Endişeli Bekleyiş
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
Amerikalılar ilimde, teknikte, istihbaratta, dünya işlerinin tanziminde; keşif, güvenlik, irtibat konularında bizden çok ileri ve üstündür. İstanbul’da olması beklenen (inşaallah çok hafif geçer) zelzele konusunda geçenlerde Robert Kolej Müdürü’nün velilere duyurusunu yayınlamıştım. Diğer bir rivayet de şu: Şehrimizdeki bir Amerikan firmasının personeline, evvelki perşembe için “Bu gece binalarda kalmayınız, zelzele ihtimali büyük” denilmiş. Çok şükür bir şey olmadı. Sismik araştırma gemisinde çalışan bir kişiyle konuşan tanıdıklarımdan biri onu çok endişeli bulmuş. Ne kadar tedbir alınabilir bilmiyorum ama yine de uyanık ve hazırlıklı olmanız için size haber veriyorum.
Ceset torbası dağıtmak, yeni mezarlık yerleri tesbit edip oralarda kabir kazdırmak, kağıt üzerinde şu yapılacak, bu edilecek diye bir sürü madde sıralamakla bir iş yapılmış olmaz.
İstanbul son elli yıl içinde o kadar çok hiyanete uğradı ki, bunları kitaplaştırmak gerekse on cilde sığmaz. Arazi ve inşaat mafyası şehri mahvetti. Para kazanmak için her haltı yediler. Popülist politikacılar sık sık imar affı çıkarttı. Oy toplayabilmek için gecekondu mahallelerine su, elektrik verdiler, kanalizasyon yaptılar, her hizmeti getirdiler. Hatta bazı namussuzlar, oylarından istifade etmek için planlı bir şekilde şehre göçü teşvik ettiler. Sonunda, dünyanın en güzel şehri olan İstanbul bugünkü hale geldi.
Rüşvet, kokuşma, dalavare, makbuzla bağış… iki katlı binaya her yıl bir kaçak kat daha ilave ederek beş kata çıkarttılar. Ne hesap yapıldı, ne güvenlik tedbiri alındı. Şehrin binalarının yüzde sekseni çürükmüş, birbirlerine dayanarak duruyormuş. Sağcı solcu, Sünnî Alevi, dinci laik, şucu bucu hangi kesimden olursa olsunlar, İstanbul’a bu hiyaneti, bu kötülüğü yapanlara lânet ediyorum. Kazandıkları haram servetleri afiyetle yiyemesinler. Dünyada uğursuzluktan kurtulmasınlar, âhirette yansınlar.
Artık yapılacak bir iş yok. Bunca binayı zelzeleye karşı dayanıklı hale getirmek için bırakın Türkiye’nin bütçesini, Almanya’nın bütçesi bile yetmez.
17 Ağustos’tan bu yana İstanbul’dan epey aile kaçmış. Birkaç yüz bin kişi, hattâ bir milyon kişi diyorlar. Mübrem kazadan kaçılmaz ama muallak kaderden kaçılabilir. İstanbul’dan kaçmak, hicret etmek de bir kaderden başka bir kadere kaçmak demek olur.
Ülkemiz ne kadar kötü idare ediliyor… Bundan on sene kadar önce, sahil yolundaki belediye temizlik işleri binasının önünde şık giyimli, makyajlı, rujlu, ojeli kadınlar görmüştüm. Yanımdakine “Bu kadınlar burada ne arıyor?” diye sorduğumda, “Bunların temizlik işlerinde çöpçü kadrosunda göründüklerini ve ayda bir kere isbat-ı vücut eylediklerini” öğrenmiştim. Bir ara resmî daireler, belediyeler böyle asalak elemanlarla doldurulmuş, milletin parası bunlara maaş olarak akıtılmıştı. Ne kadar sabıkalı, solcu, şaibeli militan varsa çalışmadan maaş alıyordu.
İlim adamları, uzmanlar yıllarca feryat ettiler, sorumluları uyardılar, “İstanbul’da tarih boyunca yüz yılda bir büyük bir deprem olmuştur, tedbir alınsın” dediler. Sorumlular tınmadı bile. Nihayet 17 Ağustos felaketi gümbür gümbür geldi. Arkasından Düzce âfeti. Şimdi İstanbul’da bekleniyor. Doğru dürüst tedbir yok. Bu şehrin, bu milletin, bu ülkenin hali ne olacak?
Bazıları hadîs diyor, bazıları kelâm-ı kibar olduğunu söylüyor, şu söz ne kadar önemli bir uyarıdır:
“Kişinin namazı ve orucu seni zarara uğratmasın. Sen onun para ile olan muamelesine bak.” Merhum Silistreli Süleyman efendi hazretleri bu ibretli ve hikmetli sözü sıkça zikreder, vaazlarını ve derslerini dinleyenlere anlatırmış.
Beş vakit namaz kılan, umreye giden, hanımı tesettürlü olan bir kişi, çalıştığı büyük ticaret müessesinde, bir sürü imzalanacak kağıt içinde yerleştirdiği bir senedi imzalatmış ve ticarethaneyi üç buçuk milyon dolar borçlu etmiş. Şimdi müessese sahipleri saçlarını başlarını yolarak bu beladan nasıl kurtulacaklarını araştırıyormuş. Avukatlara gitmişler ama onlar da, “Yüzde onunu isteriz” demişler. Yani olmayan üç buçuk milyon dolarlık borçtan kurtulmak için avukatlara üç yüz elli bin dolar ödeyecekler.
Peygamberimiz tevekkelli, âhir zamanda zuhur edecek uğursuz kişiler için “Onların dinleri paradır” buyurmamış. Maalesef İslâmî kesimde dini imanı para olan bir sürü haşarat vardır. Bu herifler kendi nefs-i emmarelerine de put gibi taparlar. Bunlar muvahhid midir, müşrik midir?
İlmihal kitaplarına, itikad, ibadetler, muamelat bilgilerinden sonra İslâm ahlakı ile önemli maddeleri de yazmak gerek. İhlas, istikamet (doğruluk), sıdk, vefa, yalan söylememek, emanete hiyanet etmemek, vaadinden dönmemek gibi.
Bir takım şeytanlar fetva veriyor: Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende Şeriat’ın yasak ettiği şeyler mübah olur… Ne büyük bir hezeyandır bu. Türkiye bizim vatanımızdır, biz bu ülkenin aslî unsuruyuz. Nasıl olur da burada hile, Hud’a, yamukluk yapabiliriz?
Ehl-i sünnet İslâmlığında, şiilikte olduğu gibi geniş bir takiyye yoktur. Çok istisnaî hallerde, hayatî zaruret ve lüzum olduğu taktirde takiyye yapılabilir. Müslüman direk gibi doğru olmalıdır.
Para, maddî menfaat konusunda kötü ve ahlaksız olan kişi isterse sabaha kadar nafile namaz kılsın, gündüzlerini oruçlu olarak geçirsin, yine de makbul bir insan, iyi bir Müslüman olamaz.
Scholem’in Kitabı
SCHOLEM’in Sabatay Sevi ile ilgili bin sayfalık büyük eserinin Türkçeye tercüme edilmeye başlandığını memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum. Bu kitabın dilimize tercümesi büyük bir kültür hizmeti olacaktır.
Sabatay Sevi ve Sabataycılar son üç yüz yıllık tarihimizin çok mühim bir unsurudur. Sabataycıları bilmeden bugünkü Türkiye’yi anlamanın imkanı ihtimali yoktur. Scholem’in kitabının orijinali İbranicedir. Keşke Türkiye’de iyi İbranice bilen biri olsaydı da, tercüme bu orijinal metinden yapılsaydı.
Sabataycılar, yakın tarihimizde gerçek Müslümanlar arasına da girmişlerdir. Hatta onlardan biri Selanik’te Mevlevi şeyhliği yapmıştır. Türk hüviyetli Dönme bir doçent de, ülkemiz Bektaşilerinin uzun yıllar boyunca baş dedeliği postunda oturmuştur. Kendisi gizli bir Yahudi ve Bektaşi şeyhliği yapıyor. Milyonlarca Türkiyeli Müslüman ve Bektaşi de bu çift hüviyetlilikten habersiz. Ya Rabbi ne kadar cahil ve firasetsiz hale gelmişiz!
Başka bir Sabataycı şimdi ihtida ettim diyerek Müslümanların ve İslâmî hareketin içine sızdı. Etrafı hayran dolu. Bir hocaefendi kendisini destekliyor, ona milyarlar kazandırıyor.
İslâm tarihinin bidayetindeki İbn Sebe’ unutulmamalıdır. Bu zat, Yemenli bir hahamdı, sözde ihtida etti, Hazret-i Ömer’den kadılık istedi. Hazret-i Faruk ona bu işi vermedi. Hazret-i Osman’ın şehid edilmesine yol açan fitneleri bu İbn Sebe’nin çıkarttığını tarihler yazıyor. 20 Şubat 2000