Emanet ve Kıyamet
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
Sahih-İ Buharî, İslâm’ın, Kur’ân’dan sonra ikinci kitabıdır. Bu yüzden onun için “Esahhü’l-kitab ba’de kitabillah” (Allah’ın kitabından sonra kitapların en doğrusu) denilmiştir. Son yıllarda zuhur eden bazı zındık ilâhiyatçılar Sünnet’i, hadîsleri kaynak olarak kabul etmiyor. “Dinimizin tek kaynağı Kur’ân’dır” diyerek kendi bozuk görüşlerini din hükmüymüş gibi yaymaya ve kabul ettirmeye çalışıyor. Maalesef ehl-i sünnet geçinen bazıları de Buharî’de mevzu (aslı olmayan) hadîs bulunduğunu iddia edecek kadar pusulayı şaşırmıştır. Cenâb-ı Hak böylelerine akıl, fikir, iz’an ihsan buyursun.
İşte, Kur’ân’dan sonra dinî bilgilerin ikinci kaynağı olan Buharî Sahih’inde yer alan bir hadîste Resulûllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in emanete riayet etmek ve hıyanetten kaçınmak konusundaki buyruk ve öğüdü şu şekilde yer almaktadır:
“Resûlullah’a bir adam gelerek, ‘Kıyamet ne zaman?’ diye sordu. Allah’ın Elçisi bir müddet durdu düşündü, sonra, ‘Bana Kıyamet’i soran kimdi?’ buyurdu. Adam, ‘Ben sormuştum!’ dedi. Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, ‘Emanet zâyi edilince Kıyamet’i bekleyiniz!’ buyurdular. Adam: ‘Emanet nasıl zâyi olur Yâ Resulallah!’ sualini yöneltti. Fahr-i Âlem Efendimiz, ‘İş ehli olmayana bırakıldı mı Kıyamet’i bekleyiniz’ cevabını verdiler.”
Kur’ân-ı Kerîm’de de emanetlerin (işlerin, vazifelerin, makamların, hizmetlerin) ehline verilmesi emrolunmuş, ehil olmayanlara verilmesi de yasaklanmıştır.
Şimdi, Allah’ın ve Peygamber’in buyruk ve öğütleri ışığında Müslümanların emanetlerle ilgili tutumlarına bakalım. İslâmî kesimde emanetler ehil olanlara veriliyor mu? Bu soruya evet demek mümkün değildir.
Dinî bir cemaat, bir hizmet ve faaliyet için Müslümanlardan bazen milyonlarca dolar topluyor, bir müessese kuruluyor ve bir de bakıyorsunuz ki, o işin başına ehil ve layık olan bir kimse getirilmemiş, din baronunun sadık adamı getirilmiş. Bu adam ise ehliyetsizdir.
Lâik ve popülist particiler ve siyasetçiler ülkenin, devletin, milletin emanetlerini, işlerini ehil ve lâyık kişilere değil, kendi parti yandaşlarına, yakınlarına peşkeş çekmektedir. Onlar, lâik oldukları için Kur’ân ve Sünnet hükümleriyle amel etmezler. Lâkin İslâmcılara, Müslüman geçinenlere ne oluyor ki, emanet konusunda dinin, Şeriat’ın, Kitabullah’ın, Sünnet’in, hikmetin kesin hükümlerini çiğnemeye cür’et ediyorlar?
Müslüman kesim elli yıldan beri yeni camiler yaptırıyor. Gerçi bunların mimarî ve sanat kıymeti (birkaç istisnâ dışında) yok ama yine de milyarlar, trilyonlar, yekûn itibarıyla katrilyonlar harcanarak binlerce bina ve eser ortaya konulmuştur. Peki bu camilerin mihrablarına geçip namaz kıldıracak, kürsülerinden Ümmet-i Muhammed’e vaaz edecek, minberlerine çıkıp hutbe okuyacak, minarelerinden günde beş kez Ezan-ı Muhammedî’yi halka duyuracak, bitişiğindeki mekanlarda kültürel çalışmalar yapacak, cami hinterlandında sosyal hizmetler ifa edecek ehliyetli, liyakatli, hem İslâm’ı iyi bilen, hem de çağ seviyesinde güçlü bir kültüre ve karizmatik şahsiyete sahip hademe-i hayrat (din görevlileri) yetiştirmek için bir şeyler yapılıyor mu? Bu soruya “Yapılıyor” cevabını göğsümüzü gererek verebilir miyiz?
Emanetlere riayet edilmediği, aksine hıyanet edildiği için Türkiye Müslümanları bugünkü zillete ve esarete duçar olmuşlardır.
Birtakım din baronları Müslümanlardan büyük paralar toplamışlar ve toplamaktadırlar. Bu paralar da emanettir. Bu emanetlerin hakkının verildiği söylenebilir mi? Şimdiye kadar milyarlarca dolarlık hizmet ve faaliyet parası plansız-programsız, hesapsız-kitapsız, Şeriat ve hikmet esasları dikkate alınmadan israf edilmiştir. Din baronu, hazret, efendi, büyük mücahid, hâce-i evvel ne isterse yaparmış, kimse ona karışamaz, akıl veremezmiş, ona itiraz eden maazallah dinden çıkarmış… İslâm’da böyle hezeyanların yeri var mıdır? Resûlullah Efendimiz, ashabıyla istişare ediyordu da, din baronları bilenlerle niçin etmeyecekmiş?
Medya işlerimizin durumunu görüyorsunuz. Bir türlü birinci ligte boy gösteremiyor; güçlü, üstün, vasıflı gazeteler, dergiler çıkartamıyor, televizyon yayınları yapamıyoruz. Aklı ve vicdanı olan bir kimse mevcutların mükemmel olduğunu söyleyebilir mi. Yayınlanmaya başlayalı daha bir sene olmadı, Star gazetesi ülkenin bir numaralı gazetesi haline geldi. Biz niçin böyle gazeteler çıkartamıyoruz? Basın hürriyeti yok mu? Mevkute (süreli yayın) çıkartmak için önceden izin mi almak gerekiyor? Sansür mü var? Hiçbir engel yok ama biz diğer işlerde olduğu gibi ehliyete, liyakata, ihtisasa (uzmanlığa), başarıya, tecrübeye, birikime önem vermiyoruz.
Bir tarikat bir hizmet ve faaliyete teşebbüs ediyor, o işin başına ihvandan biri getiriliyor. Bir cemaat bir iş yapacak, başına baronun adamı konuluyor. Böyle yapmaya devam ettiğimiz takdirde nal toplamaya, sürünmeye, ezilmeye, zulme uğramaya mahkumuz demektir.
Müslümanlık sadece abdest alıp namaz kılmakla bitmiyor. İslâm’ın dünya hayatıyla ilgili önemli hükümleri, emirleri, yasakları, tavsiyeleri vardır. Emanetleri ehline vermek bunlardandır. Diğer birkaçını da sıralamak isterim:
1. Müslümanların, aralarında çeşitlilik ve farklılıklar da olsa, tek bir İmam-ı Kebir etrafında birleşmeleri, bir Ümmet teşkil etmeleri gerekir.
2. Müslümanlar öyle bir ümmettir ki, emr-i mâruf yaparlar, münkeri de nehy ederler.
3. Yalan söylemek, halkı aldatmak çok büyük bir günah ve suçtur.
4. Lüks, konforlu, debdebeli, ihtişamlı, israflı, aşırı tüketimli, gösterişli bir hayat sürmek, zengin de olsalar Müslümanlara yakışmaz. Allah israfı yasak etmiştir, müsrifleri (israf edenleri, savurganları) sevmez.
5. Para, kesinlikle, Müslümanın en büyük değeri olamaz.
6. Müslüman dosdoğru olmakla vazifelidir. Yamukluk yapan Müslaman kötü bir Müslümandır; dine, Ümmet’e, millete, memlekete zarar verir.
7. Müslüman yiyicilik, hortumlama yapamaz, gayr-i meşru servet edinemez. Müslüman ne din rantı yiyebilir, ne de düzenin rantını.
8. Müslüman aldatmaz. Kendi şahsî nüfuz ve çıkarları için Müslümanları aldatan, paralarını alan kimseler şerir ve hain kimselerdir.
9. Bütün mü’minler kesin bir şekilde kardeştir. Bu kardeşliği Allah tesis etmiştir. Hizip, fırka, meşreb, tarikat, mezhep, görüş, tercih farklılıkları yüzünden İslâm ve iman kardeşliğini bozanlar fesatçı, fitneci, şeytan, şaki kimselerdir. “Benim şeyhim en büyüktür, öteki şeyhler çok küçüktür… Benim cemaatim en yüksektir, öteki cemaatler pek alçaktır…” diyenler eşek beyinli mahlûklardır. Böylelerine dindar demek için ahmak olmak gerekir.
10. “Müslüman ya hayır söyler, yahut susar.” Hadîste böyle buyurulmuştur. İlimleri, irfanları, ihtisasları, seviyeleri, tahsilleri, tecrübeleri, birikimleri yeterli olmadığı halde işkembe-i kübradan, kendi re’y, heva ve heveslerine göre konuşup duranlar, ahkâm kesenler beyinsiz kimselerdir.
11. “Müslüman o kimsedir ki, onun elinden ve dilinden insanlar güvende olurlar.” 26 Şubat 2000