Pazar

Emperyalizm kötüdür ama emperyal ve global zihniyete ve emellere sahip olmak kötü değildir. Fransa, 20’nci asırda sömürge imparatorluğunu kaybetti; lakin lisanıyla, edebiyatıyla, kültürüyle, ilmiyle, irfanıyla, tekniğiyle, eğitimiyle, üniversiteleriyle emperyal bir devlet ve ülke olmaya devam ediyor.

İkinci cihan harbinin sonuna kadar İngilizlerin sömürge, dominyon, protektora ve diğer mülkleri dünya üzerinde öyle yayılmıştı ki, o imparatorluğun üzerinde güneş hiç batmıyordu. O da elden gitmiştir. Gitmiştir ama İngiltere lisanıyla, kültürüyle, siyasetiyle hâlâ emperyal bir devlettir.

Biz imparatorluğumuzla birlikte emperyal nizam-ı âlem dünya görüşümüzü, emellerimizi, ufuklarımızı da kaybetmiş bulunuyoruz. Osmanlı Devleti gibi bir cihan devletinin vârisleri olan bizlerin bu hale düşmemiz hem kendimiz, hem de insanlık için bir kayıptır.

Sultan Abdülhamid Han emperyal görüşe sahipti. Çin’deki Müslümanlarla bile ilgilenmiş; içlerinde Bülent Ecevit’in sarıklı dedesi bulunan bir heyeti oraya göndermişti. Hindistan, İngiliz sömürgesi idi ama orada yaşayan Müslümanlar dinî-ruhanî lider olarak İstanbul’daki Halife’yi kabul ediyorlardı. Nitekim, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hint Müslümanları Türkiye’den yana tavırlar almışlar, Hilafet komiteleri kurmuşlardı.

1960’lı yıllarda yurdumuza Kenya Müslümanlarının ileri gelenlerinden Ali Seneda isminde bir zat gelmiş ve o uzak Afrika ülkesinin bazı orman köylerinde cuma hutbelerinde hâlâ Sultan Abdülhamid’in adının anıldığını söylemişti.

Elli yıl kadar önce Moris Adası’nda bir mektup arkadaşım vardı. Osmanlı devleti zamanında Moris Müslümanları cuma ve bayram namazlarında camilere Türk bayrağı çekerlermiş, Türkiye; Hilafeti ve Şeriat’ı kaldırdıktan sonra ne yapacaklarını şaşırmışlar, Pakistan kurulunca o İslâm devletinin bayrağını asmaya başlamışlar. (Mektuplaştığım tarihte Moris Adası bir İngiliz sömürgesiydi).

Geçen sene Balkan ülkelerinden birindeki bir tarikat tekkesini ziyaret etmiştim. Tekkenin mihrabında kocaman bir Türk bayrağı asılıydı.

Türkiye, Türkiyeli Müslümanlar evrensel, emperyal, dünyayı ve insanlığı kucaklayan bakışlarını nasıl kaybettiler? Bu iş Lozan’da başlamıştır. Lozan görüşmelerinin ilk kısmında Türk heyeti İslâm hukukunda direnmişti. İsmet Paşa’nın bu konuda Lozan zabıtlarında Şeriat ve fıkıh lehinde uzun ve müdellel konuşmaları vardır. Cihan savaşının galip devletleri ile bu konuda anlaşılamayınca müzakereler kopmuş, heyetler ülkelerine dönmüştür. İşte bu sırada işin içine Türkiye Hahambaşısı Hayim Nahum efendi girmiştir. Bu zatı son Osmanlı kabinesi bir ara Washington sefiri yapmayı düşünmüştü. Hayim efendi Londra’ya, Paris’e, Washington’a gitmiş, Türk heyetine resmî üye olarak girmiş ve iki tarafı uzlaştırmıştır. Henüz açıklanmamış olan Lozan gizli protokolları ile Türkiye evrensel, emperyal, Panislamist, Pantürkist bütün emellerinden vazgeçmiş, Haçlı ve Siyonist güçlere bazı konularda kesin tavizler ve garantiler vermişti.

– Hilafet kaldırılacak.

– İslâm hukuku kaldırılacak.

– Şeriat kaldırılacak.

– İslâm ve Türk dünyası ile ilgiler asgarî (en az) seviyeye indirilecek.

– Kadınlar açılıp saçılacak.

CHP zamanında uzun yıllar Van milletvekilliği yapmış olan ve meşhur Şeyh Abdülhakim Arvasî’nin yeğeni İbrahim Arvas bey, 1960 yıllarında bana Hatıralarının ikinci kısmını vermiş ve ben de onları sahibi bulunduğum Yeni İstiklâl gazetesinde yayınlamıştım. Orada Lozan’ın gizli protokolları hakkında bazı malumat veriliyordu. Memlekette yeterli fikir hürriyeti olmadığı için Hatıraların o satırlarını çıkartmak zorunda kalmıştım.

Türkiye’de yakın tarihte millî tarih, ecdat (atalar), millî kimlik, millî kişilik, millî kültür, millî mimarî, lisan, edebiyat, sanat konusunda büyük yanlışlar yapılmıştır. Hiçbir millet mâzisini inkâr ederek, ecdadına sövüp sayarak, yazılı-edebî lisanını tahrip ederek yükselemez.

Türkiye’de birtakım tabular vardır. Artık bunların kaldırılması gerekir.

Avrupa Birliği’ne girmek isteyenlerimiz var. Onlar çok iyi bilmelidir ki, zamanımız dünyasında artık hiçbir medenî, hukuklu, ileri, dengeli, sağlıklı devletin resmî ideolojisi yoktur. Avrupa’daki İnsan Hakları Mahkemesi devletimiz aleyhinde bir karar vermiş, yekûn olarak büyük tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Türkiye’de çağ seviyesinde, medeniyet seviyesinde fikir, inanç, görüş hürriyeti yoktur.

Türkiye’ye emperyal, evrensel, bütün insanlığı kucaklayacak bir bakış ve zihniyet kazandıracak şahsiyetlerden biri Mevlânâ Celâlüddin Rûmî hazretleridir. Atatürk’ün kapattırmış olduğu Farmason locaları nasıl açıldıysa Mevlevî tarikatı ve diğer turuk-i aliyye de serbest bırakılmalıdır. Mevlânâ tek başına ülkemize, devletimize evrensel bir boyut kazandıracaktır. Ben emperyal derken sömürgeci, başka millet ve ülkeleri sömürücü bir siyaset ve zihniyeti kasdetmiyorum.

Türkiye büyük tarihi, büyük mâzisi, büyük birikimi, büyük kültür mirası olan bir ülkedir. Millî ve tarihî değerlerimiz üzerindeki bütün yasaklar, baskılar, tabular, zorlamalar kaldırılmalıdır.

Biz sadece millî sanatlarımızla dünyayı fethedebiliriz. Geçenlerde birkaç sanatkârımız Bahreyn Krallığına gitmişler ve orada ebrû sanatımızı tanıtmışlar. Büyük ilgi ve sevgi görmüşler. Milletleri ve ülkeleri birbirine yaklaştıracak en güçlü bağlar sanat, kültür, ilim bağlarıdır. Siyaset ve diplomasi riya ve menfaat üzerine kuruludur. Onlarda fazla hayır yoktur.

Biz kendi ülkemizde İslâm’la ve dindar Müslümanlarla uğraştığımız ve onları köstekleyip sindirmeye çalıştığımız gibi Balkan ülkelerinde de aynı yanlış siyaseti sürdürüyoruz. Bu konuda çok acı, çok utandırıcı örnekler verebilirim.

Türkiye’nin evrensel, emperyal, dünya ve insanlık çapında bir bakışı, zihniyeti, siyaseti olmamasında Sabataycıların büyük rolü, çok miktarda tuzu biberi vardır. Onlar kendi kontrollarında küçük, silik, emelsiz, ufuksuz bir Türkiye istiyor. Çünkü onların menfaatleri böyle olmasını gerektiriyor. Türkiye için doğru olan bu mudur? 21 Ekim 2002