Ehl-i İslâm’ın Hali
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Çarşamba
Müslümanların başına bela ve musibet niçin gelir? Bunun iki sebebi vardır: Birincisi, o Müslümanlar çok yüksek, çok vasıflı, veli, sâlih Müslümanlardır ve sıkıntılar kendilerini imtihan etmek, derecelerini yükseltmek için gelmektedir. İkinci sebep ise: Günahlarına, isyanlarına, hatâlarına, tuğyanlarına dünyevî bir ceza olarak gönderilmiştir.
Şimdi ibret aynasında halimize bakarsak, başımıza gelen belâ ve musibetlerin ceza olduğunu anlayacağız.
Dünyevî bela ve musibetler, çeşitli sıkıntılar bir Müslümanın uyanması, toparlanması, kendisine çeki düzen vermesi için en güzel fırsat ve imkanlardır.
Belaya, musibete, sıkıntıya mâruz kalıp da uyanmayan, kendini ıslah etmeyen Müslümanın hali çok kötüdür.
Zelzeleler, düşman zulmü, insî ve cinnî şeytanların kötülükleri, maddî sıkıntılar bizim için birer ilaç gibi olmalıydı. Bütün varlığımızla Allah’a yönelmemiz, nasuh tevbesi etmemiz, başta beş vakit namaz olmak üzere ibadetleri dikkatle eda etmemiz, para köleliğinden kurtulmamız, nefs-i emmarelerimize put gibi tapmak ayıbından temizlenmemiz, din kardeşlerimizle aramızdaki çekişme ve tepişmeleri giderip birliği sağlamamız, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmamız gerekmez miydi?
Her yeni gün, yeni bir musibetin ve zulmün habercisi oluyor. Biz günübirlik dedikodularla, dünyamıza ve âhiretimize faydası olmayan ıvır zıvır işlerle uğraşırken karşıtlarımız ehl-i İslâm’ı kıskıvrak bağlamak, köleleştirmek için gece gündüz plan, mekr ü hile hazırlıyor.
Sabataycı Sanhedrinlerinde, Mason localarında, ateistlerin gizli merkezlerinde milleti köleler sürüsü haline getirmek için harıl harıl çalışılırken, Müslümanların günde beş kere toplanma yeri olan camilerin haline bakınız. Cemaatin sayısı ne kadar az. Beş on fakir ve marjinal Müslüman, birkaç genç, o kadar. Peki, İslâm İslâm diye bağırırken mangalda kül bırakmayan okumuş, zengin, ünlü, imkanlı, yaygaracı İslâmcılar namaz vakitleri hangi sıçan deliğindeler? Be adamlar, her vakitte gelemiyorsanız, bari arada bir camilere gelseniz, cemaate katılsanız olmaz mı?
Müslüman gazetelerde ahkam kesen çok. Mesut Yılmaz ne yaptı, Tansu Çiller ne yapacak, Cumhurbaşkanı imzalayacak mı, imzalamayacak mı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ne dedi, Yargıtay Savcısı ne yapmak istiyor, Avrupa Mahkemesi ne karar verecek?… Namaz vakitlerinde camilerin boş olduğu Müslüman bir ülkeye bu gibi dedikoduların ne faydası olur?
Dindar halk başındakilere, önder ve kılavuzlarına tâbidir. Hocalar, hocaefendiler, şeyhler, üstadlar, ağabeyler, hazretler, büyük mücahidler, mürşidler ne derlerse, peşlerinden gidenler o sözlere uygun işler ederler.
Hiç yok demiyorum. Kayseri taraflarında bir şeyh efendi varmış, mürid ve muhiblerinden asla para toplamazmış. İsmini ve yerini öğrenip ziyaretine gideceğim, elini ve eteğini öpeceğim. İstanbul’da, başka yerlerde de böyle birkaç şeyh ve âlim varmış. Ne mutlu onlara.
Bir din baronundan bahsettiler; bağlılarına ve bendelerine “İki mülkü olan, birini satsın, parasını getirsin” diyormuş. Bağlıları ona kutub diyormuş. Zıt kutub!
Yakındaki camilerin minarelerinden ezanlar okunuyor. Birkaç zamane sofusu oturmuş hararetli hararetli konuşuyorlar: “Hazretimizin durumu ne olacak? Filan zulüm kanunu çıkacak mı çıkmayacak mı? Ucuz ve kolay bir şekilde devleti ele geçirip, tepeden aşağıya doğru İslâm’ı hâkim kılacak mıyız?..” Geveze adamlar! Camiye gideceklerine oturup zevzeklik ediyorlar. Böyle Müslümanların ne kendilerine, ne dine, ne Ümmet’e, ne de memlekete ve millete faydası olur.
On iki yaşından küçük çocuklara yaz tatilinde din ve Kur’an dersi verilmesi yasak edildi. Peki bu zalimane yasağa karşı Müslümanlar ne gibi tepkiler gösterdiler? Yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla ne gibi protestolarda bulundular? Çocuklar için beş on çeşit küçük broşür hazırlanıp, bunlardan milyonlarca basılıp dağıtıldı ve okutuldu mu? Evlerde her ana baba çocuklarına din ve Kur’an dersi vermek için kolları sıvadı mı?
Ucuz iniltiler, âcizlik ifadesi homurtular, hayıflanmalar, ah vahlar… Bunlar bize ne kazandırır?
Gandi, İngilizlerin esaretine düşmüş olan Hindistan halkını ve aydınlarını uyandırmak için adem-i şiddet (şiddetsizlik) üzerine dayalı bir sivil direniş hareketi geliştirmişti. O hareketten ilham ve ders alınarak bir şeyler yapılamaz mı?
1868-71 yılları arasında Bugün gazetesinin teşvik ve tahrikiyle “Kalabalık cemaatli sabah namazları” tertipleniyordu. Herhangi bir sabah, genellikle İstanbul’un büyük bir camisinde toplanılıyor, on bin, yirmi bin, otuz bin, kırk bin kişilik büyük bir cemaatle sabah namazı kılınıyor ve sonra kalabalık sessizce dağılıyordu. Ne bir slogan, ne bir feryat, ne de herhangi bir nümayiş… Buna benzer bir hareket yapılamaz mı?
Din baronları böyle şeyleri sevmezler. Onların aklı fikri Müslümanlardan para toplamak, alkışlanmak, övülmektir. Namazı, büyük cemaati, onlara para ve alkış temin etmeyecek, öyleyse kalsın…
Dindar kesimin zengin ve varlıklı kısmı eski günahlarında ısrar ediyor: Lüks ve pahalı lokantalarda tıka basa yemek yemek, lüks ve pahalı otomobillerle gezip tozmak, müzeyyen meskenler, alabildiğine semirmek, yazlıklarda fink atmak; deniz, temiz hava, bol gıda… Bol bol gaflet, gurur, kibir, basiretsizlik, firasetsizlik, mâlâyâni konuşmalar…
Günde beş dakika da “Halimiz ne olacak, durum çok kötü, zulüm her geçen gün biraz daha artıyor…” gibisinden ucuz bir edebiyat ve sahte ağlamalar.
Müslümanlar! Ne zaman uyanacaksınız? 10 Ağustos 2000