Salı
Aylık İslâmî-siyasî bir derginin Mart sayısının kapağında
“kör, sağır ve dilsizler!”
başlığı altında 16 satırlık bir yazı var. Bunun başındaki üç satırda şöyle deniliyor:
“Ya bu tarihî mitingten bir kelime olsun bahs etmeyen sözde Millî Gazete yazarı antika meraklıları ve entel bozuntuları hangi âlemdeydi?” Derginin yedi yerinde Millî Gazete’nin reklâmı yapılıyor. Sanırım yukarıya aldığım cümle ile bendenizi kasd ediyorlar. “Antika meraklıları…” Dergiyi karıştırdım, faydalı bazı yazılar ve bilgiler var. Ancak üslubu çok sivri ve şiddetli.
“Sözde Millî Gazete yazarı…” demişler. Sözde kelimesi Millî Gazete’yi kasd etmediğine göre beni kasd ediyor. 1991’den beri onbeş senedir Millî Gazete’de yazıyorum, “sözde”yi nasıl yorumlamak lâzım? “Antika meraklıları…” denilmiş. Antika meraklısı değilim, eski veya yeni ucuz, antika olmayan el sanatı eserlerini severim, imkânım nisbetinde alırım. Bir eserin antika olması için birtakım şartların ve özelliklerin bulunması gerekir. Şu kadar eski olacak, şu veya bu şekilde yapılmış olacak gibi. Antika eserler müzayedelerde yüksek fiyatlara satılıyor, özel dükkânları da var. İmkânlarım elvermediği için alamıyorum. Alsam da saklaması, koruması büyük dert. Antika sayılabilecek birkaç hüsn-i hat levham var.
Gelelim “entel bozuntuları…” sözüne. Bendeniz entel değilim, entel bozuntusu da değilim. Sadece okur-yazar bir vatandaşım. Yemin etsem başım ağrımaz, hergün en az bir yazı kaleme alırım, ayrıca saatlerce çeşitli kitaplar okurum.
Aydın olduğumu da kabul ve iddia etmiyorum. Enis Batur birkaç yıl önce Tempo’da mı, Aktüel’de mi unuttum Türkiye’de aydın var mı, yok mu konusundaki bir röportajda bendenizi islâmî kesimdeki tek aydın olarak göstermişti. Okuyunca hemen bir yazı yazmış, böyle bir iddiam olmadığını ve nâçiz şahsıma atf edilen bu şerefi kabul edemeyeceğimi belirtmiştim.
Okur-yazar bir Müslüman, bir Türkiyeli olmak bana yetişmez mi? Hiçbir zaman çok akıllı ve kültürlü olduğumu da söyleyip iddia etmedim. İnanç, görüş, fikir, zihniyet bakımından izin verirseniz kendimi bir nebze tanıtmak istiyorum:
-
Ehl-i Sünnet Müslümanıyım. Reformculuğa, dinde yeniliğe, mezhepsizliğe, telfik-i mezahibe, Fazlurrahmancılığa, İbn Teymiyye Selefîliğine karşıyım.
-
Bu memleketin, bu halkın, bu devletin başına gelen felâket ve musibetlerin iki ana kaynağı olduğuna inanıyorum:Agresif ve insafsız din düşmanlığı ile ondan beter olan din sömürüsü.
-
Herhangi bir fırkanın, hizbin, cemaatin, tarikatin, mezhebin, meşrebin, yüce İslâm dini ile özdeşleştirilmesine son derece muhalifim. Bütün parça içine sığmaz. Parça bütüne eşit olmaz.
-
Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptığı gibi din büyüklerinin, gerçekten veya yalancıktan hizmet eden kimselerin erbab haline getirilmesine, putlaştırılmasına karşıyım.
-
Müslüman kesimdeki arivistlerden, yani ikbal avcılarından nefret ediyorum.
-
Müsbet/yapıcı olmak şartıyla Müslüman kesimin özeleştiriye tâbi tutulmasından yanayım. Hatalarımızı araştıralım, bu konuda müzakereler yapalım, olumlu mânâda tartışalım ki, kendimizi islah edebilelim.
-
Bid’atleri kendilerini maazallah küfre götürmedikçe, bid’atçi Müslümanları da din kardeşim olarak kabul ediyorum. Müslümanların birbirinden kopmalarını büyük bir felâket olarak görüyorum.
-
İslâmî hizmet ve faaliyet yapan şahsiyetlerin çok açık ve şeffaf şekilde mal ve servet beyanında bulunmalarını istiyorum. Kesinlikle bu konuda taqiyye yapılmayacak, kendileri, yakınları ve özel kasalarında bulunan servetlerin hepsi açıklanacaktır.
-
Aklımın ermediğinden midir, yahut hoşuma gitmediği için midir politikaya karışmıyorum. Etmezler ya, farz-ı muhal milletvekili adaylığı teklif etseler kesinlikle kabul etmem. Çünkü Meclis kürsüsünde yapılan yemin çok veballidir, böyle bir sorumluluk altına girmekten korkarım.
-
Futbol kulübü tutar gibi cemaat, tarikat, fırka, meşreb tutulmasından çok şikayetçiyim. Çünkü bu zihniyet Müslümanların birliğini paramparça ediyor, iman kardeşleri arasına husumet, fitne fesat, nifak ve şikak sokuyor.
-
Millî Gazete’deki yazılarımdan onbeş senedir ücret ve maaş almıyorum, başka bir menfaat sahibi de olmuyorum. Geçimini kalemiyle temin eden yazarlara bir şey demem, en ufak bir toz kondurmam.
-
Vaktiyle günlük BUGÜN gazetesini çıkartırken (1966-1971) her yıl Ramazan ayının birinde okuyucularıma mal beyanında bulunurdum. Sırası gelmişken yine arz edeyim: (1) İstanbul’da halen ikamet ettiğim bir daire. (2) Şehre 100 km. uzaklıkta tek katlı bir bağ evi. Villa falan değil, elektriği bile yok. (3) 1951 model tâmire ve bakıma muhtaç eski bir otomobil. Satsam beş bin lira vermezler. (4) Bir yere vakf etmeyi düşündüğüm kütüphanem. (5) Kazancı ile geçimimi temin ettiğim küçük bir yayınevi. (6) Hüsn-i hat levhalarım. (7) Satılsa fazla para etmeyecek ıvır zıvır eski ve yeni el sanatı eşyaları… (İkinci el bir otomobil almak için biriktirdiğim 10 bin liralık bir tasarruf var. Onun dışında cep harçlığımdan başka param yoktur. Kenz yapmayı sevmem, zaten haramdır. Banka hesabım, çek defterim, kredi kartım, bankamatiğim falan mevcut değildir.)
Müslümanlar birbirlerini tenkit etmesinler, uyarmasınlar demiyorum. Tenkide, uyarıya muhtacız. Ancak bunların olumlu, yapıcı, yumuşak olması gerekir. Bazen azılı bir kâfir ile çok iyi geçiniliyor, gayet yakın ülfet ve ünsiyet yapılıyor; öte yandan din ve iman kardeşine en ağır, en sivri bir dille çatılıp saldırılıyor. Beni kasd ederek “Entel bozuntusu…” diyenlere (varsa) hakkım helâl olsun. Bu yazıdaki tenkit ve tarizlerim anonimdir, onlara yönelik değildir.
Nice ağır saldırılar ve hakaretler yapılıyor da, tek kelimelik cevap bile vermiyorum. Büyüklerimizden Süleyman Daranî hazretleri ne demiş: “Bütün dünya halkı beni kötülemek hususunda birleşseler, yine de benim kendimi kötülediğim kadar kötüleyemezler…” 03 Mayıs 2006