Emanetlere Hıyanet Edilen Bir Ülke İflâh Olmaz!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Cuma
Emanetlerin ehline verilmesi, emanetlere hıyanet edilmemesi İslâm dininde farzdır. Kitab (Kur’ân), Sünnet ve icmâ ile sâbittir. Emanetlerin ehline verilmemesi büyük günahtır. Böyle yapanlar fâsık ve fâcir kimselerdir. Emanetlerle ilgili bazı açıklamalar yapmak istiyorum:
(1) Emanet nedir? Memuriyetler, vazifeler, makamlar, mevkiler, riyasetler, hizmet yerleri hep birer emanettir. Bu emanetlerin ehil ve layık olanlara verilmesi; ehliyeti ve liyakati olmayanlara verilmemesi gerekir. Aksini yapanlar haindir, merduttur.
(2) Bir ülkede, bir toplum içinde emanetler ehline verilmezse, emanetlere hıyanet edilirse o ülke çöker, o toplum batar; orada bin türlü pislik, kirlilik, fitne ve fesat olur.
(3) Ehil ve layık olmayan bir kimsenin eline “Hâmil-i kart yakinimdir, ona filan işin verilmesini reca ederim…” yazan kartlar vermek, aracılık etmek, baskı yapmak bu millete, bu ülkeye, bu devlete hıyanettir.
(4) Yüce İslâm dini emanetlerin ehil olan kimselere verilmesini emr ediyor. Emanet konusunda doğru, dürüst, âdil olmayan kimseler iyi Müslüman değildir, fasık ve facir kötü Müslümandır. Bunlardan İslâm’a, Ümmete, vatana, devlete hayır gelmez.
(5) Bizdeki müzmin ve köklü hastalıklardan biri de emanetlerin ehline verilmemesi; parti üyelerine, yakınlara, akrabaya, askerlik arkadaşına veya onun yakınlarına, çete mensuplarına, cemaat ihvanına hemşehrilere, eşe dosta peşkeş çekilmesidir.
(6) Bundan önceki genel seçimlerden birinin kampanyası esnasında iri bir politikacı Zonguldak Kömür İşletmesi’ne beş-on bin yeni işçi alınacağını vaad etmiş, seçimi kazanmış, verdiği sözü yerine getirmiş ve sonunda o işletme iflas etmişti!..
(7) Birtakım İslâmcılar, emanetleri peşkeş çekerken şu bahanenin arkasına sığınıyorlar: “Müslüman kardeşim varken, emaneti dinsize mi vereyim?..” Bu bir demagojidir. Yüce İslâm dini, emanetlerin dinsizlere verilmesini emr etmiyor, ehil olanlara verilmesini emr ediyor. Sırf Müslüman olmak tercih sebebi olamaz. Müslümanlığın yanında ehliyet şartı da vardır. Müslümanlar çocuklarını iyi yetiştirsinler, her konuda ve sahada ehil kadrolar kursunlar, emanetleri onlara versinler.
Buna bir şey denilmez. Lakin, ehil olmadığı, layık olmadığı halde emaneti Müslümana vermek doğru değildir.
(8) Ameliyat olman gerekiyor. Bir cerrah (operatör) arıyorsun. Nasıl bir operatör ararsın? Öncelikle ehliyetli ve liyakatli, başarılı, hazık bir operatör ararsın. İşte işler de böyle ehliyetli kimselere verilecektir.
(10) Oğlum askerden geldi, aman ona bir iş… Peki oğlun o işi yapabilecek bir ehliyet ve liyakate sahip mi?
Bir devletin bütçesi, oradaki belediyelerin bütçeleri hep birer emanettir. Bunların halk için, ülke için, devlet için kullanılmaları, yerli yerinde harcanmaları gerekir. Bizde öyle midir?
Son beş on sene içinde İstanbul’daki tarihî kabristanlara kefeki taşından parmaklıklı duvarlar yapıldı. Bunların çoğu kırıldı, bozuldu. Bu bir hıyanet değil midir? Neye hıyanet? Emanete hıyanet. Bunları, ehliyetsiz müteahhitlere yaptıran belediyeler sorumludur, bozuk yapanlar sorumludur.
Bazı büyük şehirlerimizdeki kaldırımlara bakınız. Yumuşak bir kum tabakasının üzerine taş döşemişler, döşendikten birkaç hafta sonra bozulmuş. Burada da hem döşetenler, hem döşeyenler hıyanet etmiştir.
Emanete ehil olma şartları içinde namusluluk, şereflilik, doğruluk, dürüstlük, haysiyet sahibi olmak da vardır. Onlar olmazsa, hiçbir iş doğru dürüst yapılmaz.
Bugün devlette, belediyelerde, birtakım resmî veya yarı resmî kuruluşlarda öyle danışmanlar, memurlar var ki, hiçbir iş yapmıyorlar, aydan aya yüklü maaşlarını alıp yiyorlar. Bu bir emanete hıyanet değil midir?
Emanetlerle ilgili bu yazdıklarım hem din ile hem de evrensel bilgelik ile sabit şeylerdir.
Günümüzde öyle cemaatler var ki, işlerin ve emanetlerin hep kendi mensuplarına verilmesini istiyor. İsim vermek istemiyorum, önemli bir kuruluşta Müslümanlar kadrolaşıyor, lakin bir cemaat, kendisinden olmayan Müslümanlara ters bakıyor, yan bakıyor. Böyle Müslümanlık olur mu? Cemaat asabiyeti İslâm’a zıttır.
Faziletli Müslümanlar emanete hıyanet etmez. Ehil olmadığı, yapamayacağı bir emaneti deruhte etmez, üzerine almaz.
Torpil ile bir makama geçecek ve doğru dürüst bir şey yapmadan her ay maaşını alacak, bir yığın da avantası olacak. Şerefli bir insan bu gibi alçaklıklar ve haysiyetsizlikler yapmaz.
Ömer Seyfeddin’in Pembe İncili Kaftan adlı bir hikayesi vardır. Herkesin bu hikayeyi okuması gerekir. Bu devlete, bu ülkeye, bu halka o hikayenin kahramanı gibi insanlar lazımdır.
Emanetlere riayet etmeyen, hıyanet edenler haram yemiş oluyorlar. Haram yenen bir ülkede işler doğru düzgün yürümez.
Temizlik işçisi almak için imtihan yapılıyor ve imtihanlara hile karıştırılıyor, seçilenler önceden biliniyor… Böyle rezaletlerin yaygın olduğu bir ülke nasıl düzelir?
Ya Norveç (AB üyesi değildir), Finlandiya ve İzlanda gibi temiz, şeffaf, açık bir idare kuracağız, yahut da bin türlü pislik ve rezalet içinde böyle sürünüp duracağız.
Müjde!.. İstanbul’a Melen suyu bağlandı. Bu su zehirlidir diyenler var. Herhalde içmeye yemek ve çay pişirmeye yaramaz. Trakya’nın Bulgaristan sınırı yakınlarındaki ormanlık bölgenin sularını da İstanbul’a akıtmak istiyorlar; projeler yapmışlar… Uzmanlar, çevreciler feryat ediyor “bu bir cinayet olur”, suları alınırsa o bölge çöker diyor.
İstanbul’un her tarafında yeni inşaatlar harıl harıl yükseliyor. Bunlar boş kalmayacak, içleri insan dolacak, o insanların suya ihtiyacı olacak.
İstanbul ve çevresi bu şekilde plansız, programsız, hesapsız kitapsız, stratejisiz, sırf kazanca, ranta yönelik şekilde yapılaştıkça bu şehrin ne su derdi, ne trafik sıkıntısı biter.
Son otuz-kırk yıl içinde Türkiye’nin kanı iliği yapılaşmaya, betonlaşmaya harcandı. Eski başbakanlardan biri seçimleri kazanmak için halka iki anahtar vaat etmişti: Bir mesken anahtarı, bir de otomobil anahtarı. Halkın bir kısmı bunlara sahip oldu; bu sefer de su problemi, yol problemi, alt yapı ve trafik problemi meydana çıktı. Üstelik yekun olarak Türkiye’nin bir trilyondan fazla sermayesi üretimden, ticaretten, işten, verimli çalışmalardan kaydırıldı. Nereye? Üretmeyen evlere, binalara, otomobillere…
Türkiye Singapur, Norveç, Finlandiya gibi “iyi idare” edilmiş olsaydı durum böyle olmazdı:
1- İstanbul bu kadar büyümezdi. Nüfusu beş milyonu geçmezdi.
(İtalya’nın başkenti Roma beş milyon…)
2- Çarpık yapılaşma ve betonlaşma olmazdı.
3- Su derdi olmazdı.
4- Bu günkü otomobil bolluğu ve trafik sıkıntısı olmazdı.
Ne olurdu?
İstanbul yaşanabilir bir şehir olurdu… Türkiye’nin dengesi bozulmazdı.
Rantçılar İstanbul’u bitirdiler, batırdılar. 20 Ekim 2007