurursanız birkaç sınıfı gezelim dedi…

Önce

hüsn-i hat

dersine girdik. Hocası, icazetli bir hattat hanım.

Liseyi bitiren her kız hat icazetine de sahip oluyormuş.

Şimdiye kadar ortaya konulan hatları gösterdiler. Fevkalade yazılardı.

Ziyaret ettiğimiz ikinci sınıfta

Osmanlıca edebiyat

dersi vardı.

O gün

Fuzulî Divanı’nın orijinal Osmanlıca metninden parçalar okunuyor ve şerh ediliyordu.

Edebiyat muallimesi hanımefendi

“Efendim, buyurunuz divandan seçeceğiniz bir parçayla öğrencilerimizden birini imtihan ediniz”

dedi, teşekkür ettim, arka sıradaki bir kızcağıza

“İlm kesbiyle pâye-i rif’at / Arzu-yi muhal imiş ancak / Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak…”

dörtlüğünü verdim.

Osmanlıca metinden güzelce okudu ve harika bir metin şerhi yaptı. Tebrik ettim ve müdire hanımdan izin alarak

cebimdeki dolma kalemi ona hediye ettim…

Üçüncü dershanede tarih

tarih

dersi vardı;

Sultan Abdülaziz Han

‘ın tahtan indirildikten sonra

Ortaköy Fer’iye Sarayları’ndan birinde nasıl şehit edildiği

müzakere ediliyordu.

Kürsünün üzerinde beş on kaynak kitap gözüme çarptı.

Üstad

İbnülemin Mahmud Kemal’in Son Sadrazamları,

Yılmaz Öztuna’nın konuyla ilgili kitabı vesaire.

Tarih muallimesi hanımefendi Sultan Abdülaziz’in intihar mı ettiğine yahut şehit mi edildiğine dair öğrencilerinden birine bir çalışma yaptırmış; onu çağırdı, kız merhum Sultan’ın şehit edildiğine dair fevkalade mantıklı, delilli, şahitli, ispatlı bir konuşma yaptı.

Ne kadar düzgün Türkçe konuşuyordu. Tutukluk yok, rekâket yok, cümlelerde bozukluk yok.

İslâm Kız Mektebi’ne ayakkabı ile girilmiyordu, Japon okullarında olduğu gibi kapıda ayakkabılar çıkartılıyor, terlik giyiliyordu.

Okulun camiini gördüm. Beş vakit namaz kılmak mecburiymiş. Okulun maaşlı ve yaşlı bir imamı varmış.

Rabiatü’l-Adeviyye Kız İslâm Mektebi’nde on beş geleneksel sanatımızla ilgili atölye mevcuttu.

Osmanlı işlemeleri… müzelerdeki iki üç bin yıllık antika çömleklerin replikalarını yapan bir atölye… çini ve porselen eşyalar… el dokuması kumaşlar… tabiî boyalarla renklendirilmiş ham ipek ve kaşmir başörtüleri…

Okulun matbaasında aylık

“Hanımlara Mahsus Gazete”

yayınlanıyordu. Latin harfleriyle değil,

Osmanlıca yazıyla.

Anladım ki, bu okul

Türkiye’ye dindar Halide Edip’ler

kazandıracaktır.

Öğrencilerin kıyafetleri:

Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet’in başında kız liselerinde, kız öğretmen okullarındaki kıyafet esas alınmış, öğrenciler tek renkli çarşaflara bürünmüşlerdi. Okulda çok yaşlı birkaç öğretmen dışında erkek öğretmen vazife görmüyordu. İslâm âleminin en az yirmi ülkesinden talebe vardı.

Üç saat süren röportajdan sonra Müdire Hanım’a ve yardımcılarına teşekkür ederek ayrıldım.

Türkiye Müslümanları

böyle bir kız mektebi

açarak gerçekten övgüye layık bir hizmet etmişlerdi.

Geleceğe güvenle bakabilirdik.

DİKKAT, MERAK, HAFIZA

Bu devirde, bilhassa gençlerde, şu üç konuda büyük yetersizlik görülüyor: (1) Dikkat, (2) Merak, (3) Hafıza.

Dikkatler dağılmış vaziyette, dikkatin ne olduğunu bilmek için psikoloji okumuş olmak gerekir. Adam bakıyor, sanki görüyor ama aslında görmüyor… Hiçbir şeye dikkat edemiyor. Hafıza derseniz son derece silik ve dağınık.

Adamcağız bendenize “Şevki Bey, yazılarınızı yirmi yıldan beri takip ediyorum…” diyor. Sen yirmi yıl

yazımı oku ve ismimin Şevket olduğunu bilme, olacak şey değil. Galata köprüsünden şimdiye kadar binlerce defa geçmiş, geçmiş ama Süleymaniye Camiinin kaç minaresi olduğunu bilmiyor.

Millette merak diye bir şey kalmamış. Atina’ya turistik bir seyahat yapıyor, orada üç tam gün

kalıyor ve Benaki Müzesini ziyaret etmiyor. Ya Rabbi bu ne korkunç meraksızlıktır.

İstanbul’un kıyı kenar bir semtinde

Piyalepaşa Camii

vardır. Mimar Sinan’ın bambaşka bir üslûpla inşa ettiği harika bir sanat ve mimarlık eseridir. Türkiye Müslümanları yeteri kadar medeni olsalardı, her gün oraya gruplar halinde gider, seyrederlerdi.

Mimarlık sanatı bakımından değerli ve üstün olan bir camiye, bir binaya, bir köprüye bakmanın onu doya doya, derin derin seyretmenin stres giderici, şifa verici bir tesiri olduğunu duymuş muydunuz?

Böyle bir şifa herkese nasip olmaz. Değerini bilerek, anlayarak, idrak ederek seyredeceksiniz; bakışlarınız size zevk ve haz kazandıracak.

Bundan on beş sene kadar önce Dolmabahçe Sarayında bir tarihî hilyeler sergisi açılmıştı.

Serginin tertipçisi Turgay Bey, üzüntülü ve şikâyetçiydi,

“Müslüman kesimin kodamanlarından, üst tabakasından, güçlülerinden hiç kimse gelmedi”

diyordu.

Çirkin bir bina insanın içini karartır, biz bunun da farkında değiliz.

İçindeki bilgiler faydalı, güzel bir kitap düşününüz. Kağıdı sanatlı bir kağıt, hurufat karakteri o da sanatlı, cildi bir harika, yan kağıdı nefis bir ebru, insan bu kitabı okurken hem muhteva (içerik) hem şekil dolayısıyla birkaç çeşit zevk duyar.

Avrupa’da kitapseverler için böyle lüks ve orijinal baskılar yapılıyor, numaralanıp meraklılarına satılıyor. Bizde merak yok ki, böyle kitap basılsın, satılsın…

Hafızasızlık niçin bu kadar yaygın?

1. Harama çok bakılıyor, harama bakmak

hafızasızlığa

yol açar.

2. Çok haram yeniyor.

3. Toplum

“şifahî toplum”

oldu. İnsanlar unutmamak için bazı bilgileri defterlere yazmıyor. Medenî toplumlar aynı zamanda yazılı toplumdur. Yazılması gereken şeyi yazarlar, not ederler.

Dikkat, merak ve hafıza eğitimle güçlendirilir ve geliştirilir. Bizde böyle bir eğitim yok.

Türkçenin arı, duru, sade suya tirit, öz, yozlaşmış, erozyona uğramış bir dil haline gelmesi, kültürümüze, bu arada dikkatimize, merakımıza, hafızamıza büyük zararlar verdi.

Ali Emirî Efendi miydi acaba, kudemadan bir zatın Osmanlı edebiyatından 10 bin beyti ezbere bildiğini okumuş veya duymuştum.

1950’li yıllarda gazetelerde köşe yazısı kaleme alan eski muharrirler, fıkralarını (o tarihlerde köşe yazısına fıkra denirdi) divan edebiyatından seçilmiş beyitler, mısralar, kıt’a veya rubailerle süslerlerdi.

Çünkü onların hafızasında böyle yüzlerce beyit, mısra, kıt’a vardı.

Geçen sene bir imam-hatip talebesi gördüm,

Ziya Paşa’nın terkib-i bend ve terci-i bendini ezberlemişti.

Bu öğrencinin bir ikincisinin çıkacağını hiç sanmam.

Müslümanlar bu konularda nasıl eğitilebilir?

Dikkat, merak, hafıza melekelerini geliştirmek mümkündür. Bunun için gerçekten ehliyetli ve uzman öğretmenler ve üstadlardan ders almak gerekir.

On genç bulacaksınız, bir minibüse bineceksiniz, İstanbul’un tarihî suriçi bölgesini gezip dolaşacaksınız.

Ana caddeleri değil, ara sokakları, kenar semtleri… Fener’e gideceksiniz,

Gül Camiini

gösterip anlatacaksınız…

Ayvansaray’a gideceksiniz,

Hazret-i Cabir Camiini…

İstanbul hazinelerle doludur da haberimiz yok…

Sultanahmet Camiini

bilmeyenimiz yoktur. O anıt bina hakkında ne biliyoruz?

Bilinmesi gerekenlerin binde birini biliyoruz. O ulu camii, uzman bir üstad nezaretinde gezilecek, on gençten üçünde istidat yoksa, ikinci geziye onları almayacaksınız.

İslâm dini bir kitap ve yazı medeniyeti doğurmuştur. Bizim on kişilik kafilenin kütüphanelere, mücellitlere, hattatlara gidip bilgi alması, aydınlanması gerekir.

Aherli kâğıt nedir, kaç çeşit hat vardır,

yan kâğıdı ne demektir, makta ne demektir, mikleb ne demektir?

Kültürlü Müslüman bunları hep bilecektir. Efendim ben tıpta okuyorum, bunlar bana lazım değil, diyenin aklına şaşarım.

Öylesi odun gibi doktor olur. Doktor olacaksan

Süheyl Ünver

gibi olacaksın. Rahmetli hezarfendi, on parmağında on hüner vardı.

Gençlere çok rica ediyorum:

Meraklı olsunlar, dikkatli olsunlar, güçlü bir hafızaya sahip olsunlar.

Müslüman Gençler Harcanıyor

Gençler harcanıyorsunuz, feci şekilde harcanıyorsunuz!.. Haddim olmayarak sizleri uyarmama izin veriniz. Hepsi için söylemem ama bir kısım âileler, ana babalar evlâtlarını harcıyor.

Metin okusun, Mübeccel okusun, çok para getiren mesleklere ve uzmanlıklara sahip olsunlar, refah içinde yaşasınlar, evleri lüks, yazlıkları lüks, otomobilleri lüks, sofraları lüks, giyim kuşamları lüks, hayatları lüks olsun… Biz sıkıntılar çektik, onlar çekmesin…

Müslüman bir ana baba çocukları için böyle mi düşünür? Peki nasıl düşünecek?..

Şöyle düşünecek: Oğlum kızım iyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş olarak yetişsin… Faydalı ilimler ve kültür sahibi olsun…

Ahlâklı ve faziletli olsun… Yaratanının rızasını kazansın… İnsanlara, kendi halkına, ülkesine hizmet etsin…

Bunları istemeyip de lüks hayatı öne almak ne büyük bir çarpıklık ve sapıklıktır. İslâm dini lüksü, israfı, her türlü sefahati (beyinsizliği) yasak ediyor.

Böyle kötü şeyleri insan kendi evlâdı için ister mi?

Gençlerin şu üç sahada (boyutta) iyi yetişmesi gerekir:

(1) İnanç, bilgi ve kültür boyutu.

(2) Ahlâk, karakter boyutu,

(3) Güzellik, estetik boyutu.

Şu adamlara ve kadınlara bakınız: Çocuklarına İngilizce, matematik, fizik, kimya

dersleri aldırıyorlar ama ilim, irfan, hikmet, görgü, edeb, insanlık dersleri aldırmıyorlar.

Bir gence neler lazımdır?..

(1) Öğrenilmesi farz olan faydalı ve kurtarıcı bilgiler lazımdır.

(2) Faydalı olmak şartıyla dünya kültürü lazımdır.

(3) İyi bir insan olmak için bilinmesi ve hayata uygulanması gerekli ahlâk, aksiyon, amel bilgileri lazımdır.

(4) Medenî görgü lazımdır.

(5) Edeb, nezaket, mürüvvet, fütüvvet lazımdır.

Gençlere bunlar mutlaka öğretilmelidir.

Kapağı yaldızlı, ismi cafcaflı birkaç kitap alır, okur ve bunları öğrenir… Hayır!.. Bu iş bu kadar kolay değildir.

Bu saydıklarım ehliyetli üstadların, mürşidlerin önüne diz çöküp ders almakla öğrenilir.

Gençlerin çoğu ilmihallerini bilmiyor.

Üniversiteye gidiyor, zengin Türkçeyi bilmiyor. Bilmekten geçtim, okumasını bile bilmiyor. Görgü kurallarını bilmiyor. Paranın ne tehlikeli ve yakıcı bir âlet olduğunu bilmiyor.

Gençlere bunları kimler, hangi kurumlar öğretecektir?..

Şu yirmi milyonluk İstanbul’da İslâm görgüsü öğreten bir kurs, bir dershane var mı?

İslâm medeniyeti nedir öğreten bir mektep var mı? İstanbul kültürünü öğreten bir merci var mı?

Evet gençlerimiz hüda-yı nâbit yetişiyor. Buna yetişme denirse…

Peki ne gibi çareler ve çözümler tavsiye ve teklif edersiniz?

Bu saydıklarım cemaat işidir, fert işi değildir… Bunca zengin cemaat var, mektepler açsınlar, kurs ve dershaneler açsınlar, dergahlar açsınlar, sohbethaneler açsınlar ve boşluğu doldursunlar…

“Bizim cemaat çok büyük, bizim baron çok büyük…Benim şeyhim senin şeyhini döver…”

gibi safsatalarla gençlik yetiştirilmez. Aklı fikri olanın elinde imkânı yok. İmkânı ve parası olanın aklı ve fikri yeterli değil… Arada olan gençliğe oluyor.

Ahmed Ziyaüddin Gümüşhânevî İslâm Koleji…

1. Kolejimize alınacak öğrencilere

IQ testleri

yapılacaktır. En alt seviye 100 IQ’dur.

2. Karakter testleri yapılacaktır.

3. Okulda

eğitim haftada beş gün olmayacak, beş buçuk gün olacaktır.

4. Veliler, eğitime karışmayacaklarına dair taahhütname imzalayacaktır.

5. Okulda Fütüvvet ahlâkı hâkim olacaktır.

6. Beş vakit namazın cemaatle kılınması mecburî olacaktır.

7. Tedrisat Osmanlıca ve Latin yazısıyla yapılacaktır.

8. Okulda fen dersleri de olacaktır ama fen sınıfları bulunmayacak,

ağırlık sosyal kültüre verilecektir.

9. Okulda mimarlık ve şehircilik, hukuka giriş, sağlıklı beslenme ve yaşama dersleri,

bedenî yapısı müsait olanlara komando eğitimi

verilecektir.

10. El yazısı düzgün ve estetik olmayanların, bir senelik eğitimden sonra okulla ilişkileri kesilecektir.

11. Okulda

mecburî hat ve kaligrafi dersleri

verilecektir.

12. Okul talebeleri, dizaynı Pariste millî kültür ve sanatımıza göre hazırlanmış herkesin beğendiği ve takdir ettiği

zarif fakat sade üniforma

giyecektir.

13. Okulda idarecilerin ve öğretmenlerin öğrencilere, öğrencilerin

birbirlerine sen demesi yasak olacak,

sen diyenler bir müddet sonra tard edilecektir.

14. Okulun,

icazetli alim faqih olan bir imamı

bulunacaktır.

15. Okul öğrencilerine

akaid, fıkıh, usûl-i fıkıh, usûl-i hadis, usûl-i tefsir, Mecelle ve İslâm ahlâkı dersleri

verilecektir.

16. Okulda en az üç yabancı dil mükemmel şekilde öğretilecektir. İngilizce, Arapça, seçmelik bir dil daha. Öğrenciler bu üçdille konuşabilecek, doğru yazabilecek, kültür kitabı okuyabilecektir.

17. Her öğrenci

geleneksel millî sanatlarımızdan birini

iyi derecede öğrenecek ve ürün verecektir.

18.

Okulda karma eğitim yapılmayacaktır.

19. Okulda ehliyetli öğretmenler ve üstadlar tarafından

eski İstanbul Osmanlı terbiyesi, kültürü, ahlâkı, görgüsü, nezaketi, kibarlığı dersleri

verilecektir.

20.

İlk yıl 125 öğrenci alınacak,

dördüncü yılda öğrenci sayısı

500

olacaktır.

21.

Her sene yazılı sınıf geçme imtihanları,

son sınıfta ise lise bitirme ve bakalorya imtihanları yapılacaktır. Bu imtihanlara seçkin düşünürlerden, yazarlardan, üstadlardan bazısı mümeyyiz olarak çağırılacaktır.

22. Okulda

bütünleme imtihanı olmayacaktır.

23. Bedenî ve fizikî yapısı müsait olan öğrenciler komando ve doğu sporları eğitimi alacaktır.

24. Okuldan bir tek

arivist, sahtekâr, soytarı, düşük ahlâklı, boş ve kof, din sömürücüsü, şarlatan kimsenin mezun olmaması için sıkı tedbirler

alınacaktır.

25. Okulu, dünyanın en büyük eğitimcilerinin takdir etmesi ve beğenmesi için gereken her şey yapılacaktır.

İngiltere’nin Kaplan Yetiştiren Okulu (Eton Koleji)

İngilte’reyi İngiltere yapan kurumlardan biri

Eton Koleji

‘dir. Bu mektep ülkesine

19 başbakan yetiştirmiştir.

Eton, İngiltere’nin kaplan yetiştirme okuludur.

Gerçekten acayip, sıra dışı, olağan üstü bir eğitim müessesidir.

Talebeler günün bazı saatlerinde okulda frakla gezer.

Okulun, diğer binalarından yüksek ve ihtişamlı bir kilisesi vardır.

Her gün derslere başlamadan önce öğrenciler kilisede toplanır âyin yapar, dinlerine göre ibadet eder.

Okula kız talebe alınmaz.

Eton Koleji’nde hem bilgi ve kültür verilir, hem de ahlâk ve karakter terbiyesi.

Bu kolejde öncelikle yazılı, edebî, zengin, engin İngilizce öğretilir.

Shakespeare’in İngilizcesi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun

son çeyrek asrında

bizde de güçlü sultaniler, idadiler vardı.

Maalesef artık yok.

Aksini iddia eden çıkarsa, Haleb ordaysa arşın buradadır; getirecekleri

yeni lise mezunlarını Türk edebiyatından imtihan ederiz.

Klasik edebiyatımızın en büyük edibi ve şairi

Fuzulî Divanını önlerine koyarız

, rastgele bir sayfa açarız, şu gazeli oku, metin şerhi yap, içindeki edebî sanatları bize anlat, mânasını söyle deriz.

Not alabilirse ne âlâ…

Bugünkü okullarımız kaplan değil tekir kedi yetiştiriyor.

Kaplan yavrularını bile kedileştiriyor.

Türkiye’ye mutlaka ama mutlaka

Bengal kaplanları yetiştiren süper okullar

lazımdır. Bunlar olmadan, sadece madde ve para ile kalkınma olmaz.

Bugünkü birkaç yüz kelimelik sokak Türkçesi ile vasıflı ve güçlü eğitim verilemez.

Bırakın şu cebir geometri fizik kimya masallarını!..

Öncelikle zengin, yazılı, edebî Türkçe öğretmek gerekir.

Sonra derin tarih kültürü…

Psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik ve estetik… Beşerî ve iktisadî coğrafya…

Onbinlerce kültür referansı… Sanat kültürü…

Erkek öğrenciler için ayrı kolej, kızlar için ayrı…

Erkek çocuklarımız küçük beyefendiler olacak, kızlarımız küçük hanımefendiler.

İtlik, serserilik, apaşlık, hoppalık, züppelik, kopukluk, hergelelik, hafif meşreplik, şımarıklık, yılışıklık yok…

Eton’da nasıl okulun kilisesinde ibadet ediliyorsa,

Türkiye’nin Müslüman kolejinde de namaz kılınacaktır.

Evet namaz!..

İslâm Mektebinin camii olacaktır…

Bu okulda öğrencilere ruh asaleti verilecektir.

Centilmenlik, mürüvvet, fütüvvet, efendilik…

İslâm okulunun kapısından içeriye

arivizm

ve

arivist

girmeyecektir.

Bir ülke köprülerle, gökdelenlerle, beş yıldızlı otellerle, havaalanlarıyla, fert başına düşen ortalama gelirle, lüks hayat beyinsizlikleriyle kalkınmaz.

İşin başı sağlam inanç, sağlam ve doğru kültür

veren, yüksek ahlâk ve karakter aşılayan, estetik ve sanat boyutu, vatanseverlik ruhu kazandıran okullarla olur.

Maddî zenginlik arttıkça, kültür ahlâk karakter sanat geriliyor.

Arslan ve kaplan yavrularını bulup, onları gerçek süper liselerde yetiştirmedikçe kurtulamayız.

Baksanıza İslâm dünyasının bir tek

Selahaddini

yok.

İsmini vermeyeyim, bundan yıllarca önce, ünlü bir okulumuzun son sınıf öğrencileri için

mezuniyet albümü

basılacakmış, bu maksatla paralar toplanmış… Bu paraları toplayan öğrenci bunları zimmetine geçirmiş. Matbaa para ödenmediği için basılıp ciltlenmiş albümleri vermemiş…

Kaplan yavruları böyle

hırsızlık, itlik, sırtlanlık, tilkilik, sahtekârlık, sansarlık

yapmaz… Böyle şeyleri uyuz kediler bile yapmaz.

Biz öyle bir okul açacağız ki,

İngiltere’deki Eton Koleji’nden üstün olacak,

dünya birincisi olacak.

Böyle bir niyet yoksa, eğitim savaşını baştan kaybederiz.

İngiltere’deki

Eton koleji

ülkesine,

beş yüz yılı aşan tarihi boyunca 19 başbakan

kazandırmıştır. Türkiye Müslümanları, İngiltere’deki Eton koleji gibi üstün ve vasıflı bir okul (okullar) açamazlarsa kurtulacaklarını sanmasınlar.

Bugünkü (yüzde yüz olmasa bile) çok geniş din hürriyetinden, fırsat ve imkânlardan yararlanıp, başta İngiltere’deki

Eton Kolejinden üstün mükemmel İslâm Mektepleri

açılması olmak üzere doğru dürüst İslâmî hizmetler yapamayanlara yazıklar olsun!

Eton kolejinin öğrencileri

okul içinde frakla gezer. Eton kolejinde kız öğrenci yoktur. İslâm Mektebinde de olmayacaktır.

Böyle bir İslâm Mektebi açılırsa

bütün müşrikler, bütün kâfirler, bütün münâfıklar, bütün fesatçılar, bütün İslâm düşmanları, bütün …..istler, bütün fâsıklar ve fâcirler,

nice geri zekâlılar saldıracak

ve yıkmaya çalışacaktır.

İslâm Mektebinde temizlikçi, müstahdem, hademe olmayacak, okulun temizliğini, tuvaletleri dahil öğrenciler yapacaktır. (Japon okullarında olduğu gibi).

Ayasofya Ne Zaman ve Nasıl Tekrar Cami Olur?

1. Müslümanlar İstanbul’da dünyanın en büyük ve en güçlü

“Bizans Araştırmaları Enstitüsü”

nü kurdukları; yüzlerce Müslüman gencin bu sahada birinci sınıf uzman olarak yetiştiği, Bizans konusunda yüzlerce değerli tarih, sanat kitabı yayınlandığı zaman.

2. Ayasofya’nın mihrabına geçecek, minberine çıkacak, kürsüsüne oturacak imamların, hatiplerin, vaizlerin Fatih Sultan Mehmed gibi beş-altı lisanı iyi bildikleri, bu lisanlarla konuşabildikleri, yazabildikleri, düşünebildikleri zaman. Tabii ki, bu lisanlardan birinin mutlaka Grekçe olması gerekir.

3. Ayasofya’nın minarelerine çıkıp ezan okuyacak müezzinlerin Pavarotti’yi solda sıfır bırakacak derecede sese, musikî bilgisine, edaya, üslûba sahip oldukları; bunları dinleyen sanat kültürüne sahip yabancıların okunan nağmelere hayran kaldığı zaman,

4. Yüksek tabaka, temsilci, Müslüman kadınların tesettür kıyafetlerinin dünyanın en sanatlı, en zarif, en estetik kıyafeti olduğu zaman,

5. Başta İstanbul Müslümanları olmak üzere, Türkiye Müslümanlarının dünyanın en fazla kitap okuyan, sanata ve kültüre önem veren topluluğu haline geldiği zaman.

6. Mimarlıkta, dekorasyonda, güzel sanatlarda İstanbul Müslümanlarının bütün dünyaya, bütün insanlığa ışık saçtığı, yol gösterdiği, örnek ve model olduğu zaman.

7. Müslümanların İstanbul’da açtıkları kolejlere ve üniversitelere, yabancı ülkelerdeki gayr-i müslimlerin bile çocuklarını öğrenci olarak yazdırmak için sıraya girdikleri zaman.

8. İnsanlıkta, kibarlıkta, nezakette, görgüde, mürüvvette, ahlâk ve fazilette İstanbul Müslümanlarının dünyanın birinci taifesi olduğu zaman.

9. İstanbul Müslümanları, dizayn/tasarım konusunda İtalyanları da geçerek dünya birincisi oldukları zaman.

10. Müslümanların, insan ve dünya boyutlarına uygun en dengeli, en tabiî, fıtrata en uygun medeniyet nizamını kurup uyguladıkları zaman.

Bugünkü halimizle, sittîn (altmış) sene

“Ayasofya açılsın, Ayasofya açılsın…”

diye bağırsak, hiçbir faidesi olmaz. Ayasofya lâfla açılmaz, Ayasofya kendi kendine açılmaz, Ayasofya durup dururken açılmaz…

Ayasofya, hürriyet gibidir.

Hürriyet verilmez, alınır…

Ayasofya’yı 21 yaşında cami yapan Fatih Sultan Mehmed Han zamanının en bilgili, en medenî, en olgun, en faziletli hükümdarıydı.

Bir milyon Müslümana binerlik tesbihler verilse, bunların her biri yetmiş bin kere

“Ayasofya açılsın… Ayasofya açılsın… Ayasofya açılsın…”

diye çekseler, yekûn olarak 70 milyar eder; Ayasofya’nın kapıları biz Müslümanlara bir milimetre bile aralanmaz.

Elli seneden beri,

“Ayasofya açılsın…”

diye bağırıyoruz. Arpa boyu yol gidebildik mi?

Bendeniz 1960’lı yıllarda sadece bir nüsha yayınlanan

“Ayasofya”

adında bir de gazete çıkartmıştım.

Ayasofya bir semboldür.

Bizim hürriyetimizin, haysiyetimizin sembolü.

Biz, bugünkü durumumuzla ne hür olabiliriz, ne de haysiyetli Müslümanlar olabiliriz.

Bizi bu hale kimler getirdi? Sakın kendimizi aldatmayalım. Bizi bu hale dinsizler, masonlar, Pembeler, şunlar bunlar getirmedi.

Sorumluları, suçluları, kabahatlileri görmek mi istiyoruz?

O halde hemen aynaların önüne koşalım…

İslâmiyet’in bizi hür kılacak, yüceltecek, üstün hale getirecek, güçlendirecek ne kadar hükmü, temel prensibi varsa bunların

hiçbirini hayata uygulamıyoruz.

Dinimizin eyleme ait en büyük emri, beş vakit namaz kılmaktır. Bugünkü Müslümanların kaçta kaçı bu farîzayı hakkıyla eda ediyor?

Bence yüzde onu geçmez. Şeriatımız ve fıkhımız, hür ve mukîm erkeklerin farz namazları cemaatle kılmaları gerektiğini söylüyor.

Namaz kılan yüzde onun, ne kadarı cemaatle kılıyor? Maalesef çok azı.

Dinimiz bize ilim öğrenmeyi emrediyor. İlme, irfana, kültüre, hikmete değer veriyor muyuz?

Kaçta kaçımızın evinde özel kütüphanesi var?

Kaçta kaçımız faydalı ve değerli kitapları okuyor?

Kaçta kaçımız ehliyetli ve icazetli hocalardan ders alıyor?

Dinimiz bize birliği emrediyor. Peygamberimiz

“Cemaat rahmettir, tefrika azaptır”

buyuruyor.

Yüce Kur’ân,

“Allah’ın ipine hep birlikte, toptan yapışınız. Sakın ayrılıp parçalanmayınız, birbirinize düşmeyiniz. Sonra gücünüz, kuvvetiniz, devlet ve şevketiniz elinizden gider”

diye haber veriyor.

Biz ne yapıyoruz? Bin türlü hizbe, fırkaya, parçaya, zümreye, cemaate ayrılmışız; birbirimizden kopmuşuz, hattâ nicemiz din kardeşiyle çekişip tepişiyor.

Dinimiz bize

“Sizden olmayanları taklit etmeyiniz, onlara benzemeye çalışmayınız. Kim bir kavme benzemek için çalışırsa, ondan olur…”

uyarısında bulunuyor.

Biz ise, dinsizler, inkârcılar, sapıklar kertenkele deliğine girseler, peşlerinden gidiyoruz.

Dinimiz bize kanaatli yaşamayı; israftan, gösterişten, aşırı tüketimden, lüksten kaçınmayı emrediyor.

Kur’ân-ı Kerim’de, müsrifler yani savurganlar

“Şeytanın kardeşleri”

olarak kötüleniyor. Biz ise, elimize fırsat geçti mi, lüks, israf, gösteriş konusunda sanki kuduruyoruz.

Lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks otomobiller, lüks giysiler, lüks yemekler, lüks mobilyalar…

Bu konuda Peygamberimizin, Ashab-ı kiramın, selef-i sâlihînin, evliyaullahın, olgun ve sâlih Müslümanların tersine bir yol tutturmuşuz.

Peygamberimiz,

”Yaşadığı zamandaki İmam-ı Kebire biat etmeden ölen kimse, sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olur”

diyerek bizi biatsizlik konusunda uyarıyor ve korkutuyor…

Bizim ise, bu tarakta bezimiz yok. İmammış, Emîrmiş, bizim gündemimizde böyle maddeler mevcut değil.

Dinimiz bize bilgi, aksiyon, estetik konusunda karşıtlarımızdan daha üstün, daha güçlü, daha vasıflı olmayı emrediyor.

Biz ise, faydasız dünya meşgaleleri, dedikoduları, faaliyetleriyle vakit öldürüyoruz.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), insanlığa en yüksek ahlâkın örneği ve modeli olarak gönderilmiştir.

Gerçek bir İslâm toplumunda diz boyu ahlâksızlık olmaz. İslâm toplumunda mal, can, ırz, inanç güvenliği vardır.

İslâm toplumunda, zengin bir azınlık haddinden fazla yiyip içer, zevk u sefa sürerken, fakir çoğunluk açlık, zaruret, sıkıntı, sefalet içinde sürünmez. Bizim toplumumuz böyle mi?

Dinimizin en temel farzlarından biri de,

emr-i mâruf ve nehy-i münker

yapmaktır, yani iyiliği emretmek, kötülüğü de yasaklamak ve engellemektir.

Bu farîzayı toptan terk eden bir İslâm toplumunun başına azap ve felaket geleceği kesin olarak bildirilmiştir.

Ayasofya, biz Müslümanlara kutsal bir emanet olarak verilmişti. Biz bu emanete riayet etmedik, elimizden alındı. Bugünkü kafada gidersek, korkarım, İstanbul da elimizden gider.

Cenaplar, hanımlar!.. Faydasız ve boş edebiyatı, kuru gürültüyü bırakalım da, dinimiz bize ne emrediyorsa onları yapmaya çalışalım. Başka kurtuluş yolu yok.

Allah’ın yardımını mı istiyoruz?

O halde, önce biz, iktidarımız nisbetinde kendimize yardım edelim.

Namazla, ihlâsla, ahlâkla, faziletle, ilimle, irfanla, hikmetle, hayır ve hasenatla, küçük ve büyük cihadla, birlik ve beraberlikle, biatla kendimize yardım edelim.

Böyle yaparsak Allah’ın yardımı, nusreti, avni tecelli edecektir.

Adam olmak isteyen gence…

Şu dünyada en zor şey adam olmaktır.

Adam olamayan doktorun, mühendisin, nükleer fizikçinin, işletmecinin, gazetecinin fazla bir kıymeti olmaz.

Siyasî ve idarî bir sistem veya düzenin temel vazifesi adam yetiştirecek bir eğitim sistemi ve okullar kurmaktır.

Şu Müslüman gence bakınız: Adam olmak istiyor ama

ilmihal, akaid, yeteri kadar fıkıh, İslâm ahlâkı, İslâm hikmeti bilmiyor, öğrenmiyor.

Bu genç nasıl adam olacak?

Adam olmak isteyen gence:

Osmanlıca kursuna kayd olmadan ve üç ay içinde, 1928’den önce basılmış bir hikâye kitabını kolayca okuyabilme konusunda yemin etmeye hazır olmadan, randevu talip etmeyiniz, ziyaretime gelmeyiniz.

Sizde Osmanlıca öğrenme konusunda niyet, azim, sabır, metanet yoksa, maalesef adam olamazsınız.

Önce, bin yıllık yazımız…

Ondan sonra adam olmak…

Adam Olmak İstiyorsan…

Adam olmak istiyorsan, aşağıdaki konularda ehliyetli, liyakatli, uzman, tedris etmeye (eğitmeye) icazeti ve kudreti olan hakikî üstadlardan, muallimlerden, müderrislerden, mürşidlerden ders almalısın.

Bu dersleri iyice öğrenmeli, hayata uygulamalı ve sonunda imtihan vererek bir tür icazete sahip olmalısın. Ders konularını aşağıda okuyacaksın.

1. Nefs-i emmâreni yenmek, zabt etmek, zincirlemek, frenlemek… Nefs-i emmâre uçağından düşersen, paraşütlü düşmek… Nefs-i levvâme derecesine yükselmek…

2. Zekanı, aklını, fikrini geliştirmek, tekamül ettirmek… Dinî ve dünyevî kültürünü çoğaltmak ve sağlamlaştırmak… En az on bin, orta derecede yirmi bin, üst derecede otuz bin kültür referansına sahip olmak…

3. Uzmanlık sahan ne olursa olsun mutlaka Ehl-i Sünnet ve Cemaat akaidi (inanç bilgileri) dersleri almalısın.

4. Arkadaşlarına, senin seviyendeki kimselere imamlık yapacak kadar fıkıh ve kıraat dersleri alacaksın.

5. Usul-i fıkıh özeti okuyacaksın.

6. Usul-i hadîs okuyacaksın.

7. Usul-i tefsir okuyacaksın. Dinimizin ana kaynağı olan Allahın kadim kelamı Kur’ândan kendi heva ve re’yine göre hüküm çıkartmamak ve kendi kafana göre cahilce tefsir yapmamak gerektiğini öğreneceksin.

8. Çok iyi derecede Osmanlıca öğreneceksin. Tekrar ediyorum: Çok iyi derecede… Fuzulî Divanı’nı, Osmanlıca orijinal metninden okuyup şerh yapacak seviyeye çıkacaksın.

9. Geleneksel İslâmî sanatlardan birini iyi seviyede öğreneceksin, ürün vereceksin. Sanat, estetik boyutun olacak.

10. Siyaset-i İslâmiye kültürü edineceksin. Futbol kulübü tutar gibi holiganca ve salakça şeytanî politika yapmayacaksın.

11. Başta İslâm tıbbı olmak üzere paralel tıpları öğreneceksin. Modern tıbbın tuzaklarına düşmeyeceksin.

12. İstanbul kültürü, ahlâkı, edebi, terbiyesi, nezaketi, muaşereti (görgüsü), mürüvveti dersleri alacaksın, beyefendi veya hanımefendi olacaksın.

13. Mimarlık, şehircilik, dekorasyon dersleri alacaksın.

14. Hadsî düşünce dersleri alacaksın.

15. Sağlıklı beslenme, yeme içme dersleri alacaksın.

16. Giyim kuşam, İslâmî serpuş dersleri alacaksın.

17. Fizikî yapın müsait ise uzak doğu sporlarından birini öğreneceksin.

18. Kaligrafi dersleri alacaksın ve inci gibi güzel ve estetik bir yazın olacak.

19. Türkçe konuşma dersleri alacaksın. Şizofren hastalar gibi kopuk kopuk, sık sık ııı ııı ııı diyerek abuk sabuk konuşmayacaksın. Çok düzgün, şehirli aksanıyla, açık seçik edebî fasih güzel Türkçe ile tekellüm edeceksin.

20. Dikkat, merak ve hâfıza dersleri alacaksın.

21. İhyâu Ulûmi’d-din dersleri alacaksın. Bu derslere üçüncü ve dördüncü ciltlerden başlayacaksın.

22. Mutlaka mutlaka mutlaka fütüvvet ve mürüvvet dersleri alacaksın.

23. Çok ama çok önemli bir konu: Para fahişesi, mal delisi, statü hastası olmama dersleri alacaksın. Paranın, hayatın çarklarını döndürmek, geçinebilmek için gerekli olduğunu, lakin kirli ve kirletici olduğunu bileceksin. Para işi yaptıktan sonra ellerini yıkayacaksın. Paranın kötü bir efendi, iyi bir uşak olduğunu bileceksin.

24. Tevâzu, kanaat, iktisat dersleri alacaksın. Kanaatli ve muktesit olacaksın ama asla cimri ve bencil olmayacaksın.

25. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyyenin Kavaid-i Külliyesini bir hocadan okuyacak ve bunların tamamını ezberleyeceksin.

26. Japon kültürü, Japon millî sanatları, çay seremonisi, bonsai, ikebana dersleri alacaksın; bu konularda derin kültürün olmasa da yeterli kültürün olmalıdır.

27. Türkiye usulü nefis çay demlemesini bileceksin. Çay nedir, nasıl demlenir, nasıl içilir, çay içerken nasıl sohbet edilir?..

28. Piknik dersleri alacaksın, pikniklerde mangal yakarak etrafı dumana boğmayacaksın, ateşi üflerken mosmor olmayacaksın.

29. Şeriat, Ümmet, Hilafet, gerçek Tasavvuf dersleri alacaksın.

İnşaallah bu saydığım (ve saymadığım) konularda ehliyetli üstadlar, müderrisler, muallimler bulursun, onlardan bunları çok ciddî bir şekilde tederrüs edersin (ders okursun) ve iyi, sağlam, üstün, vasıflı, hayırlı, mürüvvetli, ahlâklı, faziletli, nice meziyetlere sahip bir Müslüman olursun.

Benim için duâ edersen sevinir, minnettar ve müteşekkir olurum. Allahın selamı, rahmeti, bereketi, yardımı, tevfiqi üzerimize olsun.

Müslüman bir mimarlık öğrencisine..

Şu sekiz konuda kültür sahibi olmadan sönük ve donuk projeler çizen sıradan bir mimar olabilirsin ama iyi, güçlü, büyük mimar olamazsın.

(1) Hüsnühat öğrenip hattat olacaksın…

(2) Fuzulî divanının okuyup anlayıp şerh edecek seviyede edebiyat bileceksin…

(3) Müzik kültürün olacak. Abdülkadir Meragîyi, Dede Efendiyi, Şeyh Rakım Elkutluyu ve daha onlarca musiki üstadını bileceksin…

(4) İstanbul kültür, görgü, mürüvvet, ahlâk, nezaket, incelik, zarafet ve kibarlığına sahip olacaksın…

(5) Günlük hayatta en fazla kullandığın üç kelime şunlar olacak:

Efendim… Teşekkür ederim… Estağfirullah…

(6) Bir kış günü lapa lapa kar yağarken Cenab Şehabeddin’in

Elhan-ı Şita

şiirini hüzünle okuyacaksın…

(7) Parayı, maddî menfaati din iman haline getirmeyeceksin…

(8) Ulvî ilhamlara, sünuhata açık ve hazır olacaksın…

Çürük Adamlar

Bir iki sene önceydi. Bir derneğe ait çay bahçesinde bir İslâmcı ile konuşuyorduk. Birden yakındaki camide ezan okunmaya başladı. Ben namaza gitmeye hazırlandım. İslâmcı dostum:

– Ne güzel sohbet ediyorduk, namazın kazası olur, muhabbetin olmaz. Sonra kılarsın, şimdi gitme… dedi.

İslâmcıların, bir takım çürük Müslümanların hali genellikle böyledir.

İnsanın yaratılışının gayesi olan ibadeti ve kulluğu ikinci plana atarlar ve kendi fasafiso gündemlerini birinci plana çıkartırlar. Onlara göre birtakım aktüel, meraklı, dedikodulu konular çok önemlidir. Asıl din işleri ise sıkıcıdır.

Vakit namazlarında camilere gidiniz, hiçbir kerli ferli İslâmcı göremezsiniz.

Köşe yazarları, okumuşlar, aydınlar ve seçkin geçinenler, koca mücahitler, önemli Müslüman kişiler, din baronları, temsilci durumunda olanlar camiye gelmez, cemaate katılmaz.

İbadethânelerde sadece fakir halkı, ihtiyarları, marjinal kişileri görebilirsiniz.

“Filan yerde filan vakit namazını, imamla birlikte iftitah tekbiri alarak kılan İslâmcı yazarlara dolgun telif ücreti ödenecektir” denilse cami Müslüman yazar çizerlerle dolar alimallah.

Müslüman kesimin en çürük ve kof tarafı adamlarının, elemanlarının zayıf, güçsüz, vasıfsız oluşudur. Böyle adamlarla köy olmaz, kasaba olmaz. Bu tip malzeme ile hiçbir şey yapılamaz.

Bol bol din sömürüsü, demagoji, arivizm, soytarılık

olur o kadar. Efendim, bunlar Türkiye’ye İslâm’ı getireceklermiş, Asr-ı Saadet’i yeniden yaşatacaklarmış.

Pöh! Türkiye’de İslâm yok mu, cami yok mu, ezan okunmuyor mu? Önce kolay olanı yapsalar ya!

İslâm çok yüce bir din ve dünya nizamıdır. Ona hizmet edecek kimselerin bilgi, aksiyon (amel), estetik bakımdan yeterli, güçlü, üstün olmaları gerekir.

Hem İslâm’ın, hem de çağın gerisinde kalmış; kültür ve ahlâkları yetersiz; hele estetik ve sanat tarafları hiç gelişmemiş olan birtakım

gecekondu kafalı, varoş zihniyetli, kırsal kesim seviyeli adamlar

nasıl olur da dinlerin, medeniyetlerin, nizamların en üstünü olan İslâm’ı temsil ve ona hizmet edebilirler?

Elimden on binlerce kitap geçti. Binlerce tarih kitabı okudum, karıştırdım.

İyice anladım ki, Müslümanların son birkaç asırlık gerilikleri, zilletleri, zebunlukları, mağlubiyetleri hep adam meselesine dayanıyor.

Bu mesele halledilmezse kurtuluş yoktur.

Karakter Terbiyesi

Fenler, pozitif ilimler, fizik, kimya, mühendislik gibi bilgi dalları değişir dururlar.

Eski çağlarda dört element olduğuna inanılırdı.

Su, toprak, hava, ateş.

Şimdiki kimyanın elementler listesi ise başkadır.

Pasteur’den evvel mikroplar bilinmiyordu.

Batlamyos

kozmografyasına göre kâinatın merkezi dünya idi, güneş ve seyyareler onun etrafında dönüyordu.

Einstein’in izafiyet teorisi modern pozitif ilimleri de altüst etmiştir. Saçma bir teori olan

darvinizm

çoktan iflas etmiş, onun yerine konulan neodarvinizm de çürütülmüştür.

İnsanlığı insanlık yapan asıl değerler

sosyal ilimler, din, felsefe, sosyal kültür sahasındadır.

Bunlar evrenseldir, değişmez.

Adalet,

merhamet, mazlumlara

(zulme uğramışlara)

yardım, hakkaniyet, ahlâkî faziletler, dürüstlük böyle değerlerdir.

Bir millet yücelmek istiyorsa, genç nesillerini evrensel değerlere bağlı, karakter terbiyesi görmüş, faziletli insanlar olarak yetiştirmek zorundadır.

Bizdeki eğitim, bizdeki medya, bizdeki sistem, bizdeki ideoloji

genç nesilleri böyle yetiştirmiyor, aksine onları bozuyor.

Okullar sadece bilgi vermekle yetinmemeli,

öğrencilere karakter terbiyesi de vermelidir.

Bilgisi olup da bilgeliği olmayan kişi canavardan farksızdır.

Bir kişi matematik, fizik, kimya bilmese de iyi insan olabilir. Yeter ki, sahih inançlara sahip olsun, evrensel değerleri bilsin ve onları hayatına uygulasın.

Para ve madde gaye değil, vasıtadır. Para ve servet gaye olursa insanlar canavarlaşır, millet sürü haline dönüşür ve ülke batar.

İslâm dini evrensel değerler dinidir. Adalet, insaf, merhamet, hakkaniyet, vicdan, iz’an, mürüvvet, nefse hâkimiyet, muhtaçlara yardım, zâlimlerle mücadele, nefs-i emmare ile savaş, haramdan ve gayr-i meşru kazançlardan uzak durma gibi değerler İslâm doktrininin ilkeleri içindedir.

Bunlara sahip olmayan, bunları hayata uygulamayan Müslüman örnek bir Müslüman değildir. Böyle bir Müslümanın İslâm temsilciliği yapması büyük bir felâket olur.

Temsilcilik taslamazsa, önderlik yapmaya kalkışmazsa bozuk Müslüman fazla zarar vermez. Aksi takdirde büyük zarar verir, yıkıma sebep olur.

Aklı başında, olgun, gerçek Müslüman hizip, fırka, meşreb, tarik, cemaat fanatizmine kapılmaz. Yalan söylemez, emânete hıyanet etmez, vaadinden dönmez, zulm etmez, haram ve gayr-i meşru kazançlara göz dikmez, gurur ve kibirden uzak durur, hakkaniyetten ve adaletten ayrılmaz.

Tarih boyunca olduğu gibi bugün de, birtakım ham, câhil, nefs putuna tapan, dini imanı para olan; gözü riyaset, şöhret, makam, mevki, mal ve cah şehvetiyle kararmış, dünyevî ihtirasların bataklıklarında pislik içinde çırpınan birtakım soytarı, hokkabaz, sahtekâr, üçkâğıtçı, yiyici, hortumlayıcı, arivist küçük adamlar vardır.

Câhil Müslümanların bir kısmı bunları adam sanmakta; onlara kurtarıcı, mücâhid, mehdi, kutub, gavs, mürşid-i kâmil unvanlarını bol keseden vermektedir. Böyle adamlar İslâm’ın ve Ümmet’in sırtındaki en büyük yüktür.

Bu alçaklar servete, şöhrete, riyasete, makama, mevkiye, dünya oyuncaklarına doymazlar. Ta kabirleri boylayıncaya kadar maddî ve fânî kuruntularla oyalanırlar.

Peşlerinden gelen Müslümanları da oyalar, afyonlar, aldatır, felaketlerine sebep olurlar.

Bu adamlar kimlerdir? Ölçü şudur: Peygamber (aleyhissalatü vesselam), Ashab-ı Güzin, Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn, her asırda yaşamış âmil âlimler, kâmil mürşidler, gerçek mücahidler, zâhidler, evliyaullah nasıl yaşamışlar, nasıl davranmışlar bellidir, muteber din kitaplarında yazılıdır.

Din sömürücüsü haşarat ise bunların zıddı işler yaparlar. Onların dini imanı para, makam, mevki, dünya saltanatıdır. Bu ölçüleri göz önünde tutan Müslüman hakikî din hizmetkârı ile sahtesini kolayca ayırt edebilir.

Kitabullah’a, Sünnet’e, Şeriat ilkelerine, Sâlih seleflerin ahlâkına uygun olarak ihlasla, istikametle, zühdle, kanaatle, ücretini Yaratan’dan isteyerek hizmet eden hakikî âlimlerin, şeyhlerin, sâlihlerin ellerinden öperiz.

Hattâ ayaklarını bile öpmekten çekinmeyiz. Çünkü onlar mübarek kişilerdir. Onlara büyük hürmetimiz ve sevgimiz vardır.

Üstün Adam Yetiştirmek

İnsanlar hem eşittir, hem de eşit değildir. İnsan olmak bakımından, hukuk önünde eşittirler. Sultan ile geda (dilenci), adalet dağıtan mahkeme huzurunda eşittir.

Lakin iyilik kötülük, ehliyet, liyakat, hayırlı veya şerli olmak, zekâ, istidat, kabiliyet gibi konularda insanlar eşit değildir.

Kur’ân-ı Kerim, “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor. Musa ile Firavun, Sıddiq ile Ebî Cehil nasıl bir olabilir?

Bir ülkenin işleri en ehil, en layık, en bilgili, en ahlâklı, en faziletli, en tecrübeli, en birikimli kişilere verilmelidir. Aksi takdirde emânetlere hıyanet edilmiş olur ki, bu kötülük mülk ve devletin batmasına yol açar.

Bugünkü eğitim ve üniversite sistemi son derece çarpıktır. Öncelikle ülkenin en zeki, en ahlâklı, en ehliyetli çocukları, gençleri okutulmalıdır.

Türkiye, kırk seneden beri her yıl çok zeki, çok istidatlı, çok ahlâklı, çok faziletli, çok vasıflı, çok güçlü ve üstün bin genç yetiştirmiş olsaydı, onların meydana getireceği üst kadrolar bu memleketi bir Japonya, bir İsviçre, bir Almanya haline getirebilirlerdi.

Bizdeki kötü sistem böyle gençlere yatırım yapmıyor. Ülkeyi, milleti, devleti yüceltecek, koruyacak, güçlendirecek elemanlar yetiştiremiyor.

Daha açık konuşayım:

Nâdir istisnâlar dışında Türkiye adam yetiştiremiyor. Bugünkü felâketli manzaranın sebebi budur.

Yetiştirdiğimiz adamlar, kadrolar da tıpkı otomobil sanayiimizin ürettiği çağdışı, modası geçmiş patentli, derme çatma, iç piyasayı tokatlamaya yönelik, yeteri kadar modern ve güzel olmayan otomobiller gibidir.

Bize dünya standartlarının üzerinde genç elemanlar ve onlardan müteşekkil kadrolar lazımdır. Böyle adamlar ucuza yetişmez.

Ayda birkaç milyon sadaka-burs vererek güçlü, vasıflı, üstün adamlar yetiştiremezsiniz bu düzenin çökmüş, bitmiş, iflâs etmiş eğitim ve üniversiteleri ile.

Türkiye’nin muhtaç olduğu vasıflı, güçlü, üstün, dünya çapında bir genç yetiştirmek için belki de bugünün parasıyla bir trilyon lira masraf yapmak gerekecektir.

Türkiye böyle aydınlar, bürokratlar, ilim adamları, sanatkârlar, mütefekkirler (düşünürler), tarihçiler, siyasetçiler yetiştirdiği takdirde gün gelecek insanlığa ışık tutacak, başka ülkelere hikmet dağıtacak,

Nobel’ler kazanacaktır.

Böyle bir adamı yetiştirmek için bir trilyon nedir ki. Bu millet istemiş olsaydı, şimdiye kadar böyle binlerce kişi yetiştirmiş olurdu.

Ülke halkının ezici çoğunluğunu teşkil eden Müslüman kesimden her yıl milyarlarca dolar toplayan cemaatlerin bütçeleri böyle harcamalara müsaittir. Akıllarının, zekâlarının, vicdanlarının, idraklerinin müsait olmadığı ise açıkça görülüyor.

Küçük adamlarla, yetersizlerle, demagog ve arivistlerle, çağın gerisinde kalmış kadrolarla bu ülke, bu millet, bu devlet batmaya mahkumdur. Tarih bize gösteriyor ki, öyle tek adamlar vardır ki, bir ümmete, bir millete, milyonlara bedeldir. Türkiye’nin böyle vasıflı, güçlü, üstün adamlara ihtiyacı vardır.

Bugünkü bataklıktan bugünkü adam unsuru ile çıkmak mümkün değildir.

Bize işlenmiş zekâ, hikmet, engin bir kültür, büyük bir dünya vizyonu, ahlâk ve fazilet sahibi, dünya işleri satrancını en iyi şekilde oynayan, asil ruhlu, mürüvvetli, idealist yüksek adamlar gerekiyor.

Benliklerine tapan, para ve çıkar peşinde koşan; bilgi, aksiyon, estetik boyutları gelişmemiş; arivist, demagog, şarlatan, soytarı, hokkabaz adamlar millet, devlet ve ülkeye hizmet edemezler.

KÜLTÜR REFERANSLARI

Kültürlü Müslüman kimdir?

Müslümanın kültürü ikiye ayrılır:

Din kültürü, dünya kültürü.

Kültürlü Müslüman’ın bu iki şubede

en az on bin referansı olması lazımdır.

Kültür, denilince Fransız bilginlerinden ve devlet adamlarından Henri Poincaré’nin (1854-1912)

“kültür birçok şeyleri öğrendikten ve onları unuttuktan sonra geriye kalan şeydir”

sözünü hatırlamak gerekir.

Hangi meslekten olursa olsun kültürlü bir Müslüman

öncelikle kendisine yetecek miktarda sahih=doğru ilmihal bilgisine

sahip olmalıdır.

İlmihal, şu bölümlere ayrılır:


İnanç bilgileri…

Temizlik ve ibadetler…

Ahlâk, aksiyon, davranış…

Muamelat=dünya işleri ile ilgili dini bilgiler…

Muhtasar da olsa İslâm devleti, imamet, idare tarzı vs…

Ukubat, yani İslâm’da cezalar ve haddlerle ilgili temel bilgiler, şeriatta kaç had vardır…

İslâm’da temel kavramlar: Tevhid, şirk ve küfür, ümmet, şeriat, icazet, tesettür, iffet ve hayâ…

Müslüman klasik ilmihallerde yer almamış bazı konularda da kültür sahibi olmalıdır.

Meselâ İslâm’da estetik ve sanat…

Müslüman’ın ikamet ettiği mesken nasıl olmalıdır?..

Erkek ve kadın kıyafeti… Serpuş…

Hangi dille konuşursa konuşsun Müslüman’ın yazısı İslâm ve Kur’ân yazısı olmalıdır… İslâm ve Kur’ân yazısının Türk lisanına Latin yazısından daha uygun olduğu…

İslâm’da mimarlık ve şehircilik.

Mesleği veterinerlik, mühendislik, işletmecilik de olsa Müslüman usul-i fıkıh, usul-i tefsir, usul-i hadis ilimlerini, kitap sayfası ile on-onbeş sayfa hacminde bilmelidir.

Kur’ân-ı Kerim ile ilgili kültür:

Her ehl-i sünnet Müslüman, Kur’ân-ı Kerîm’den kendi re’y ve hevası ile hüküm çıkartmanın tefsir yapmanın haram olduğunu bilecektir.

Sünnet ile ilgili kültür:

Her Müslüman Resulullah efendimizin (salat’u selâm olsun ona) hadislerinin

vahy-i gayr-i metluv

olduğunu, sünnet inkârcılığının küfre götüreceğini bilecektir.

Diğer konular:

Selef-i salihin kimdir?..

Eimme-i müçtehidin kimlerdir?..

Mezhepleri devam etmemiş diğer mutlak müçtehitler kimlerdir?..

Edille-i erbaa nelerdir?..

Hangi icmayı inkâr eden küfre düşer?..

Zaruriyat-ı diniye

ne demektir?

İmana muhalif küfür sözleri, küfre yol açan davranışlar nelerdir?

Tasavvuf ile ilgili kültür: Tasavvufun, İslâm’ın bir boyutu olduğu ve Vahabilerin bu konudaki itirazlarının batıl ve yersiz olduğu… şeriata aykırı tasavvuf ve tarikat olamayacağı…tasavvufun genel manada İslâm ahlâkı olduğu.

Kültürlü Müslüman belli başlı

hak tarikatları

bilir.

İslâm tarihiyle, İslâm coğrafyası ile, İslâm âlemi ile ilgili kültür.

Büyük İslâm uleması, fukahası, meşayihi, mürşitleri…

İslâm kahramanları:

Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubi, Emir Abdülkadir Cezayiri, Kafkasyalı Şeyh Şamil…

Yukarıda saydıklarımızla ilgili binlerce kültür referansına sahip olunması gerekir.

Müslüman’ın Dünya Kültürü

1.    Prensip:

Kültürlü Müslüman bilgi birikimi açısından kültürlü Gayrimüslim’den üstün olmalıdır.

2.    Prensip:

İslâm okulları bilgi, ahlâk ve estetik bakımından dinsiz okullardan üstün olmalıdır.

3.    Prensip:

İslâm dünyasında hem Müslümanlara yol gösterip ışık tutacak hem insanlık âlemine fener olacak yeterli sayıda vasıflı Müslüman bulunmalıdır.

Dünya Kültürünün Bölümleri

1.    Edebiyat ve Lisan Kültürü:

Anadili Arapça olmayan bütün okumuş ve kültürlü Müslümanlar

yeterli miktarda Arapça

bilmelidir. İkinci olarak çağımızın linguafrancası olan

İngilizce’yi

bilmelidir…

Kendi anadilini de

günlük şifahi iletişim dili olarak değil, yazılı

kültür dili olarak iyi ve doğru şekilde bilmeli ve kullanmalıdır.

Birkaç yüz kelimelik şifahi Türkçe ile kültürlü Müslüman olunmaz.

Kültürlü Müslüman’dan lisaniyat=linguistique uzmanı olması istenmez ama bu konuda kitap sayfası ile en az otuz kırk sayfalık müfid ve öz malûmata sahip bulunmalıdır.

Kültürlü Müslüman

en az on bin kelime, kavram, ıstılah=terim

bilmelidir.

Yüzlerce mısra, beyit, kıt’a ezberlemiş olmalıdır.

Bir konuşma esnasında ihlás kelimesi sarfedilince hemen ezberinden

Muallim Naci

merhumun

“Hakperestim arz-ı ihlás ettiğim dergâh bir / Bir

nefes tevhidden ayrılmadım Allah bir”

beytini kolayca söyleyivermelidir.

Eşeklik ve beyinsizlik yapan birinden bahsedilince “

Bedasla necabet mi verir hiç üniforma / Zerduz palan vursan eşek yine eşektir”

beytini, düşkünlük zamanlarında Fuzuli’nin

“Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn / Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli’ zebûn”

terennüm edebilmelidir.

Tekrar ediyorum böyle yüzlerce beyit, bunlara inzimamen yüzlerce vecize, kelâm-ı kibar, meselâ

Trabzon valisi Âli Bey’in Lehçetü’l-Hakayiki’ndeki

şu dostluk tarifi:

“Dostluk şemsiye gibidir yağmur zamanı bulunmaz”

Türkiye’de ziyalı ve kültürlü Müslüman olup da Osmanlıca okuyamamak, bilmemek mümkün müdür? 1928’den önce yazılmış ve yayımlanmış kitapları okuyamıyor ve sonra kendisini okumuş, kültürlü bir Müslüman sanıyor, ne yaman çelişki.

2.    Tarih Kültürü:

Türkiye’mizde bir asırndan beri

iki tarih

tedavül ediyor.

Birincisi gerçek tarih, diğeri sahte, düzmece, uydurma, fabriqué tarih.

Kültürlü Müslüman yeterli miktarda gerçek tarih bilecektir. Birkaç örnek vereyim:

II. Meşrutiyet inkılabını Dönmeler, Yahudiler, Masonlar yapmıştır. Cennetmekân Sultan Abdulhamid’i tahtından indirmek üzere Selanik’ten İstanbul’a gelen Hareket Ordusu içinde bir Yahudi lejyonu

(El Batalyon Djudio)

bulunmaktaydı.

1923’de Cumhuriyet kurulduğunda devlet zahiren bir İslâm devleti idi.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (anayasa) 2. maddesinde

“Devletin dini din-i İslâm’dır”

yazılı idi. Kabinede sarıklı, cübbeli, sakallı bir Şer’iye Vekili (bakanı) bulunuyordu…

Daha bitmedi,İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda devletin

BMM tarafından seçilmiş bir halifesi

vardı ve bu halife her hafta

Cuma selamlığına

çıkıyordu.

Cumhurbaşkanı’nın zevcesi Latife Hanım saçının bir teli görülmeyecek şekilde sımsıkı tesettürlü idi.

Hafta tatili Cuma günü idi.

Cumhuriyet’in ilk yılında polis şapka giyen, Ramazan gündüzünde açıktan oruç yiyen Müslümanları tutukluyordu.

Sultan Vahideddin Han’ın yaveri olan M. Kemal Paşa

hünkârın kızı

Sabiha Sultan

ile evlenmek istemişti.

Bu izdivaç gerçekleşmiş olaydı acaba tarih nasıl gelişirdi?

İşte kültürlü Müslüman böyle bin kadar tarih referansına sahip olacaktır.

Genel tarih konusunda da kültürlü olmak gerekir. Bundan iki bin yıl kadar önce Roma senatosu kürsüsüne çıkıp

“Veni, vedi, vici”

diyen meşhur zat kimdi?

Dünyada şu ana kadar kaç medeniyet gelip geçmiştir, mevcut on küsur medeniyetin isimleri nelerdir?

Tarihin kaydettiği en önemli

“milletler birliği”

olan Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikleri nelerdir?

Osmanlı bir ulus devleti miydi yoksa bir pax mıydı?

Osmanlı’da millet kavramı (İslâm, Ortodoks-Rum, Ermeni, Latin-Katolik, Gregoryen-Ermeni, Yahudi milletleri).

Belli başlı otuz Osmanlı tarihçisinin isimlerini zikrediniz.

Bırakın tarihçi olmayı bu soruya kültürlü bir veteriner bile cevap verebilmelidir. (Naima, Peçevi, Lütfi Paşa, Vakanüvis Lütfi, Kâtip Çelebi, Ahmed Cevdet Paşa, Neşri, İdris-i Bitlisi vd).

Kültürlü Müslüman,

1683 II. Viyana bozgunu

hakkında ipe sapa gelir, on üzerinden en az yedi not alacak ciddî bir kompozisyon yazabilmelidir.

Müslüman İslâm tarihini de bilecektir.

Göçü önlemek ve güvenliği sağlamak için

mürur tezkeresi ile seyahat

edilmesi.

3.    Beşeri Coğrafya

İnsan zaman ve mekân ile kayıtlı bir varlıktır. Binaenaleyh Müslüman içinde yaşadığı dünyayı yeterli miktarda tanımalı ve bilmelidir.

Müslümanların tek bir ümmet olmaları ve raşid bir imama biat ve itaat etmeleri gerektiği halde İslâm dünyası niçin paramparçadır?

Bir ABD vardır, bir AB vardır

da niçin bir İslâm Devletleri Federasyonu yoktur?

Bu dağınıklığın, parçalanmışlığın ve tefrikanın sebepleri nelerdir?

Osmanlı hilafetinin yıkılması ile İslâm dünyası ve insanlık neler kaybetmiştir?

Kültürlü bir Müslüman beşeri ve iktisadi coğrafya açısından aşağıda sayacağım şu ülkeleri yakından tanımalıdır:

Japonya, G. Kore, Tayvan, Singapur, Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Avusturya, Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre.

Norveç ve İsviçre AB’ye niçin üye olmamışlardır? Üye olmamalarına rağmen

güçleri, istikrarları, üstünlükleri nereden kaynaklanmaktadır?

On milyon nüfuslu İsveç

sivil uçak, savaş uçağı, harp gemileri, tanklar, dünyanın en kaliteli otomobillerini nasıl yapabilmektedir?

Kültürlü Müslümanların bilhassa altıyüz küsur km2’lik

Singapur site devleti

hakkında sağlam bilgilere sahip olması gerekir.

Yüzölçümü bu kadar küçük olan bu devlet gücünü nereden almaktadır?

Singapur’u Singapur yapan Çinli dahi

Lee Kuan Yew

kimdir? Türkiye’nin Singapur’dan alacağı dersler nelerdir?

Bizim gibi bir Asya ülkesi olan

Japonya

niçin çok ilerledi, zenginleşti, bunca Nobel kazandı da, ondan daha fazla imkâna ve kaynağa sahip Türkiye onun çok gerisinde kaldı?

II. Dünya Savaşı’nda feci şekilde yenilen ve korkunç kayıplar veren

Almanya

niçin dünya ihracat birincisidir?

4.    Felsefe Kültürü

Felsefe derken insanlığın düşünce tarihini kastediyorum. Şu veya bu felsefi sistemi değil. Felsefe şu ana dallara ayrılır:

Psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik.

Fransa liselerinde iki cilt felsefe kitabı okutulur…

Mantık bilmeyen bir kimse kesinlikle kültürlü olamaz… Estetik tahsil etmemiş bir genç güzel ile çirkini nasıl ayırt edebilecek?..

Hafıza, merak, dikkat nedir?..

İyi ile kötünün çeşitli tarifleri nelerdir… Mantık ilmi açısından

Darvinizm

kuramı niçin yanlıştır?.. Daha bunun gibi yüzlerce konu.

5.    Eğitim Kültürü

Konuya bir örnekle başlamak istiyorum, İngiltere’deki

Eton Koleji.

1440’da açılan bu okul niçin İngiltere’yi İngiltere yapan kurum olmuştur? Bu okulun özellikleri: Öğrenciler okulda frakla gezerler, okula kesinlikle kız öğrenci alınmaz, her sabah okulun kilisesinde ayin yapılır, okulda iki ayrı kilise korosu vardır: Anglikan ve Katolik koroları. Bu okuldan şimdiye kadar on küsur başbakan çıkmıştır. İngiltere okullarında bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de verilir.

Bizde kuruluş tarihi olan 1868’den 1912’ye kadar

Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde

Müslüman talebelerin beş vakit namazı okulun altı yüz kişilik camiinde okulun resmi imamının ardında cemaat ile kılmaları mecburi idi. Diğer bütün liselerin camileri ve imamları vardı.

Vakanüvis Lütfi

‘nin on iki ciltlik tarihinde Sultan Mahmud’un bütün valilere irade göndererek Müslüman halkın beş vakit namazı camilerde cemaatle kılmasını emrettiği yazılıdır.

Türkiye’deki

lâ-dinî inkılap eğitimi iflas etmiştir.

Müslüman kesim olanca hürriyet ve zenginliğe rağmen gerçek

İslâm Mektepleri

açamıyor.

Kemalizm’in yasaklayıp kapattığı İslâm medreseleri ve tasavvuf tarikatlarının hálâ kapalı olması ilim ve irfan bakımından çok büyük bir kayıptır.

6.    Mimarlık ve Şehircilik Kültürü

Mimarlığın piri Romalı

Vitruvius, “De Architectura libri decem”

adlı kitabında bir binada üç özellik bulunması gerektiğini yazıyor: Sağlam olacak (Firmitas), hangi amaçla kullanılacaksa ona uygun olacak (Utilitas), güzel olacak (Venustas)… Güzel olmayan bir bina iyi ve başarılı bir bina değildir.

Evi, meskeni, ikametgâhı bir Müslüman’ın öncelikle malı mıdır yoksa yuvası mıdır?

Yüksek binalar, gökdelenler, rezidanslar, sefertası gibi apartmanlar İslâm medeniyetine uygun mudur? Müslüman böyle binalarda kimliğini ve ruh sağlığını koruyabilir, mutlu olabilir mi?

7.    Sanat Kültürü

Hat sanatının kaç çeşidi vardır (Kufi, nesih, sülüs, talik, divanî…)?

Aherlikâğıt, kamış kalem, makta’, mühre, hat mürekkebi, Hind abadisi ne demektir?

Tezhip sanatı… Bu sanatın ekolleri.

Ebru… çiçekli ebru, kumlu ebru, ebru ile murakka yapmak.

Cilt sanatı… Yan kâğıdı, mıkleb, şemse.

İki yüz yetmiş çeşit İslâmi geleneksel sanat ve zenaatler.

Klasik Türk evinin özellikleri… Tepe pencereleri… Malta taşı kaplı alt katlar… Ocaklar… Gusülhaneler… Cumbalar… Şerbetlikler, sofalar, hayatlıklar, pencerelerdeki kafesler, tahtaboşlar, kuyulu bahçeler, duvarlarda kalem işleri.

8.    Görgü Kültürü

Evlerdeki haremlikler selâmlıklar.

Tramvaylarda, vapurlarda, trenlerde, lokantalarda, muhallebicilerde kadınların yerlerinin ayrı olması.

Büyük şehirlerin kalabalık cadde ve meydanlarında İslâm hanımlarının ikindi namazından sonra dolaşmalarının uygun görülmeyişi.

İstanbul görgü, nezaket, edeb ve terbiyesinin iki yüz elli özelliği.

9.    Giyim Kuşam Kültürü

İstanbulin, redingot, çeşitli fesler arakiyeler, takkeler, imameler.

Kadın giysileri:

Çeşit çeşit çarşaflar… Çalışkuşu romanında Feride’nin gülkurusu çarşafı, feraceler, yaşmaklar.

19. asrın ortalarına kadar Gayrimüslim Osmanlı hanımlarının da tesettürlü olması.

Hacı Zihni Efendi’nin Kitab-ı Nikâh’ında

belirttiği gibi.

19. asırda Sultan Abdülaziz zamanında basılmış

Elbise-i Osmaniye.

Osmanlı görgüsünde Müslüman erkeklerin başları açık olarak gezmelerinin büyük ayıp ve zillet olması.

10.    Sağlık ve Beslenme Kültürü

Tıbbın pozitif bir ilim olmadığı, tecrübi bir ilim olduğu… Dünya üzerinde bir tane değil çeşitli tıp ekolleri bulunduğu… Ortodoks tıp ekolünün ilaç sanayisi tarafından boyunduruk altına alındığı ve dejenere edildiği…

İlaçların büyük kısmının endüstriyel meta olduğu…

Hasta kavramının yerini müşteri kavramına

bıraktığı… Tıbbın aslında çok faydalı, çok hayırlı bir bilgi dalı olduğu, lakin tıp çetelerinin, ilaç mafyalarının tıbbı gayri ahlâki amaç ve menfaatlere alet ettiği…

Akupunktur… İslâm tıbbı… Ayurveda… Tibet tıbbı… Aromaterapi… Thálâssoterapi… Homéopathie… bunlar hakkında kültürlü insan yeterli bilgiye sahip olmalıdır.

Bugün hastahanelerimizde uygulanan sezaryan ameliyatlar, açık kalp ameliyatları doğru, isabetli ve etik midir?.. Ameliyat edilmesi gerekmeyen bir hastanın ameliyat edilmesi…

11.    Çeşitli Konular

(Ahmed Cevdet Paşa’nın lisanı ile malûmat-ı şetta)

– İbn Batuta, İbn Fazlan, Evliya Çelebi…

– Tibetçe’yi bilen Tibet kültürüne vakıf Fransız Alexandra David-Neel’in Tibetli bir dilenci kılığında o büyük ülkeyi sekiz ayda Çin hududundan Himalayalara kadar dolaşması…

– Nobel kazanmış Dr. Albert Schwarzer’in Afrika’daki insani hizmetleri…

– Hardmann akımları…

– Bitkiler insanların konuşmalarını, duygularını anlar mı?

– Tarihe damgalarını vurmuş belli başlı cihangirler ve maceraperestler (Attila, Cengiz Han, Büyük İskender, Napoléon… vs).

– İlk BMM yayınları…

– Cezayir-i Bahr-i Sefid Salnamesi’nin Türkçe ve Rumca yayımlanması.

– Dünyanın en büyük Çin porselenleri koleksiyonu Topkapı Sarayı’nda bulunması.

– Versailles Sarayı’nda bir tek tuvalet bulunmaması. İhtiyaçlarını oturaklara yapıp pencereden savurmaları.

– Napoléon’un Elbe Adası’ndaki yüz günlük prensliği.

– 1871’de birleşme olmadan Almanya’da üç yüz küsur devlet, prenslik, şehir ve kilise arazisi bulunduğu.

– I. Dünya Savaşı’nda Irak cephesinde Kutü’l-Amare’de on iki bin kişilik İngiliz ordusunu başlarındaki kumandan General Towsendile birlikte Osmanlılara esir düşmesi.

– Lundi Adası’na Türklerin gitmesi. 20 sene kalmaları. Hiçbir kralın Türkleri bu sene zarfında sökememeleri.

– Glasgow’da bir İngilizin Müslüman olması ve

Sultan Abdülhamid’in onu İngiltere şeyhülİslâmı tayin etmesi.

– Danimarka’da Harune’r-Reşid paralarının bulunması.

– Avusturalya’da Captain Cook’tan önce İslâm paralarının bulunması.

– Mecmua-yı Fünun’daki kayda göre Sinan Paşa’nın Mozabik’te yaptırdığı cami.

– Ortodoks sinegoglarında cumartesi ayinlerinde Osmanlı sultanına duâ edilirken sahte mesih Sabetay Sevi’nin Gazze sinagoglarında bunu kaldırması.

– Dönmelik=Sabetaycılık.

– Dönmeliğin Polonya’da, İtalya’da ve başka ülkelerde de şubelerinin olması.

– Bahailik.

– Bahailiğin merkezinin

İsrail’de

olması.

– Sultan Abdulhamid’in Çin’e bir ulema heyeti göndermesi ve orada

Hamidiye Medresesi’

nin açılması.

– Avrupa’nın en demokrat, en çoğulcu, temel insan haklarına en saygılı, hukukun üstünlüğü prensibine en riayetkar, en güvenli ülkelerinin krallıkla idare edildiği (İngiltere, Norveç, İsveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg Büyük Dukalığı).

– İngiltere’de lâiklik olmadığı, hükümdarın aynı zamanda millî kilisenin başı olduğu.

– Sultan II. Selim’in kendisinden yardım isteyen Açe (Sumatra) Müslümanlarına gemi inşa ustaları, top döküm ustaları, barut imal eden ustalar ve bunların yanında hattat ve müzehhipler göndermesi.

– Kökü Macar olan Nigar Hanım’ın

“Feryâd ki feryadıma imdâd edecek yok / Efsus ki gamdan beni azad edecek yok”

gazelini

Tamburi Cemil

Bey’in bestelemesi.

– Şehid-i muhterem

Erbilli Esad Efendi

hazretlerinin

Âteş redifli gazeli

(Ne mümkin bunca âteşle şehîd-i aşkı gasl etmek, Cesed âteş, kefen âteş, hemâb-i hoş güvar âteş) beyti. Bu da bestelenmiştir.

– Sultan Abdülhamid’in büyük şeyhi

Şazeli-Darkavi Tarikatı postnişini Muhammed Zafir el-Medeni

hazretleri. Beşiktaş’ta şu anda

Ertuğrul Camii

olarak hizmet veren dergâhta hizmet görürdü. Sultan Abdülhamid’in sağlığında vefat etmiş, padişah caminin önünde ser-mimar Raimondo D’Aronco’ya art-nouveau tarzı bir türbe yaptırtmıştır.

– Dünyanın ilk denizaltısını Sultan Abdulhamid’in Donanma-yı Osmanî için satın alması.

Humbaracı Ahmet Paşa

‘nın daha önce

Kont Bonneval

olması. Galata Mevlevihanesi’nde medfundur.

– Nazım Hikmet’in

Mevlâna

ve

Ağa Camii

şiirleri.

– Fuzuli’nin Şikayetnamesi’nin Türk nesrinin en güzel metinlerinden biri olması.

– Sultan Abdülaziz devri ulemasından

Bağdatlı Ebubekir Efendi

‘nin Kraliçe Victoria talebi üzerine G. Afrika Müslümanlarını irşat için hükümet-i seniye tarafından gönderilmesi.

Boğaziçi Aşireti

kitabının okunması.

Osman Hamdi Bey’in hayatı

ve önemi.

– Galatasaray Lisesi Fransızca öğretmeni olan ve kitapları bulunan

Orhan Selahattin Efendi

‘nin Mevlevi şeyhi olduğu.

– Son halife

Abdülmecid Efendi’nin

1944’te Almanlar Paris’i tahliye ederken

Mareşal Manourie

sokağındaki konağında irtihal etmesi. Tabutunun Paris Camii’nde yıllarca bekletildikten sonra Türkiye Hükûmeti’nin izin vermemesi üzerine Medine-i Münevvere’de Baki Kabristanı’na defnedilmesi.

– Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürri Şehval Sultan’ın, Hindistan Haydarabat Nizamı’nın gelini iken orada 1947’te Doğan isimli Osmanlıca bir kitap yazıp bastırması.

– 1985’te ülkemizin doğu kısmında parşömen üzerine Arami diliyle yazılı bir

Aziz Barnabas İncili

bulunması, sonra bu son derece değerli kitabın izinin kaybolması (G. Kurmay Başkanlığı Savaş Dairesi kasalarında saklandığı iddia ediliyor). Bu kitap yayımlanabilseydi teslis inancının batıl olduğu ortaya çıkacaktı.

– 1917’de tarihinde Portekiz’de

Fatima beldesinde

Lucia

isimli bir çoban kızına

Hz. Meryem

‘in görünmesi, kıza üç kehanet bildirilmesi. (Bu kehanetin üçüncüsü açıklanmamaktadır).

– İstanbul’un üç büyük evliyasının

Fatih Zeyrek’te Mehmed Emin Tokadî Hazretleri, Eyüp Nişanca’da Murad-ı Münvezî Hazretleri ve Üsküdar’da Abdülfettah Bağdadî Akrî

Hazretleri olduğu.

– Fuzuli hakkında en geniş araştırmanın Katolik Ermeni rahibi

Kevork Terzibaşıyan

tarafından Ermenice yazılması.

– Türk lisanının on küsur alfabe ile yazılmış olduğu: İslâm-Kur’ân yazısı, Grek alfabesi, Ermeni alfabesi, İbrani yazısı, Kiril yazısı, Latin yazısı, Göktürk yazısı, Uygur yazısı, Orkun yazısı, Çin yazısı.

– Avrupalılar mağaralarda yaşarken Çinlilerin kâğıt ürettikleri, pusula kullandıkları ve barut yaptıkları.

Japonya’da

sekiz yüz senedir hiç sönmeden üretim yapan

geleneksel çömlek

atölyelerinin varlığı.

– Japonya

çay seremonisinin

icazetli üstatlar tarafından dört senede öğretildiği.

– Japonların öğrenilmesi okunup yazılması son derece zor olan millî alfabelerinin muhafaza ederek ilimlerde, fenlerde, eğitimde, sanayide, ilerlemede harikalar meydana getirmiş olduğu;

kolay bir alfabenin aptallaştırdığı, zor bir alfabenin pişirdiği ve olgunlaştırdığı.

– İstanbul şehrinde tarih boyunca iki büyük hukuk abidesi: Biri

Justiniaus’un digesleri,

diğeri

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye.

– Mesleği ziraatçilik, sanayi, mühendislik, ipek böceği uzmanlığı da olsa her Müslüman’ın Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’nin kavaid-i külliyesini ehliyetli bir hocadan okuyup ezberlemesi gerektiği.

– İstanbul’da en enteresan minarenin, Mimar Sinan’ın kendi adına yapmış olduğu Fatih Akşemseddin Mahallesi’nde

Mimar Sinan Camii minaresi

olduğu (Ali Emiri Kültür Merkezi yakınındadır).

Louis Massignon

‘un kim olduğu ve önemi.

– Veznecilerde

Hallac-ı Mansur Tekkesi.

– Fransız

Prof. George Dumezil’

in bir rivayete göre

otuz lisan bildiği.

1950’lerde, Türkiye’de dört kişinin konuştuğu

Ubik dilinin

o insanlarla görüşerek lügatini yazması.

– Napoleon’un Toulon Limanı’ndan Mısır Seferi’ne giderken gemilerden birine İtalya’dan getirdiği

Arapça hurufatlı matbaa

kurduğu ve Mısır halkına

Besmele

ile başlayan beyannameler bastırdığı.

– Rosetta taşı

ve Hiyeroglif için önemi.

– Rasputin’in Çar II. Nikola’nın oğlu Veliahd Aleksey’in hemofili hastalığını tedavi etmesi,

“ben sağ oldukça çarlık ayakta kalır”

demesi, Prens Yusupov tarafından öldürülmesinden sonra çarlığın yıkılması. Çar ailesinin Ekatarinburg’ta kurşuna dizilmesi.

– Mozart Saliari arasındaki rekabet.

– Nietzsche Wagner arasındaki rekabet.

– Ali Emiri Efendi’nin ezberinde on binden fazla mesari, ebyat, eşar bulunduğu.

– Fatih türbedarı eazım-ı evliyadan

Amiş Efendi’

nin (1807-1920) yüz on üç yaşına kadar yaşaması.

– Çok muhterem ve temiz bir Müslüman olan

Ahmed Naim Bey

merhumun Amiş Efendi’nin damadı olduğu.

– Muallim Cevdet Bey.

– Kur’ân tilavetinin kemalinin Sami Efendi ile ezan okumanın kemalinin Pertevniyal Valide Sultan Camii baş müezzini Cemal Efendi’den son bulduğu.

– Itri’nin salavat-ı şerifesinin musikide bir zirve olması.

– Manastır’da İttihadcı asiler ve bagiler tarafından şehit edilen Şemsi Paşa’nın dinine, devletine, halifesine bağlı muhterem bir İslâm kahramanı olduğu.

– Murad Reis’in İzlanda’yı vurması ve esirler arasında papazın bulunması ve bu papazın hatıralarını yazması ve kendilerine gösterilen insani davranışı yazmaktadır.

– Atina’da bizdeki Koç gibi bir zenginin açtığı bir müze

Benaki Müzesi.

Gülbenkyan Müzesi,

Portekiz. Minyatür ve tezhipli kitaplar müzesidir daha ziyade.

– Endülüs’te

Lizbon kadısının fetvaları.

– İsviçre’de Müslümanların bir buçuk asır hâkim olmaları.

– İtalya’nın güneyindeki

Bari İslâm Emirliği.

Musa Carullah’ın önemi,

hayat hikâyesi.

– Demokrasi ve İslâm arasındaki münasebet.