Perşembe

 

İleride bu memlekete İngiltere’de, İsveç’te, Kanada’da ve diğer medenî ülkelerde olduğu gibi tam, yüzde yüz bir demokrasi gelir mi, bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var:

  • Türkiye’de, büyük sıkıntılar çekildikten sonra

    ADALET

    gelecektir,

  • MİLLÎ KİMLİK VE KÜLTÜRE SAYGI VE BAĞLILIK

    gelecektir,

  • TARİHÎ DEVAMLILIK

    gelecektir,

  • HUZURve GÜVEN

    gelecektir,

  • TAMve GERÇEK DİN, İNANÇ, İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAK HAKKI VE HÜRRİYETİ

    gelecektir,

  • VATANDAŞLAR İNANÇLARINDAN DOLAYI RAHATSIZ EDİLMEYECEKTİR


    Bütün bunlar kolay olmayacaktır. Çile ve zahmet çekilecektir. Yukarıda saydığım haklar, hürriyetler, haysiyetler gelince, değil bütün üniversite ve yüksek okullarda,

    bütün

    okullarda Müslüman kızların başörtüleriyle okumaları serbest olacak, böyle bir şey normal ve tabiî karşılanacaktır.

    Müslüman kadın doktorlar, Müslüman kadın avukatlar, Müslüman kadın öğretmenler başörtüleriyle hizmet verecekler, tesettürlü oluşları dolayısıyla hakarete ve baskıya uğramayacaklardır. Halkının çoğunluğu Müslüman ve dindar olan bu ülkede Müslümanlara eşitlik sağlanacaktır. Türkiye Müslümanları din ve inanç konusunda İngiltere, Norveç, Kanada veya Avusturya’da yaşayan din kardeşleri

    kadar

    hür ve güvenli olacaktır. Onların temel hak ve hürriyetleri hiçbir bahane ve kuruntu ile ihlâl edilmeyecektir.

    Dokuz on yaşındaki küçük mektepli kızların beyaz başörtüleriyle okullarına gittiklerini görür gibiyim.

    Baskıcılar, yasakçılar, tabucular, ihlâlciler!.. Boşuna direnip durmayınız. Elbet bir gün bu memlekette de sabah olacak, güneş doğacaktır.

    Adalet, güvenlik, insan hakları, din ve inanç hürriyet güneşi…

    Ey Müslümanlar!.. Bu anlattıklarım bütün medenî ülkelerde din kardeşlerimize tanınmış ve sağlanmış haklar ve hürriyetlerdir. Ümidinizi kesmeyiniz. Yan gelip yatmayınız. Doğumlar sancılı olur. Medenî vatandaşlar, haysiyetli insanlar olarak yasal sınırlar içinde vazifelerinizi yapınız, haklarınızı arayınız. Büyük bozukluklar yüzünden ortalık allak bullak olacak, dünya şimdiye kadar görülmemiş bir hercümerç yaşayacak ve sonra ortalık düzelecek ve sükûn bulacaktır.

    Hayatın Mânâsı

    Hayat ne güzel… Lüks hayat, yan gel yat… Hayat ne tatlı… Bazılarımız böyle konuşur, böyle söylenir dururlar da, hayatın ne olduğunu biraz daha ciddî, biraz daha derin düşünmezler. Hayat doğduğumuz andan ölünceye kadar geçen zamandır.

    Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz?

    Öldükten sonra ruhumuz kalacak ve var olacak mı?.. Bunları düşünenlere materyalistler

    “Hangi devirdeyiz!..”

    diyorlar. Bir ateistle, bir agnostikle, bir inananın hayat telâkkisi bir olamaz. Birtakım Müslümanların hayatı ateistler, materyalistler gibi algılamalarına şaşmamak ve öfkelenmemek mümkün değil.

    Dünyada her dine, her inanca, her felsefeye, her ideolojiye bağlı bütün insanlar bir tek gerçekte birleşiyorlar: Ölümün hak (realite) olduğunda. Ayırım bundan sonra başlıyor. İnanmayanlar öleceksin ve her şey bitecek diyor, onlara göre:

  • Yaptığın iyiliklerin ödülünü almayacaksın.
  • Yaptığın kötülüklerin, zulümlerin, haksızlıkların, merhametsizliklerin cezasını görmeyeceksin.
  • Dünyadaki hayatın konusunda âdil bir mahkemede muhakeme edilmeyeceksin.
  • Uğradığın haksızlıklardan dolayı onları yapanlardan dâvâcı olamayacaksın.

    İnanmayanların dünyada (kendilerince) işleri kolay, yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Ya durum inandıkları gibi değilse; hesap, kitap, sorgulama, mahkeme, mükâfat, ceza varsa…

    Müslümanlık

    “Elin yüzün yumakla”

    bitmiyor. Âhirete, ölümden sonraki hayata, işlere hazırlıklı olacaksın. Biz Müslümanlar bu konuda gerçekten şuurlu ve idrakli miyiz, gereken hazırlıkları yapıyor muyuz? Müslüman nelerden hesaba çekilecek? Sorgulama kabir/berzah hayatında başlıyor. Sual melekleri soracaklar:

    Birinci soru:

    “Tanrın ve Rabbin kim?..”

    Bu soruya

    “Yaratıcım, Rabbim, İlâhım Allah”

    demen gerekiyor. Dünyada böyle inanmadıysan orada bu cevabı veremeyeceksin.

    İkinci soru:

    “Nebin

    (Peygamberin, Allah’tan sana tâlimat getiren zat)

    kimdir?..

    Buna da

    “Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm”

    demen gerekir. Diyemezsen durumun kötüdür.

    Üçüncü soru:

    “Dinin hangi dindir?..”

    Buna da

    “İslâm dinidir”

    cevabını vermen gerekir. Zahiren Müslüman gibi görünen, gerçekte parayı, zenginliği, nefsini din-iman haline getirmiş, putlaştırmış olanlar sınavın bu üçüncü sorusunu da doğru şekilde cevaplandıramayacaklardır.

    Dördüncü soru:

    “Kitabın, düsturun hangisidir?..”

    Bunun cevabı

    “Kur’ân”dır

    olmalıdır. Dünyada kitabın Kur’ân değil idiyse âhiretin kapısındaki sorgulamada bu cevabı veremeyeceksin…

    Kur’ân-ı Kerîm’de birtakım ârabiler (bedevîler) için

    “Onlar iman ettik diyorlar; iman etmediler, Müslüman oluverdiler

    (göründüler)

    buyuruluyor. Peygamber Aleyhisselâm bazıları için “İman onların boğazlarından aşağıya (kalplerine) inmedi” diyor. Bu devirde böyle insanlar var mıdır? Elbette vardır.

    Bir Müslüman için en önemli konu âhirette halinin ne olacağıdır. Âhireti düşünmeyen, âhiret için hazırlık yapmayan, âhiret için azık toplamayan kimse nasıl bir Müslümandır?

    Müslüman yatarken uyumadan önce şöyle demelidir: “Rabb olarak Allah’tan, nebi olarak Muhammed aleyhisselâmdan, din olarak İslâm’dan, kitab olarak Kur’ân’dan râzı olduğum halde uyumaya hazırlanıyorum.” Uyku küçük bir ölüm değil midir? Gece yatıyorsun, şuurun kapanıyor, sabahleyin uyanıyorsun… Sonra bir gün gelecek, uyku gibi bir şey, gözlerini kapatacaksın, kendinden geçeceksin ve bir daha uyanmayacaksın.

    Ölüm bitiş, yok oluş, hiçlik değildir. Bir âlemden başka bir âleme geçiştir. Gidenler buraya bir haber gönderemezler. Hazret-i Ali Efendimiz

    “İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar”

    buyurmuş. Necip Fazıl bir şiirinde

    “Hayat süren leşler, sizi kim uyandıracak?”

    diyor.

    Gaflet uykusunda ömürlerini ziyan eden, geleceklerini karartan insanları uyarmak ne kadar büyük bir hizmet. Ellerinde büyük imkânlar olduğu halde bu hizmeti düşünmeyenlere ve yapmayanlara şaşıyorum.

    Haliç’te Cuma Namazı ve Rize Lokantası

    Bu Cuma, namazı nerede kılalım?.. Henüz vakit var, Haliç taraflarına gidelim… Olur… Otomobile bindik, Fener’e gittik. Namazı bir Bizans kilisesinden camiye tahvil edilmiş Gül Camii’nde kılacağız. Ezana beş on dakika var. Namazdan sonra öğle yemeği yiyebileceğimiz bir lokanta keşfetmek için biraz yürüdük. Benim oralarda gördüğüm fakat yemek yemediğim bir lokanta vardı, ona baktık, nefis balık ızgara yapıyorlar. Zargana bile var… O semtte Rizeli çok, lokanta sahipleri de oradan gelmişler, uzun yıllardan beri hizmet veriyorlarmış. Balık dışında ev yemekleri, Doğu Karadeniz mutfağı da mevcut… Şimdi namazı kılmaya gidelim, dönüşte yemeği burada yeriz…

    Yıllardan beri hayran kaldığım bir eski ahşap Osmanlı evi vardı o sokakta. Yavaş yavaş harap oluyor, en tepedeki cihannumâsı ve üst katı boş, pencereler perdesiz, birinci katta aile var. O güzelim ecdat eserini harabiyete terk edenlere ne kadar teessüf etsek azdır.

    Camiye gittik, namazı kıldık, lokantaya döndük. Ben bir tabağa azıcık karalahana ve başka sebze yemeklerinden koydurttum, yanımdaki dostum hamsili pilav yedi. İstanbul’da başka yerde bulunur mu bilmem? Yemeğin üzerine siyah üzüm suyu ve mısır unuyla yapılmış (şeker konmamış), hafif ve sağlıklı birer tatlı… Ne tuttu biliyor musunuz? Kişi başı 14 YTL…

    (Yılmazlar Lokantası, Küçük Mustafa Paşa Mahallesi, Kara Sarıklı Sokak No: 8 Fatih/Fener. Telefon 0212 521 29 47) Yukarıda bahsettiğim üzüm sulu, mısır unlu tatlının ismi

    Pepetçura

    imiş. Lokantanın fiyatlarını gördünüz; mütevâzı olmaya şiddetli alerjisi olanlar sakın gitmesinler. 02 Mart 2007