Elçiye Zeval Olmaz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazar
Taliban rejiminin Pakistan’daki elçisi, rejim yıkılınca sığınma hakkı istemişti. Elçiye zeval olmaz ama Pakistan bu isteği kabul etmedi ve elçiyi Amerikan ordusuna verdi. Bu hadise uluslararası hukukun, ahlâkın, vicdanın kabul edemeyeceği bir şeydir. Rejimler şöyle veya böyle olabilir, ancak elçilerin dokunulmazlığı vardır. Böyle bir şeyi Nazi’ler bile yapmamıştır. Demek ki, bazı konularda Amerika artık hukuku ve ahlâkı gözönünde bulundurmuyor. Bunun sonu çok kötüdür. ABD dünya üzerinde bir sıkıyönetim uygulamaya başlamıştır. Bilhassa İslâm âleminde.
Türkiye’de sağcı solcu, İslâmcı lâik, dindar dinsiz hayli Amerika aleyhtarı yazar, düşünür, aydın vardır. Günün birinde ABD hükümeti bunlardan biri veya birkaçı için “Aleyhimde bulunuyorlar, muhakeme edip cezalandırmam için onları bize verin” derlerse ne yapacağız? Verildiğini farz edelim, bu bağımsızlığımıza gölge düşürmez mi? Hukuka, ahlâka, akl-ı selîme aykırı olmaz mı? Vermesek kaçırırlar veya zorla alırlar mı?
Amerika, Janus gibi iki yüzlüdür. Bir yüzünde adalet, insan hakları, hukuk, ahlâk, daha nice çok güzel şeyler görünür. Öbür yüzünde savaş, baskı, sömürü, zulüm, kan dökücülük. Realist olmak lazım. Hangisi olursa olsun, bir yüzünü görüp, öbür yüzünü görmemek, görmezlikten gelmek gerçekçi bir davranış olmaz.
Amerikan halkı kötülüklere, hukuksuzluğa, elçiye zevale destek veriyor mu? Halkın ve aydınların çoğunluğu asla vermiyor. Başta Türkiye olmak üzere, İslâm âlemi ve Üçüncü Dünya ülkeleri Amerikan halkıyla ve aydınlarıyla diyalog kurabilse ne iyi olur.
11 Eylül 2001’de New York’ta kan döküldü, binlerce mâsum ve bîgünah insan can verdi. Amerika misilleme yaptı, Afganistan’a savaş ilân etti ve New York’ta ölenlerden fazla sivil, suçsuz, mâsum, zavallı Afganlıyı feci şekilde öldürdü. Şimdilik hiçbir güç bu katliamın hesabını Amerika’dan soramıyor. Lâkin Allah onlardan elbette hesap soracaktır.
11 Eylül hadisesinin de iki yüzü vardır:
Birincisi: Tarihte benzeri görülmemiş bir terör hadisesidir. ABD’nin gururu ve sembolü olan iki kulenin yerle bir edilmesi, binlerce sivilin feci şekilde can vermesi. Ateş, kan, gözyaşı…
İkincisi: Bu hadisenin metafizik boyutu vardır. Allah Amerika’yı cezalandırmıştır. Hak sillesinin nasıl ve ne zaman geleceği belli olmaz. Bir ülkenin, bir devletin, bir rejimin, bir halkın başına belâ ve musibet inince, kurunun yanında yaş da yanar, felâket umumî gelir.
Amerika’nın siyasetinde, diplomasisinde, idaresinde Yahudilerin büyük ağırlığı vardır. Yahudilerin içinde okumuş, akıllı, geniş kültürlü nice aydın ve eleman bulunmaktadır. Medeniyetler Çatışması kitabını yazan Samuel Huntington bunlardan biridir. Yazık ki, Amerika’da söz sahibi olan Yahudilerin büyük çoğunluğu uzak görüşlü değil.
İsrail Yahudileri ve diğer ülkelerdeki din ve ırk kardeşleri Hitler rejiminin Yahudilere yaptığı zulümlerden yakınıp duruyorlar ama kendileri o zulümlerin aynısını Filistinli Araplara ve Müslümanlara yapıyor. Hiçbir devlet, rejim, kavim zulümle âbad olmaz. Zulmün sonu berbat olmaktır. İsrail yaşamak istiyorsa, onun büyük hâmisi (koruyucusu) Amerika yaşamak istiyorsa âdil olmaya mecburdur. Hikmet böyle söylüyor, tarih böyle söylüyor.
Efendim biz zulm ediyoruz ve pekâlâ dimdik ayaktayız…Böyle aptalca ve gafilce konuşmamak gerekir. Zulm edersin, zulm edersin, zulm edersin bir şey olmaz, sonra ilâhî sille bir gelir, pîr gelir, tepetaklak olursun.
Hak sillesinin sadâsı yoktur.
Bir vurdu mu hiç devası yoktur.
Sovyetler Birliği yıkılacak devlet miydi? Kim yıktı? Allah yıktı. Amerikalıların, para ve pullarına İsmini kapital yazdıkları Yüce Allah.
Amerika kendi sınırları içinde hukuka, adalete, insan haklarına önem veriyor; sınırları dışında bunların fazla önemi yoktur. Bu çifte standart günün birinde Amerika’yı batıracaktır, kimsenin şüphesi olmasın. Evrensel değerler ve güvenceler sadece Amerikan halkı için değildir. Başka insanların da hakkı vardır bunlara.
ABDsınırları içinde adalet, hukuk, insan hakları… Amerika dışında petrol, Amerikan menfaatleri, Amerikan şirketleri…
Amerika’da bir rivayete göre 15, başka bir rivayete göre 30 milyon Müslüman yaşıyor. Dindar Müslüman kızlar üniversitelere başları örtülü olarak gidiyor ve kimse kendilerine bir şey demiyor. Hele yobazın biri bir kızın başörtüsüne (hicabına) dil veya el uzatsın, canına okurlar. “Bizim ülkemizde mutlak bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti vardır. Sen kim oluyorsun da bu hürriyeti kısıtlamaya çalışıyorsun” diye adamı azarlarlar. Peki aynı Amerika, Türkiye ve Tunus’taki başörtüsü yasağına niçin karışmıyor, karışmak bir tarafa el altından destekliyor, teşvik ediyor?
Biz Müslümanlar biraz gayretli ve kültürlü olsak Amerikan halkı ve aydınları ile diyalog kurar, nice hayırlara vesile olabiliriz. Çok iyi biliyorum ki, onbinlerce Amerikan Yahudisi ile anlaşabiliriz. Onlar da İsrail’in, fanatik Amerikan siyonistlerinin yaptıklarından şikayetçidir. Bugünkü haliyle İsrail devleti ve rejimi bizzat Yahudi dinine aykırıdır. Bekledikleri Mesih-i mev’ud (vaad edilmiş Mesih) gelmeden bu devleti kurmamalıydılar. Nice Yahudi din bilgini ve haham böyle söylüyor.
Herhangi bir ülkede dinci ve ırkçı bir rejim kurulursa bunu medeniyete ve çağdaşlığa aykırı gören Amerikalılar, İsrail’in din ve ırk esasları üzerine bina edilmiş bir devlet olduğunu görmezlikten geliyor. Başkası yaparsa kötü, Yahudi yaparsa itiraz yok; destek var.
Türkiye’de her yıl, İslâm’a hizmet edilecek diye milyarlarca dolar yardım ve hayır parası toplanıyor. Toplanıyor ama Müslümanların bir bilgi bankası, bir stratejik araştırmalar merkezi, güçlü bir medyası yok. Yetmiş milyonluk kocaman bir İslâm ülkesinde Müslümanların İngilizce bir gazetesi bile yok. İngilizce’den geçtim, birinci ligte yayın yapan Türkçe gazeteleri de yok. Ne oluyor, ne işe yarıyor bu milyarlarca dolarlık hayır paraları?
Müslümanlar fevkalâde güzel ve tesirli bir manifesto metni hazırlasalar, bunu yüz büyük Amerikan gazetesinde tam sayfa yayınlatsalar, ne iyi olur… Ama kimler hazırlayacak bu metni, hangi fondan karşılanacak bunun masrafları? 14 Ocak 2002