Çarşamba

 

Pazar günü öğleden sonra Ayasofya Camii’nin Gülhane tarafında bulunan Cafer Ağa Medresesi’ne gittim. Avludaki masalar doluydu, kenardaki atölye odalarında hummalı bir faaliyet vardı. Ebru bölümünde ebru teknelerine boyalar atılıyor; hat kısmında hoca, öğrencilerinin meşklerini tashih ediyor; seramik odasında çamura şekil veriliyordu. Bir köşeden de ney sesleri geliyordu. Oradaki hanımların bir kısmı tesettürlü, bir kısmı açıktı. Çaylar kahveler içiliyordu, yemek yiyenler de vardı. Cafer Ağa Medresesi güzel bir sanat merkezi olmuştu. Kurucularını, idarecilerini tebrik ediyorum.

Girişteki büyük salonda İranlı Azerî ressam Rıza H. Rad’ın resim sergisi yer alıyordu. Orada da oturdum, sohbet ettik. İlk fırsatta İran’a gidip, gezebildiğim kadar gezmek, görmek istiyorum. İki ülke arasında vize yokmuş. Türkçe konuşan çok olduğu için lisan sıkıntısı çekilmezmiş. Lüks oteller pahalıymış ama başka her şey Türkiye’ye göre çok ucuzmuş. Hele benzin sudan ucuzmuş. Ben lüks otelerde yatmayı sevmem. Temiz olmak şartıyla küçük bir otel neme yetmez.

Çok ilgimi çeken sanatlardan biri toprak ve seramik sanatıdır. Eskiden yurdumuzda topraktan çanak, çömlek, testi, saksı, küp yapan binlerce işyeri vardı. Bunların çoğu kapandı. Topraktan yaratılmış olanlar dünya hayatından sonra toprakta sıralanacak olanlar, nedense toprağa rağbet etmez oldu. Çağımız şimdi plastik, melamin, alüminyum devridir. Medresedeki toprak-seramik hocasına sordum, İstanbul civarında, onun bildiği sadece Anadoluhisarı’nda Göksu deresi kenarında bir tek atölye kalmış. Havalar ısındı, bir gün oraya gidip göreceğim.

Çocuklarımıza, gençlere geleneksel sanatlarımızdan birini öğrettirelim. Hem bir hüner ve marifet sahibi olurlar, hem ruh ve akıl sağlıkları daha düzgün olur, hem de mutlu olurlar. Bazen bu yolla para da kazanılır. Merhum üstad Ziyad Ebüzziya beyin kızı Alev Ebüzziya hanım dünya çapında bir seramik sanatçımızdır. Eserlerine dünya hayran oluyor, bizim haberimiz yok. İşimiz gücümüz şarkıcılar, türkücüler, futbolcular ve politikacılar ile. Bir sanatkârın ünü olmuyor ama bir sahtekârı bütün ülke tanıyor. Ne garip tecelli.

Son birkaç sene içinde geleneksel sanatlarımız konusunda çok sevindirici gelişmeler oldu. Konya’da Destegül Güzel Sanatlar Mektebi açıldı. İstanbul’da Cafer Ağa Medresesi, Küçük Ayasofya’da Yesevî Vakfı ve etrafındaki sanat dükkânları, Sultanahmet parkının arkasında Haseki Hamamı’na bakan İstanbul Sanatları Çarşısı… Başka kurslar da var.

Bir cumartesi veya pazar günü binin otomobilinize ve buraları gezin, yararlanacaksınız. Cafer Ağa Medresesi’ni gezerken yanımda bulunan Abdullah oradaki çalışmaları görünce “Biz şimdiye kadar çok vakit kaybetmişiz” diye hayıflandı.

Belediyelerimiz bu yaz tatilinde geleneksel sanat kursları açmalıdır. Şu sıralarda hep hatta, ebruya, tezhibe ağırlık veriliyor. Geçenlerde listesini çıkarttım, yüz otuz kadar sanat ve zenaat tesbit ettim. Biraz daha araştırsam yüz elliyi bulacak. Bu sanatlar da canlandırılmalı, ihya edilmelidir. Toprak sanatımız can çekişiyor. Halbuki komşumuz Yunanistan Girit Adası’nda ürettiği toprak saksıları, testileri başta İngiltere olmak üzere çeşitli dünya ülkelerine ihraç ediyor. Avanos’ta halen devam eden fırında pişmiş toprak eşya sanatımız geliştirilse, dış ülkelere ihraç edilse ne iyi olur.

Yıllardan beri geleneksel el sanatlarımız konusunda yazdığım yazılar bir araya getirilse kitap olur. Evlerimizi birer Türkiye evi olarak süslemeliyiz. Topraktan yapılmış, sanat boyutu olan bir eşya, kristal veya gümüş bir eşya kadar değerlidir. Yeter ki, biz onun değerini bilelim, algılayalım.

Toprak sanatını öğrenmek o kadar zor bir şey değil. Küçük bir atölyeniz olacak, uygun toprak bulacaksınız, ona şekil verip fırında pişireceksiniz. Şimdi bu iş için elektrikli fırınlar var. Avanos’ta ucuz olsun diye otomobil ve kamyon lastiği yakarak ısıtıyorlarmış fırınları.

Parça kumaşlardan yamalı bohça, seccade, yorgan ve sair örtüler yapmak da bir sanattır. Kültür Bakanlığı “Kırkpare Sanatı” adıyla bu konuda büyük ve güzel bir kitap çıkarttı. Meraklılara tavsiye ederim.

Japonya, Çin, Hindistan, İspanya, Hollanda ve daha bir sürü ülkede elle kağıt yapılıyor ve bütün dünyaya ihraç ediliyor. Hindistan’daki bir el yapımı kağıt firmasının kataloğunu gördüm, yüzlerce çeşidini üretmişlerdi. İnce, kalın, renkli, üzerine çiçek yaprakları yapıştırılmış, bazısı sedef gibi parlayan kağıtlar. Bunlar davetiye hazırlanmasında, kitapların lüks edisyonlarında, çeşitli süsleme işlerinde kullanılıyormuş. Bizde eskiden Osmanlılar zamanında el ile kağıt yapılan kağıthaneler varmış. Şimdi ticarî maksatla el kağıdı yapılan tek işyeri yok. Halbuki bu yolla da sanat ürünleri verilebilir, para kazanılabilir. Hindistan, İspanya, İtalya yapıyor da biz niçin yapmıyoruz? Remzi Köklü bey elle kağıt yapımı işini biliyormuş, ona telefon edip bu konuda bir kurs açmasını rica edeceğim. Elbette beş on talebe bulunur ve bu işe de başlanmış olunur.

İnternet’te bir site buldum, Fransa’da okul çocuklarına elle kağıt yapımını anlatan bilgiler veriliyordu. Bizim aklımız fikrimiz heykel, büst ve bale sanatında. Biraz da kendi geleneksel sanatlarımıza eğilsek olmaz mı?

Ev hanımlarımızın çoğu aşırı temizlik hastası oldu. Evde kitap istemiyorlar, kütüphane istemiyorlar. Neymiş toz olurmuş. Toz olur bahanesiyle eve kitap sokmamak cinnet değil midir? El sanatlarının biraz tozu, süprüntüsü olur ama getireceği huzur, fayda, kazanç bin kere fazladır. Bazı sanatları yapmak için küçük bir sandık odası yeterlidir. Sandık odası yoksa evin bir köşesi bu işe tahsis edilir, tozu ve süprüntüsü olursa sık sık temizlenir.

Taşralarda, kırsal kesimde ilkel el tezgahlarında kıymetli kumaş dokunması işi de canlandırılmalıdır. Elle eğrilmiş yün iplikten dokunmuş mukaşların yurt içinde değeri bilinmese bile yurt dışında bunlar mutlaka takdir edilecek, kapışılacaktır. Bu işleri kimler, hangi müesseseler organize edecek? Devletten fazla bir şey beklemiyorum. Bu gibi el sanatları için bütçeden fon ve tahsisat ayrılsa, birtakım namussuz ve şerefsiz yiyiciler üşüşüp paraları iç ederler, sanat manat da yapılmaz. Ya Rabbi bu yiyicilik ne büyük bir felâkettir.

Atalarımız akıl ve ruh hastalarını müzik ile tedavi ederlermiş. Sanatın her şubesi bir ilaç gibidir. Sıkıntılı, depresyona girmiş, stresli kimselere ebru yapmalarını tavsiye ederim. Sanat sağlık, huzur, denge kazandırır. 02 Mayıs 2002